Hem suçlu hem de güçlü
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Bu da oldu. “Hangi sıfatla olursa olsun kalkıp da yargı mensuplarını baskı altına alamazsınız.” lafını bir başkası değil Başbakan söyledi. Üstüne üstlük Anayasa’nın 138. maddesini hatırlattı.
Türkiye’de son yedi ayda her Allah’ın günü, paspas gibi çiğnenen ve kevgire dönen şu meşhur 138. maddeyi: “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Maddenin tamamını okuduğunuz zaman, bahsedilen “organ”, “makam” ve “merci” ile bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın üzerinde oturduğu koltuğun murad edildiğini tereddüt etmeden çıkartabilirsiniz. Başbakan’ın lafına “komedi gibi” sözü bu yüzden hafif kalıyor. Yargı mensuplarını toptan “çete” diye yaftalayan, siyasî çıkarlarına aykırı düşen soruşturmaları yürüten savcıları, kararları veren yargıçları “hain” ilan eden, yasama organındaki çoğunluğunu ve elindeki icra gücünü sadece yargı üzerinde tahakküm kurmaya hasreden Başbakan, 138. maddeyi önümüze koyuyor. Herhalde dalga geçiyor?
Hükümetimiz yedi buçuk aydır, ağır yolsuzluk ithamları ile karşı karşıya. Bu ithamlardan hiçbiri ne yargıda ne de yasama organında soruşturulamıyor. Yasama organı, yargı bu soruşturmaları yapamasın diye hukuk düzenini altüst etti. Başbakan bu lekeyi silmek yerine, ülkede hiçbir suçun soruşturulamayacağı ve sadece güçlü olanın haklı çıkacağı keyfî ve kanunsuz bir düzen tesis etmeye çalışıyor. Hırsızlık ve yolsuzlukla itham edilenler, “polis bana neden bilgi vermedi?” sorusu ile başlayan ve nihayetinde hırsız ile polisin meşgale ve sorumluluklarının yer değiştirdiği ürkütücü bir noktaya taşıdılar memleketi. Yüz civarında rüşvet iddiasının yer aldığı İstanbul İtfaiyesi soruşturmasında görev alan savcılar ve polisler bugün neredeler? Bu sorunun peşinden, bu rüşvet soruşturmasının neden yürümediği sorusunun anlamı kalıyor mu?
Kanun çıkartıyorsunuz, mahkeme kuruyorsunuz ve bu mahkemelere “suç bastırma” görevi veriyorsunuz. Hırsızlık yaparken suçüstü yakalanan aşüftenin, üstünü başını parçalayıp biçare mağduru “namusuma göz dikti” diye itham etmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız. “Cadı avı”, “paralel yapı”, “çete”, “casusluk” bu bıktırıcı suç bastırma kampanyalarında ortaya çıkmadı mı? Sonra? Sonra, Çağlayan Adliyesi’nde onca hukuksuzluk ve haksızlık karşısında adalet arayanları 138. maddeyi ihlal etmekle suçluyorsunuz. Pes doğrusu. Pes ki ne pes.
Daha ötesi de var. Adalet arayanları 138. maddeyi ihlal etmekle suçlayan Başbakan, bayramın birinci günü yaptığı aynı konuşmanın içinde çatır-çatır, göstere göstere 138. maddeyi dümdüz ediyor. Sürecin nasıl “daha yoğun” devam edeceğini açıklıyor, mahkemenin değil kendi verdiği hükmün takip edildiğini altını çize çize tekrarlıyor.
138. maddeden dem vurup, 138. maddeyi ihlâl ederken Başbakan bizimle dalga geçmiyor. Aslında hukukun kendisine hiçbir yer bulamadığı bir güç oyununu gözümüze soka soka oynuyor. Başbakan haklı değil, ama güçlü. Hukuku bir kenara bırakıp, amacına varmak için aklınıza gelebilecek her şeyi basit araçlara dönüştürüp kullanan bir güç uygulaması ile karşı karşıyayız. Hukukla değil, siyasetle işleyen ve hukukun da kurallarla değil siyasetle çözebileceği bir sorunla karşı karşıyayız. Başbakan hukukla ve karşısına geçip hakkını arayanlarla alay ediyor. Yargının elini-ayağını domuz bağıyla bağlayıp, üstüne çıkmış tepinirken, bizleri o çaresiz görünen yargıya müdahale etmekle itham ediyor.
Gücün zaafı her zaman kendi gücüdür. Gücün bile kalıcı olması ve kendini koruması için hukuka ihtiyacı var. Başbakan kendi gücünü haklı kılacak hukuku üretemedi. Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, sonrasında artık bu imkânı ve fırsatı da kaybetmiş olacak. Hukuk üstündeki yükten kurtulunca önce ellerini çözecek, sonra kendini toparlayacak ve adalet mecburen geri gelecek; 138. maddeyi sistematik olarak ihlal edenlerden başlayarak hükmünü yürütmeye yeniden başlayacak. Başka türlü bir gelecek mümkün değil.