Demokrasi ya da kleptokrasi kavgası
Şahin Alpay 01 Ocak 1970
Askeri–bürokratik vesayet döneminde militarizm, milli güvenlik devleti, yargı vesayeti, derin devlet, darbe–darbecilik, cunta–cuntacılık, laikçilik, asimilasyon, yargısız infaz ve benzeri kavramları iyi öğrendik.
AKP iktidarı, daha doğrusu II. Tayyip Erdoğan döneminde öğrenilmeye başlananlar ise çoğunluk diktatörlüğü, çoğunlukçuluk, seçimden ibaret demokrasi, muhaberat devleti, otokrasi, kleptokrasi, eşdost kapitalizmi ve ilişkili kavramlar.
10 Ağustos’ta yapacağımız seçimde sadece, “Avrupa normlarında bir demokrasi mi istiyoruz, yoksa Asya normlarında bir otokrasi (yani tek–adam yönetimi) mi?” sorusuna değil, aynı zamanda “Türkiye bir demokrasi mi olsun, yoksa kleptokrasi mi?” sorusuna da cevap vereceğiz. Ansiklopediler kleptokrasi (yani, hırsızlar yönetimi) kavramını kısaca şöyle tanımlıyor: Hükümet yetkililerinin kişisel servetlerini ve siyasi güçlerini toplum aleyhine artırdıkları yozlaşmış yönetim türü. Bu tür yozlaşma, esas olarak, hükümet yetkililerinin kamuya ait mali kaynakları zimmetlerine geçirmelerini içerir.
Kleptokrasilerde hükümet yetkilileri kamu fonlarının toplanmasında ve dağıtılmasında herhangi bir hükümet dışı denetime tâbi değildir. Kleptokratik yöneticiler, ülke hazinesini kendi banka hesaplarıymış gibi kullanır. Kleptokratlar, vergiler ya da kara para aklama yoluyla elde edilen mali kaynakları zimmetlerine geçirdikleri için yurttaşların yaşam kalitesi giderek kötüler. Kleptokrasi, kaçınılmaz olarak demokrasinin baltalanmasına yol açar. Uluslararası Şeffaflık Örgütü, kleptokratik otokratların en ünlüleri arasında Rusya Başkanı Vladimir Putin’i, Endonezya eski başkanı Suharto’yu, Filipinler eski başkanı Marcos’u, Peru eski başkanı Fujimori’yi, Mısır eski başkanı Mübarek’i sayıyor.
Kleptokrasi ile çok yakından ilişkili olan bir kavram ise ‘eşdost kapitalizmi’. Kısaca şöyle tanımlanıyor: İş hayatında başarının piyasada rekabete değil hükümet yetkilileriyle yakın ilişkiler kurmaya bağlı olduğu ekonomik düzen. Bu düzen tipik olarak hükümet yetkilileri ile belirli işadamları ya da şirketleri arasında patronaj ilişkileri üzerine kuruludur. Hükümet yetkilileri, kamu ihalelerinin ve kredilerinin dağıtılmasında, vergi muafiyetlerinden yararlandırma ya da vergi denetiminden muaf tutma yoluyla belirli işadamlarını ya da şirketleri kayırır; karşılığında rüşvet ve siyasi destek alır.
II. Tayyip Erdoğan iktidarı altında Türkiye rejimine tam olarak bir kleptokrasi, ekonomisine de tam olarak eşdost kapitalizmi denebilir mi? Bazıları bu soruya “kesinlikle evet” cevabı verebilir. Diğerleri “bu yolda hızla ilerlenmekte” diyebilir. Ben ikincilere daha yakınım. Türkiye’nin otokratik kleptokrasiye doğru hızla ilerlemekte oluşunun işaretleri nelerdir diye soracak olursanız da, başlıca şunları sayabilirim:
Kamu ihalelerinde (artık isim isim tanınan) yandaş işadamlarının kayırılması, muhalif işadamlarının dışlanması. Yandaş işadamlarına Hazine garantili ihaleler verilmesi; “kupon arsa” tahsisi. Yandaş işadamlarına hükümeti desteklemek için havuz medyası kurdurulması. İhale kanununda yapılan sayısız değişikliklerle rekabet değil kayırmanın esas hale getirilmesi. Sayıştay’ın denetim yetkilerinin kısıtlanması. Muhalif işadamlarının sözde vergi denetimleri yoluyla tehdit edilmesi ve cezalandırılması. Muhalif işadamlarının cezalandırılması için yargıya müdahale. Cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasını yürüten emniyet ve yargı mensuplarına “paralel devlet” safsatasıyla savaş açılması.
Kısacası, bugün Türkiye’de ‘otokratik kleptokrasi mi hakim olacak, yoksa özgürlükçü demokrasi mi?’ mücadelesi verilmekte. Olan bitenlere ‘hükümet–cemaat kavgası, çete-içi savaş…’ gözlükleriyle bakanlar ise bilerek ya da bilmeyerek, ya kendilerini kandırmaya ya da toplumu yanıltmaya çalışıyor.