« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Ağu

2014

ABD’nin yeni İran politikası, Türkiye ve İran-Suud rekabeti!

Aydoğan Vatandaş 01 Ocak 1970

1996’da ABD, Irak’a füze saldırısı başlatmaya karar verdiğinde, Suudi Arabistan rahatsızlığını gizlememişti. Saldırının kendi topraklarından yapılmasına da müsade etmediler.



Bunun nedeni Suud yönetiminin Saddam rejimini destekliyor olmasından kaynaklanmıyordu. Aksine son derece rahatsızdı da. Ancak Suud yönetimi, Saddam rejiminin yıkılması durumunda, Irak’ta sünni egemenliğin sona ermesi ve Şii çoğunluğun yönetimi ele geçirip, İran etkisine açık hale gelmesinden korkuyordu.

Nitekim 11 Eylül sonrası ABD yönetimi, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasıyla, Irak’ı işgal etti. İşgalin ardından 2005 yılında seçimlerin ardından Şiiler Irak’ta yönetimi ele geçirdi ve İran’ın Irak’taki etkisi belirgin bir şekilde arttı.

79 İran devrimine kadar Suudi Arabistan Sünni İslam dünyasının liderliği idddiasındaydı. Mekke ve Medine gibi kutsal şehirlerin kontrolü de bu algıyı pekiştiriyordu. 79 devrimiyle birlikte İran İslam dünyasında, bir başka İslam rejimiyle Suudi Arabistan’ın liderliğiyle mücadeleye girişti. İran Sünni İslam dünyasında yayılırken Şii propagandası yapmamaya özen gösteriyor ‘Amerikan ve İsrail karşıtlığı’ üzerinden taraftar ve ajan hücreleri devşirmeye çalışıyordu.

Bu retoriğe göre Suudi Arabistan Büyük şeytan Amerikan’ın uzantısıydı. Temsil ettiği İslam anlayışı ise Amerikan İslamıydı. Bütün bu yıllar boyunca iki ülke Kafkaslardan, Balkanlara kadar hemen her alanda mücadele etti. İslam Konferansı Teşkilatının tarihi bir anlamda bu iki gücün rekabetiyle geçti.

79 Devriminden önce İran da, Suud yönetimi gibi ABD ile yakın ilişkilere sahipti. Ancak İran’ın değişen retoriği ABD’yi Suud yanlısı bir dış politika anlayışına itti.

İki ülke açık bir savaşa girmemesine rağmen hemen her alanda birbirlerini destabilize eden unsurları desteklediler. İran 80’lerde Suudi Arabistan içindeki muhalif unsurları desteklerken, Suud yönetimi de İran-Irak savaşında açıktan Irak’ı destekledi. Bu ‘proxi’ savaşı Suriye’deki iç savaşa kadar devam etti.

ABD, bu Ortadoğu denkleminde Suud yanlısı ve İran karşıtı bir pozisyon aldı. Ancak Başkan Obama, 2012 yılında Chuck Hagel’i Savunma Bakanlığı’na getirerek bu denklemim değişeceği sinyalini verdi. Zira Hagel 2004 yılında başlayarak, İran karşıtı politikanın yanlış olduğunu, İran’ın izole edilmemesi gerektiğini ve İran’ın nükleer programı ile ilgili karşılıklı görüşmelerin başlamasını öneriyordu.

Obama’nın Chuck Hagel’i tercih edeceğinin anlaşılması öncelikle 2 ülkeyi rahatsız ediyordu. İsrail ve Suudi Arabistan.

Zira, ABD’nin İran’a karşı yumuşaması, Suudi Arabistan açısından bölgedeki İran etkisini artırabilir, İsrail açısından İran’ın nükleer programı engellenemez noktaya gelebilir, Türkiye açısından ise İran’ın arka bahçesi olan Suriye’de girilen ‘proxi’ savaşı kaybedilebilirdi.

İşte tam bu süreçte garip bir süikast olayı ile ABD’de İran karşıtı hava yeninden pekiştirilmek istendi.

İran asıllı bir Amerikalı olan Arbabsiar isimli ikinci el oto satıcısı, Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi El Cübeyr’i öldürmeye teşebbüsten tutuklandı. ABD Adalet Bakanı Eric Holder'den, planın İran tarafından desteklendiği, yönetildiği ve Tahran'dan hesap sorulacağını açıklaması gelirken, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, planı yapmakla suçlanan kişilerin, suikast için Meksikalı bir uyuşturucu karteli üyelerini kiralamakla çizgiyi aştıklarını ve bu planın İran'ı daha da tecrit edeceğini söyledi.

FBI Direktörü Robert Muller da, planın başarıya ulaşması durumunda çok sayıda kişinin hayatını kaybedebileceğini belirtti.

Bu arada, ABD Hazine Bakanlığı, söz konusu planla bağlantıları olduğu söylenen, İran güvenlik gücünün 4 üst düzey üyesi dahil olmak üzere 5 kişiye yaptırım kararı aldı.

