'The Cemaat'in büyük yalnızlığı ve tehlikeli oyunlar
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
17 Aralık’tan bu yana ‘The Cemaat’ sadece ‘Cemaat’e döndü… 17 Aralık’tan bu yanaCemaat, kelimenin tam anlamıyla yalnızları oynuyor… Cemaat’ten görünerek iktidar nimetlerine artık yaklaşamayacağını düşünenler gemiyi ilk terkedenler oldu; ardından samimi olarak Cemaat’ten olmasına rağmen korkanlar döküldü…
İşin doğrusu Hizmet Cemaati hiçbir zaman geçtiğimiz yıllarda abartıldığı büyüklüğe ulaşmış değildi. Birileri Hizmet’i iyi niyetle veya kötü niyetle olduğundan büyük gösterdi, heryerde onlar varmış gibi bir algı oluşturuldu. Bu durum Cemaat’in de hoşuna gitti. Bir anlamda onlar da oyuna geldiler ve böylece pek çok gizli kapaklı iş saman altından yürütülebildi. Türkiye’de sanki bir tane cemaat varmış gibi, devletin içinde siyasi-dini dayanışma gösteren sanki bir tane grup varmış gibi bir intiba oluşturuldu.
17 Aralık’tan sonra Cemaat’in yaldızları döküldü, gerçekte neyse o olarak kaldı… İşin garip tarafı diğer dini ve siyasi gruplar Hizmet hareketine cüzzamlı gibi davranmaya, hatta bazıları geçmiş yılların kızgınlığıyla saldırmaya başladılar. Belki de Cemaat hiçbir dönemde kendisini bu ölçüde yalnız ve terkedilmiş hissetmemiştir. Öyle ki 30 Mart öncesinde Nur talebelerinin bir kısmı dahi yoldaşlarına beklenen desteği vermedi, hatta eleştiri yolunu tercih etti.
Hiç şüphesiz bu yalnızlıkta AK Parti’nin çok güçlü bir iktidar olmasının ve Başbakan Erdoğan’ın rakipsiz liderliğinin etkisi büyüktür. Sonuçta ekmek parası, herkes ikbalini düşünüyor… Önce can, sonra canan… Ancak söz konusu yalnızlıkta Hizmet hareketinin de önemli sorumluluğu var. Bu açıdan baktığımızda camianın ciddi bir iç sorgulama geçirmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Özellikle diğer cemaatlerin biriktirdiği kızgınlık ve kıskançlığa varan rekabet hissinin kaynaklarını The Cemaat’in iletişim ve ilişki kurmadaki hatalarında bulabiliriz.
Hizmet cemaati kendisini diyalog ve iletişim gönüllüleri olarak görse de diğer dinlere ve dine uzak duran Müslümanlara gösterilen ilginin aynı dünyadan kişilere karşı yeterince gösterilmediği görülüyor. Buna siz cemaatler arası ilişkilerin zayıflığı da diyebilirsiniz. Aynı hedeflere ulaşmaya çalışan, aynı ilkeler ile hareket eden bunca cemaatin ortak bir yurt açamaması, ortak bir okulu yürütememesi, ortak bir kreş kuramaması, Afrika’daki açlara birlikte gidememesi aslında tüm Türkiye cemaatlerinin ortak sorunu. Herkes küçük olsun benim olsun derdinde. İşte Hizmet hareketi bu anlayışın bedelini bugün ağır bir şekilde ödüyor…
İkinci olarak eğitime verilen önem sayesinde kazanılan yüksek nitelikli zengin insan gücü ile diğer cemaatlerin insan kaynakları arasında önemli farkların oluştuğu görülüyor. Her cemaatin yurdu ve okulları varsa da hiçbirinin eğitime, özellikle seküler alanlardaki eğitime verdiği önem Hizmet’inkine benzemiyor. Bunun sonucu ise cemaatler arasında kopma, hatta sınıfsal farklılaşma dahi olabiliyor.
Üçüncü mesele ise hizmet gayesiyle yaşanan rekabet ve gıpta. Hizmet cemaatinin son yıllarda diğer cemaatlere göre daha fazla ön planda olduğu, tabiri caiz ise medyatik olduğu, bunun da diğer dini gruplar arasında gıpta damarını harekete geçirdiği bu konu ile ilgilenenlerin ortak kanaati. Söz konusu rekabet bugünkü yalnızlığın doğmasında önemli faktörlerden biri.
CEMAAT DEV AYNASI’NDA
Cemaat ile seküler gruplar arasındaki ilişkilerdeki en büyük sorun ise Cemaat’in kapalı bir kutu gibi oluşu. Aslında bu son derece çelişkili bir durum. Cemaat seküler gruplar ile iletişime çok büyük önem verdi, onları toplantılarına davet etti, ortak işler yapmaya çalıştı. Ancak ilişkilerde her zaman gizemli kısımlar kaldı. Seküler gruplar Cemaati çoğu kez masonik bir yapı gibi gördü ve ondan çekindi. İlginçtir böyle bir imaj aslında birileri tarafından yapay olarak üretildi, ancak bu imaj belki de Cemaate gönül verenlerin de hoşuna gitti.
