Peruksuz gezebilir miydi?
Gültekin Avcı 01 Ocak 1970
Oldukça yıpratıcı ve utanç verici bir propaganda süreci yaşadık.
Erdoğan’ın ağzından dökülen tüm cümleler, her zamanki gibi hukuku, ahlakı ve dini ezdi geçti.
Sorumsuz ve şımarık bir AKP Emirliği’nde konuşmanın verdiği coşkuyla Aleviler’i ve Ermeniler’i de biçti.
Kimi bendeleri, “Emir’in böyle demesinde var bir hikmet, bizim meflûç dimağlarımız kavrayamadı” modundaydı.
Erdoğan, AKP dışı tüm sosyal ve siyasal camialara ağır hakaret ve iftiralarda bulunurken, Ekmel Bey’e de bulaştı sonunda.
Ekmel Bey ise nesli tükenmek üzere olan tam bir İstanbul Beyefendisi.
Böyleleri hâlâ yaşarmış meğer.
Zarif nezaketi ve rakik üslubuyla şaşırttı ve mahcup etti bugünün nice “devlet” geçinen gölgelerini.
Duyularımız yıllardır devlet cenahından akseden meş’um sesler ve yalancı profillerle istila edilmiş durumdaydı.
Din adına yapılan dinsizlikler, ahlakçılığa soyunan ahlaksızlar, hukuk adına hukukun ırzına geçenler ve namus pazarlayan namussuzlar…
Ekmel Bey habis tümörlerle dolu böyle bir encamda; şirretlik ve iftiraların ayyuka çıktığını görünce sükût-u hayale uğradı, dehşete düştü bu habaset karşısında.
Bize gerçek bir beyefendiyi tanıttı
Asalet ve terbiyesi, kendisine kara çalan sürüngenlerin hakaretlerini, cevap sadedinde bile ağzına almaya izin vermedi.
Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, bize gerçek bir beyefendiyi tanıttı.
Ar ve hayâ sahibi, değerlerini ve erdemlerini popülist yaltakçılıklarla pazarlamayan bir zat gördük.
Seçim sonucu ne olur bilmem ama Ekmel Bey gibi yüksek ahlak ve seciye sahibi bir portreyi tanımak güzeldi.
İsmail Hami Danişmend’in “Eski Türk Seciye ve Ahlakı” adlı kitabı, yabancıların Türk’ün eşsiz nezaketini dillendiren sözlerle dolu.
Mesela bir İstanbul beyefendisi sinirlendiğinde en ağır hakareti “münasebetsiz” kelimesiydi.
Nedim’in, Lamartine’in, Pierre Loti’nin, şiir, zarafet ve kültür kadını Lady Montagu’nün, Yahya Kemal’in “Altın Şehir” dediği İstanbul buydu.
Bugünün İstanbul’u değildi onların aşkları ve tutkuları.
İftiraların, ahlaksızlıkların, yalancılık ve sahtekârlığın, küfür ve hakaretlerin devletten topluma yayıldığı bir zorbalıklar ülkesi hangi sanatçıya ilham verebilir?
Edebiyat tarihimizin mühim simalarından Ercüment Ekrem Talu anlatır:
İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Sir Mallet yayınladığı hatıralarında, bu tür İstanbul efendileri için “The Perfect Gentlemen” tabirini kullanmıştır.
Geleneklere çok bağlı o zamanın İngiltere’sinde “perfect” (mükemmel) sıfatıyla anılmak her İngiliz centilmenine nasip olacak bir unvan değildi.
Devlet adamı yalan söylemez.
Yalan söylüyorsa ne efendidir ne de beyefendi.
Hasbelkader veya halkın erdemlerini kaybetmesi sonucu yükseklerden yalan söyleyen bir illettir.
Yalancılığıyla da halkı temsil eder, hırsızlığıyla da.
Salazar, Hitler, Stalin veya Mussolini hırsız değildi ama uzaydan da gelmedi bu despotlar.
Yalan söylemeyen birisinin aday olması
Halk üretti onları da.
Halk bu liderlerde kendisini bulmuştu çünkü.
Cumhurbaşkanlığı seçimi de böyle.
Oysa Ekmel Bey’in onun bunun hatırı için her rüzgâra eğilen söğütler gibi bükülmediğini ve yalan söylemediğini gördüm.
Bunca yıl sonra devlet yönetimine yalan söylemeyen birisinin aday olması ne eşsiz bir saadet!
Lady Mary Montagu, 1717-1718 yıllarında İstanbul’da elçilik yapan George Montagu’nun karısıydı.
Zarif ve kültürlü Lady, Osmanlı toplumunda ticaret ahlakıyla ilgili hatıralarında şunu yazmıştı:
“İngiltere’de yalancılar yaptıklarıyla övünürler. Burada (Osmanlı’da) ise yalan söylediğinden emin olunduğu zaman, yalancının alnına kızgın demir basılıyor. Bu kanun eğer bizde uygulansa nice güzel yüzün bozulduğu, nice imtiyazlı sınıf mensuplarının kaşlarına kadar inen peruklarla dolaşmaya mecbur kaldıkları görülür.”
Bugünse İngiltere’de değil, Türkiye’deki köksüz devletlûler, yalan ve cinnetleriyle utanmadan övünüyorlar.
Nice dudak uçuklatan sunturlu yalanlar söyleyen Erdoğan, Osmanlı döneminde yaşasaydı, alnına kızgın demiri yer miydi?
Bence zarif Lady’nin dediği gibi kaşlarına kadar inen bir peruk olmadan sokağa çıkamazdı.