« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Ağu

2014

Selam-Tevhid dosyası: İran ve İsrail bağlantıları

Ruşen Çakır 01 Ocak 1970

Cemaat çevreleri, hükümetin 22 Temmuz operasyonuyla esas olarak 17-25 Aralık 2013 rüşvet/yolsuzluk soruşturmalarının üstünü örtmek istediğini ileri sürüyor ancak gündemi aslında yarım kalmış “Selam-Tevhid terör örgütü soruşturması” belirliyor. Çok karmaşık bir dosya söz konusu. Medyada şu ana kadar bu konu hakkında yazılanların önemli bir kısmının yanlış, eksik, abartılı ve hatta uydurma olduğunu düşünüyorum.

Geçmişteki Selam-Tevhid soruşturmasını gazeteci olarak bayağı incelemiştim. O zamanki dosya da epey karmaşıktı. Açıkçası, gerek polis, gerek savcılar, gerek zanlılara ağır cezalar veren yargıçlar, gerekse bu cezaları onaylayan Yargıtay’ın ilgili birimlerinin aslında neyin olup bittiğini tam olarak kavrayabilmiş olduklarını sanmıyorum. O zaman da kuruların yanında epey yaş yandı, en kilit isim olan Oğuz Demir nedense yakalanamadı; müebbete mahkum olan diğer iki kilit sanık, Necdet Yüksel ve Ferhan Özmen nedense kamuoyundan gizlendi. “Terörist” deşifre etmeye pek meraklı büyük medyamızın bu iki isme neden kıyak geçmiş oldukları hâlâ (en azından benim için) bir muammadır.

Karşılıklı suçlamalar

İşte bu esrarengiz dosya 10 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra raflardan indirildi ve kapsama alanına AKP ile doğrudan ya da dolaylı ilişki içinde olan çok kişi katıldı. Anladığım kadarıyla yeni Selam-Tevhid soruşturmasının, 17 ve 25 Aralık soruşturmalarıyla eşgüdümlü olarak gündeme taşınması düşünülmüş, ancak 17 Aralık’tan sonra hükümetin emniyet ve yargıya olağanüstü müdahalesiyle bu gerçekleşememiş. Nitekim 30 Mart yerel seçimleri öncesinde Selam-Tevhid dosyasından epey bir malzeme sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulmuş, ancak bunlar rüşvet/yolsuzluk temalı tape fırtınasının karambolünde fazla ilgi görmemişti. Bugün aynı malzemenin yeniden kullanıma sokulmak istendiğini görüyoruz.

Detaylara girmeye (şimdilik) gerek yok. Özetle İran devletinin önde gelen istihbarat kurumlarının Türkiye’de cirit attığı ve Erdoğan’ın çok yakınındaki önemli bazı isimleri devşirdikleri iddia ediliyor. Buna karşılık hükümet, bu soruşturmayı Fethullah Gülen cemaatinin emniyet ve yargıdaki uzantılarının (kendi deyimleriyle “paralel yapı”nın) siyasi iktidarı devirmeye yönelik darbe komplosunun bir ayağı olarak görüyor. Ve Cemaat’in bu soruşturma kapsamında yasadışı yollarla yapılan dinlemelerden elde ettiği bazı bilgileri İsrail’e ilettiğini ileri sürüyor.

İrancı mı, İsrailci mi olmak zor?

Hükümet-Cemaat savaşının alenileşmeye başladığı andan itibaren en çok merak edilen husus bunun stratejik ve küresel boyutlarıydı. 22 Temmuz operasyonuyla birlikte savaşan tarafların argümanlarına baktığımız zaman stratejik konuların ilk kez bu kadar ön plana çıktığını görüyoruz. Özetle söyleyecek olursak Cemaat hükümeti İran’la, hükümet de Cemaat’i İsrail’le gizli işbirliği yapmakla itham ediyor.

Türkiye’de bu karşılıklı suçlamalardan hangisinin haklı, hangisinin haksız olduğunu saptayabilecek herhangi bir kurum vb. mevcut değil. Dolayısıyla suçlamalar esas olarak düşmanını yıpratma fonksiyonu görebiliyor. Bu açıdan baktığımızda hükümetin son derece avantajlı bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle tabii ki emniyeti büyük ölçüde, yargıyı da kısmen kontrolüne alabilmiş olması önemli. İkinci olarak üçüncü şahıslar/çevreler açısından baktığımızda Cemaat’in yanına çok fazla kimseyi çekemediğini fark ediyoruz.

Ama en can alıcı nokta şu: Türkiye’de, hele Filistin’de yine bir katliam dönemi yaşanırken İsrail’in popülarite açısından çok alt düzeylerde seyrettiği muhakkak. Böyle bir ortamda Cemaat tarafından “İrancı” olmakla suçlanan hükümetin, “İsrailci” damgasını yapıştırmak istediği Cemaat’e kıyasla işinin çok daha kolay olduğu açıktır.

Bu da bizi hükümet-Cemaat savaşında sık sık karşımıza çıkan ve daha da çıkacağa benzeyen bir olguya götürüyor: Hükümet, daha doğrusu Erdoğan, Cemaat’in karşısına çıkardığı bir dizi ciddi engeli siyaset yaparak, işin içine halkı/seçmeni katarak bertaraf edebiliyor. Cemaat ise olayın siyasi boyutunu Erdoğan ile rekabet etmeleri çok zor, hatta imkansız olan bazı siyasetçilere ihale ettiği (veya etmek zorunda kaldığı) için belli bir noktanın ötesine geçemiyor.

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 55970

ulkucudunya@ulkucudunya.com