Kısacası devletin kılcallarına kadar nüfuz etmiş; her yerde eli, kulağı ve gözü olan biradeler ağı; ekonomiden siyasete, eğitimden sanata her alanda gizli adamları bulunan bir yapı görüntüsü herkesi korkuttu. Gerçek durum aslında böyle değildi. Cemaat dendiğinde akla sadece Fethullah Gülen ve arkadaşları akla gelse de pek çok büyük ve etkili cemaat vardı. Ayrıca devlette mensubu/gönüldaşı çokça bulunan tek dini ve siyasi grup Hizmet hareketi de değildi.
Örneğin başka bir cemaatin kabinede birden fazla bakanı varken, Gülen Cemaatinin bırakın bakanı gerçekten Cemaat mensubu diyebileceğiniz bir müsteşarı dahi yoktu. Çok güçlü oldukları söylenen Emniyet Teşkilatı’nda Cemaat bir tek Genel Müdür dahi çıkaramadı. Aynı şekilde sol, ülkücü ve diğer siyasi-dini grupları dikkate aldığımızda devlete insan gücü ile etki etmede Hizmet Cemaat’i tek olmadığı gibi diğer gruplardan abartıldığı kadar önde de değildi.
Sonuçta Cemaat olduğundan büyük gösterildi, onlar da buna hayır demediler. Görüntü herkesi korkuttu ve bugünlere gelindi.
MAĞDURİYET CEMAAT'İ GÜÇLENDİRİR
Bundan sonra ne olur derseniz, Cemaat’in gerçek boyutlarına geldiğini söyleyebiliriz. Ortada bir zarar var gibi dursa da Cemaat’in bu işten en büyük karı dışarıda verdiği gereksiz ve korkutucu imajından kurtulmuş olmaktır. Bundan sonra hareket, büyük ihtimalle, daha mütevazı ve daha samimi bir görüntü verecektir.
Aynı şekilde, siyaset ile isminin fazlaca geçmesi Hizmet hareketine asıl zararı verdi ve bu durum en çok hareketin üyelerini rahatsız etti. Bu nedenle bundan sonraki dönemde daha az siyaset, daha çok dini faaliyet ilkesi benimsenirse şaşırtıcı olmayacaktır. Bu dönüşümü, takip edebildiğim kadarıyla son aylarda çıkan kendi yayınlarında gözlemlemek mümkündür.
Yalnızlık ve ihanete uğramışlık hissi ilk başlarda yıkıcı olsa da bu tür gruplarda ciddi bir motivasyon kaynağıdır ve geleceğe dönük önemli bir itici güç olabilir. Aslında kendisine yük olan sahte mensuplardan kurtulan hareket bundan sonra yeni şartlara daha kolay uyum sağlayabilir, yaşam enerjisini arttırabilir.
En önemlisi, yakın bir zamana kadar iktidarlarla iyi geçinmeye çalışan, hatta zaman zaman onların desteğini almayı başarabilen Cemaat, 17 Aralık’tan sonra belki de ilk kez muhalif konumuna düştü, hatta son günlerde sokağa inecek kadar ileri düzeyde protest bir pozisyona itildi. Başbakan Erdoğan’ın abartılı diyebileceğimiz Cemaat karşıtlığı hızla Cemaat düşmanlığına dönerken, karşı tarafta kuvvetli bir birleşme hissi uyandırdı. Saldırılar sonucunda Cemaat içinde romantik ve güçlü bağlar belirmeye başladı. Buradan büyük hikâyeler, büyük efsaneler doğacaktır.
Hapsedilen, eziyet edilen vs. Cemaat gönüllüleri, kapatılan yurtlar ve dershaneler, bu uğurda haksızlığa uğrayan, gereksiz denetimlere uğrayan esnaf ve işadamları, sırf Cemaate gönül verdiği için ‘paralel’ olarak etiketlenen kişiler vs. bu insanlarda mağduriyet hissini arttıracak ve bir tür ‘victimization’ süreci yaşanacaktır. Malum, kimliklerin oluşumunda mağduriyet sürecinin önemli bir etkisi vardır. Büyük bir olasılıkla tüm bu yaşananlar Cemaat’in kendisini daha güçlü bir şekilde yeniden inşa etmesini sağlayacaktır. Bu noktada denebilir ki, Başbakan Erdoğan farketmeden Hizmet hareketini efsaneleştirmekte, onun mensuplarını daha güçlü bir şekilde kaynaştırmaktadır.
