Türkiye'nin aşil topuğu
Gültekin Avcı 01 Ocak 1970
Yarın yeni bir dönem başlayacak.
Kim seçilirse seçilsin, eskisi gibi olmayacak hiçbir şey.
Baskının, hürriyetin, mevcut hukuksuzluğun ve partizanlığın dozu değişecek.
Ya artarak ya azalarak.
Türkiye’de mevcut bunca farklı siyasal ve sosyal kümeyi bir arada tutabilecek yegâne formül hukuk devleti ve demokrasinin yerleşmesi.
Dinliyi dinsizi, Alevi’yi Sünni’yi, Kürt’ü Türk’ü, milliyetçiyi sosyalisti ve nice farklı toplumsal kimliği kaos çıkarmadan bir arada yaşatabilmenin, kin ve nefret girdaplarından korumanın tek yolu bu.
Farklı sosyal ve siyasal kümelerden oluşan ülkelerin aşil topuğu da, bu yegâne birliktelik ve asgari huzur formülünün korunmasıdır.
Türkiye’nin aşil topuğudur bu.
Yarın bu ülkede ‘aşil’in (Akhilleus) en zayıf noktası olan topuğu, Paris’in zehirli oklarına hedef olacak mı göreceğiz.
Demokrasi limanından uzaklaşıyor muyuz yoksa limana yanaşıyor muyuz anlayacağız.
Meşhur İngiliz hâkim ve hukukçularından Sir William Blackstone şöyle diyordu:
“Zulme dayalı bütün hükümetlerde, kanun yapma ve uygulama hakkı, aynı şahıs ve aynı grup üzerinde toplanmıştır. Bu iki gücün birleştiği yerlerde hürriyet olamaz.”
Doğru teşhis de budur.
Cumhurbaşkanlığı, Türk parlamenter ve siyasal sisteminin hayati bir denge unsuru.
Seçmenler oylarıyla hukuk ve demokrasinin korunduğu bir denge sistemini tercih edebilirler.
Temenni edilen de bu olmalı.
Fakat “Cumhurbaşkanı bize yakın olsun, menfaatlerimizi hukuksuz da olsa korusun, hukuk ve demokrasi ayrıntı” da diyebilirler.
Demokraside ve halkta var olduğu farz edilen ahlaki kaygıların ve erdemlerin ateşe verildiği, menfaatlerin hak ve adalet düşüncesini ezdiği bir vahim tablodur bu.
Kuşkusuz seçilen cumhurbaşkanının kimliği, Türkiye’nin nereye doğru gittiğinin resmi olacak.
Halkın hukuk ve demokrasiden vazgeçip vazgeçmediğini de gösterecek.
Demokrasi soysuzlaşacak mı?
Hatırlayın.
Demokrasiye karşı çıkan Aristoteles, “Politikaya Giriş” adlı eserinde faturayı halka kesip şöyle diyordu:
“Demokrasi, halkın hukuk ilkelerini hiçe sayarak, sayı çoğunluğuna dayanarak dilediğini yapmasıdır.”
Asırların ötesinden bugüne seslenen Platon “Devlet” adlı eserinde şöyle eleştiriyordu demokrasiyi:
“Kendimize halkın dostu dedirtmek yeter; bütün şerefler kazanılır bununla.” “Saygısızlık nezaket olur, kargaşalık hürriyet, israf cömertlik, yüzsüzlük de yiğitlik.” “Hayvanlar bile bu devlette başka her yerdekinden daha hürdür; o kadar ki, insan gözleriyle görmese inanmaz…”
“Egemenlik” kavramının nazariyecisi Jean Bodin, “Devletin Altı Kitabı”nda:
“Demokrasilerde rüşvet, adam öldürme, ahlâksızlık yaygındır. Bu hastalıklar demokratik devletlerin ortak özelliğidir” deyip demokratik sistemleri reddediyordu.
Asırlar sonra George Bernard Shaw demokrasiyi, layık olduğumuzdan daha kötü insanlar tarafından yönetilmemizi teminat altına alan sistem olarak tanımladı.
Tüm bu gerçekleşmesi muhtemel eleştirilerin haklı çıkmaması neye bağlı?
Halkın erdemlerini kaybetmemiş olmasına bağlı.
Kim olursa olsun hukuku ve demokrasiyi üstün tutmasına bağlı.
Kendimizden, tercihlerimizden ve fikirlerimizden hoşlanmayan başkalarının da bu iklimde bu ülkede yaşadığını kabul etmemize ve tahammül kültürüne bağlı.
Hukuk ve demokrasi, memnuniyetsiz kitleler için yegâne umut kapısı, biricik teselli sarayıdır.
Memnun olmadığı bir gücün iktidarına karşı hukuk ve demokrasinin gücü sınırlayıcı ve farklılıkları koruyucu limanları, toplumsal kaoslara karşı paratonerdir.
Partizan ve hukuksuz bir siyasal iktidardan umudunu kesen kitleler için hukuk ve demokrasi kapısı da kapatılırsa, elbette ki felaket ve kaosu beklemek gerekir.
Seçilecek cumhurbaşkanı, Türkiye’nin nereye doğru gittiğini, halkın hukuk ve demokrasiyi esas olarak kabul edip etmediğini gösterecek.
Görelim Mevla neyler!