Bir yanda İsrail ve AKP, diğer yanda vatansever insanlar
Ali Ünal 01 Ocak 1970
Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde zanlıları bir mahkeme tutukluyor, diğer bir mahkeme bırakıyordu.
Nihayet bir mahkeme 162 zanlı hakkında tutuklama kararını verdi, aynı gün Mısır’da Mübarek, iktidardan düştü. Tam bir şükür içinde “Rabb’im” dedim, “sadece şu olanlar bile kaç on yıldır çekilenlere değer.” Başbuğ tutuklandığında ne kadar duygulandığımı Allah biliyor ve bunu Zaman’da yazdım da. Dolayısıyla şükrüm, asla bir intikam duygusundan ileri gelmiyordu. Fakat her defasında bu ülkenin bağrından çıktığı ifade olunan ordusu, içinden çıkan cuntalarla kaç defa sivil iktidarın üzerine gelmişti. Darbe zeminleri oluşsun diye binlerce gencimiz kurban edildi. Ülke, her 10 yılda bir her tarafından darbelendi. 12 Mart’ta köyde evimize jandarma baskını oldu. Rahmetli babam evde hasta yatıyordu. Bir uzatmalı çavuş, hakaretler etti herkese, didik didik arama yaptılar. Ne arıyorlardı? Risale! Ama gün geldi; devletin vatanını milletini seven evlatları bu ters gidişi durdurmaya başladılar. Onlar, benim gözümde ve gerçekte de birer kahramandı. Bir tanesini olsun ismen de, şahsen de tanımıyordum. Bu vatanseverler, sadece ordu içindeki ve ordunun da yüzünü karartan, dokunulamaz denilen cuntalara karşı mücadele verdiler; hukukun, millet haysiyetinin, adaletin, hakkaniyetin mücadelesini verdiler; mevkilerinin gerektirdiği vazifeyi yaptılar.
Bu vatanseverler, yaptıklarıyla sivil, AKP iktidarının da altını güçlendirdiler. AKP’yi mazlum biliyorduk, darbelerin mazlumu, ülkedeki hukuksuzlukların mazlumu biliyorduk. Ve bu mazlum bildiklerimiz, o vatansever Emniyetçi, savcı ve hakimlerin hukuk operasyonlarıyla nefes almaya başladılar. 2004 yılında MGK’da alınan Cemaat’i bitirme planına tam kadro imza koymamazlık edememişlerdi. Eskiden kalma fişleme uygulamaları devam ediyordu. Parolada Başbakan’a ‘âdi’ diyebilen subaylar, terfi ile ödüllendiriliyordu. AKP iktidarı, her defasında onlarca subayın “irtica” denilerek ordudan ihraç edildiği YAŞ toplantılarında, Gül’üyle de, Erdoğan’ıyla da sadece şerh koyabiliyordu. Çankaya’da cumhurbaşkanlığı seviyesinde düzenledikleri Cumhuriyet resepsiyonlarına dahi askerler katılmıyor, ayrı resepsiyon düzenleniyor ve buna karşı hiçbir şey yapamıyorlardı. Eşleriyle birlikte alenen aşağılanıyor, fakat sesleri çıkmıyordu. Erdoğan, devam eden başörtüsü zulmü kendisine Birlik Vakfı’nda hatırlatıldığında “Bedel ödemek isteyen, başörtüsünü destekler. Biz bedel ödemek istemiyoruz!” diye cevap veriyordu. Ayakta kalabilmesi için ABD’ye giden Cüneyt Zapsu, Hudson’da Neo-Con heyetine “Bu adamı dreneja süpürmeyin, kullanın!” diyordu. Nihayet devir döndü. Ülkenin vatansever evlatları bu gidişe dur dedi ve Türkiye’de ilk defa bir sivil iktidar, muktedir olabilmeye başladı.