Fikri hareketleri topla, tüfekle, hapisle, mahkemeyle durdurmak mümkün değildir. Bu kez de böyle olacaktır. Hükümet, Cemaate ne kadar saldırırsa ve onu zor durumda bırakırsa oradan büyük efsaneler doğar ve bu hareket daha diri ve daha güçlü bir hale gelir. Nihayetinde iktidarlar gelip geçicidir, ancak toplumsal ve dini hareketler siyasi akımlardan çok daha uzun solukludur.
TEHLİKELİ OYUNLAR
Diğer taraftan İktidar cephesine baktığımızda, Cemaat’ten boşalan yerin olağandışı aktörlerle doldurulmaya çalışıldığı görülmektedir. 3 cephe arasında sıkışıp kalmak istemeyen iktidar partisi, bir anlamda bazı dostları ile hasımlarının yerini değiştirmektedir.
Bu bağlamda yakın bir zamana kadar kanlı bıçaklı olunan Ergenekon ve Balyozsanıklarının hükümete olan muhalefeti adım adım kırılmakta, hatta bunların bir kısmıyla ilginç bir ittifak oluşmaktadır. Başbakan Erdoğan ile Balyoz sanığı Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ arasında yaşanan yakınlaşma bu çerçevede değerlendirilebilir…
Cemaat-Hükümet kavgasında Cemaat karşısında konumlanan Perinçek’in liderliğini yaptığı Aydınlık grubunun duruşu da ilgi çekicidir. Perinçek bu konuda Cemaat’e karşı öylesine sert bir kampanya düzenliyor ki Cemaat karşıtlığında Erdoğan’dan sonra Doğu Perinçek’in geldiğini, hiçbir AK Partili’nin dahi bu konuda onunla yarışamadığını söyleyebiliriz…
Perinçek’in bir diğer misyonu ise CHP ve diğer sol gruplar ile Cemaat arasında oluşabilecek bir yakınlaşmayı önlemek…
İktidar partisinin cepheleri azaltma gayretinde bir diğer çabası ise PKK/KCK grubunun muhalefetini kırmak. Burada da kaydadeğer bir mesafenin alındığını görebiliyoruz…
Öte yandan dış dünyada ölümcül değişiklikler yaşanıyor: Irak ve Suriye’deki iç savaş sadece lokal bir gelişme olmaktan çıktı, tüm Ortadoğu’yu, hatta tüm İslam dünyasının tehdit ediyor. Kanaatimce IŞİD ve genel olarak radikal ve şiddet yanlısı dincilik Türkiye’ye de sıçrama riskleri taşıyor. Aynı şekilde Kürt ayrılıkçılığı da Türkiye’nin güvenliğini daha fazla tehdit edecek bir boyuta doğru evriliyor. En kötüsü Batı dünyası parçalı bir Müslüman dünyayı kendi çıkarlarına uygun görüyor. Batı’yı IŞİD’in durdurulmasında dahi çok faal görmüyoruz.
Bu tabloyu okuduğumuzda Hükümet-Cemaat kavgasında tarafların kendi yanında görmeyi umduğu Batı dünyası, Irak’taki ve Suriye’deki tavrını Türkiye’de de devam ettiriyor görünüyor, yani kardeş kavgalarını durdurmak yerine kardeşlerin birbirlerini yıpratmalarını tercih ediyor.
Yeni dengeler kurulurken Hükümet partisinin en büyük sorunu Cemaat’ten boşalan kadroları güvenilir yeni isimlerle doldurmak olacaktır. Çünkü devlet kadroları içinde Parti’nin insan kaynakları ihtiyaçla kıyaslandığında oldukça sınırlıdır. Bu mevkilerde zaruretten dostlara güvenmek büyük riskleri beraberinde getirebilir.
Sonuç olarak, 17 Aralık’tan bu yana sertleşerek süren Hükümet-Cemaat kavgası dengeleri alt üst etti, eski dengeler bozulurken yenisi henüz tam olarak oturmadı. Hasımlar ile dostlar hızla yer değiştiriyor, ancak bu aktörlerin yeni yerlerine uyum sağlayıp sağlayamayacakları henüz şüpheli. İlkelere dayanmayan, toplumsal tabanı bulunmayan, dönemsel çıkarlara dayalı ittifakların uzun ömürlü olmasının kolay olmadığını hepimiz biliyoruz.
NOT: Bu yazıda kim haklı, kim haksız faslına hiç girmemeye çalıştım. Tarafların iddiasını değerlendirmedim. Sadece meseleye uzaktan bakan biri (outsider) gibi olmaya çalıştım. Elbette kim haklı kim haksız konusunda da düşüncelerim var. Ancak soğuk kanlı ve sadece şekilsel değişiklikleri de değerlendirecek yazılara ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu yazının üzerine öze ilişkin tartışmaları bina etmek daha kolay olacaktır diye düşünüyorum.