Ancak, süikast olayı Amerika’da bir çok terör uzmanı tarafından şüpheli bulunmuştu.

The Saban Center uzmanlarından Suzanne Maloney söz konusu suikast olayının İran ‘ın geleneksel davranış modellerine uymadığını söylüyordu. Rand Corporation uzmanlarından Alireza Nader de İran’ın bu tür bir suikasti desteklemesine inanmanın zor olduğunu iddia ediyordu.

Kenneth Katzman, Reza Sayyah gibi uzmanlar da İran’ın bu tür bir olayın arkasında olduğuna inanmadıklarını belirtiyorlardı. Diğer taraftan Dr. Michael B. First ve Dr. Joel Morgan mahkemede verdikleri ifadede, sanık Manssor Arbabsiar’ın çoklu kişilik bozukluğu rahatsızlığı olduğunu, sanığın zaman zaman gerçekle ilişkisini kopardığını belirttiler.

17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının ardından ortaya çıkan belgelere göre ise bu suikastin finansörü, Erdoğan’ın hayırsever iş adamı olarak tanıttığı Reza Zarrab’tı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, İran asıllı ABD vatandaşı Mansour Arbabsiar ile Reza Zarrab arasındaki ilişkiyi, FBI raporunda geçen Türk şirketlerini ve Zarrab'ın İran Devrim Muhafızları'na Bağlı el Kuds Gücü ajanı olup olmadığı konularını Başbakan'ın yanıtlaması istemiyle TBMM gündemine taşıdı.

İddialar bu yönde olmasına rağmen, FBI Reza Zarrab ile söz konusu suikast olayı arasında bir ilişki olduğuna dair delilleri hiç bir zaman açıklamadı. Açıklamadığı gibi, Zarrab’ın patronu Zencani’yi ABD Hazine Bakanlığı kara listeye alırken, ABD Zarrab ile ilgili en ufak bir girişimde dahi bulunmadı.

Türkiye söz konusu suikast olayı dolayısıyla İran’ı 2011 yılında kınayan ülkeler arasında yer almıştır. Bu dönemde ABD Hazine Bakanlığı’nda İsrail’e yakınlıklarıyla bilinen D. Cohen, Dış İşleri Bakanlığı’nda D. Benjamin bu süreci takip eden iki önemli isimdi ve bir süre sonra görevlerinden ayrıldılar.

Obama 2012’den sonra belirgin bir şekilde Ortadoğu’da politika değişikliğine gitti. Önce Chuck Hagel Pentagon’un başına geldi. Bu kırılmanın en önemli saç ayaklarından biri Libya’daki ABD Büyükelçiliği’ne yönelik saldırı oldu. Bu olayla birlikte Rusya ve İran’ın bir süredir işlediği ‘terörün kaynağı Sünni radikaller’ tezi ABD kamuoyunda seslendirilmeye başlandı. Suriye’de El Nusra cephesi, Irak’ta İŞİD vahşeti Batı kamuoyunda, Sünni-Vahhabi şiddetine karşı İran’ın ortak işbirliği modelini öne çıkardı.

ABD Başkanı Obama, bundan böyle İran’ın izole edilmeyeceğini vurgulayan İran vizyonunu ortaya koydu.

Obama yönetimi Suud yönetimine de ‘yeni dönem’e uyum sağlamasını ve İran karşıtlığına son vermesini istedi. Bunun sonucu olarak Suud istihbaratının efsane ismi Prens Bandar görevden alındı. Bandar, Başkan Bush’un yakın arkadaşı aynı zamanda ABD’deki Suud networkünü yöneten ve en iyi bilen isimdi. Bandar’ın görevden alınmasını, İran yönetimi Suud yönetiminden İran karşıtı kadroların tasfiyesi olarak yorumladı.

Aynı şekilde Türkiye’de Erdoğan’ın etrafında İran yanlısı kadroların bulunması Obama yönetimi açısından sorun olarak görülmüyor olabilir.

Obama’nın İran’ın nükleer programını sona erdirmek için önünde 2 seçenek bulunuyordu. Ya İsrail lobisinin inanılmaz baskılarına boyun eğerek İran’a saldıracak ya da diplomasi yoluyla İran’ın nükleer programını kabul edilebilir noktaya getirecekti.

Obama süreci başarıyla tamamlayamazsa, kuşkusuz büyük sıkıntı yaşayacak. Aynı şekilde İran’daki şahinler de ABD’ye taviz verildiğine inanırlarsa süreci baltalamaya çalışacaklardır.

Ortadoğudaki bu yeni denklemin 'derinlikli' mi yoksa 'konjöktürel' mi olduğunu zaman gösterecek.

Ziyaret -> Toplam : 125,28 M - Bugn : 38285

ulkucudunya@ulkucudunya.com