Ve dünün mazlumlarının, kendilerini muktedir görünce nasıl ve nelerde ustalaştıklarını gördük. Fakat yine sahneye hak hukuk bilen insanlar çıktı. En güçlü döneminde iktidara karşı da yapmaları gereken vazifeyi yapıyorlardı. Tonlarca belgeye dayalı olarak içlerinde bakanların, bakan oğullarının, hattâ Başbakan oğlunun bulunduğu belki tarihte ender görülecek çapta bir yolsuzluk, kara para aklama, rüşvet ve zimmet soruşturmasına imza attılar. Bunu yaparken, sadece yapmaları gereken görevi yapıyorlardı. Operasyona başlarken de bir şube müdürünün dediği gibi, 2 saat içinde görevlerinden olacaklarını da tahmin ediyorlardı. Bu bile, onların ne kadar samimi olduklarını göstermeye yetmiyor mu? Kimse yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama ve zimmet iddialarını yalanlayamadı. Ama belki tarihte yine azıcık hukuk saygısı olan hiçbir iktidarın yapmadığını hem de İslâm davasındaki AKP iktidarı yaptı. 17 Aralık öncesinde kahramanlar olarak tescil ettikleri Emniyet ve Yargı mensuplarına karşı tam bir kıyıma girişti. Balyozcularla, Ergenekoncularla, Öcalan’la, PKK ile ittifaka girdiler; Öcalan önünde, PKK önünde diz çöktüler. Ve tamamen kendilerine göre çalışacak bir Emniyet ve Yargı oluşturmaya, kumpaslarla, yalanlarla, iftiralarla suç üretmeye giriştiler. Ama 8 ay içinde o Emniyet ve Yargı mensuplarını, tarihte görülmedik bir tarzda düşmanlaştırdıkları Cemaat’i suçlayabilecekleri tek bir suç bulamadılar.
Fakat Ramazan ayı içinde İsrail Gazze’de vururken; aynı Ramazan ayı içinde, hem de sahurda, hem de söz konusu Yargı ve Emniyet mensupları hiçbir yere gitmezken, AKP iktidarının Türkiye’sinde hapishaneyi en özgür yer olarak görürlerken, bayrama birkaç gün kalmışken, AKP iktidarı, Erdoğan iktidarı da, mazlum, masum, sadece vazifesini yapmış Emniyet mensuplarını vurmaya durdu. Dış politikadaki rezaletler iktidarın boyunu aşmışken, Musul konsolosluğumuz personeli IŞİD’in elinde iken, Gazze’deki yangına tek bir damla olsun su gönderebilecek durumda değillerken, buna ne güçleri, ne nefesleri yeterken, belki ne de böyle bir niyet taşımazlarken, bütün bu rezaletleri, ülkenin yaşadığı onca zilleti unutturmak, gündemden düşürmek, gündem değiştirmek, tonlarca belgeye dayalı yolsuzlukların, rüşvetin, kara para aklama iddialarının üzerini örtmek, cumhurbaşkanlığına giden yolları zulümle döşemek için ülkenin vatansever evlatlarına karşı operasyon yapıyorlar. 8 yıl önce ikaz edildikleri bir inde sîret değiştirme müşahedesini ispat edercesine davranıyorlar.
Evet, Gazze’de İsrail vuruyor; AKP iktidarı, Erdoğan iktidarı da, Türkiye’yi bu ülkenin vatansever evlâtları için Gazze haline getirmek istiyor. Yakışır, İsrail’i kuran Siyonist kuruluştan cesaret ödülü alanlara! Soruluyordu kendilerine “Hangi cesareti gösterdiniz de, bu ödülü aldınız?” diye. İşte cevabını veriyorlar. Bir de merakım var: Acaba Hayrettin Karaman’dan, Ahmet Akgündüz’den, Faruk Beşer’den, benzer ulemâdan fetva da almışlar mıdır? Ne de olsa Müslüman, hem de İslâmcı Müslümanlar ya!