HSYK neden suskun?
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Savcı ve polislere karşı kara propagandanın sonu gelmiyor. Allah’tan Twitter çok etkili bir sosyal medya aracı. Savcılar ve polisler, gazetelerde tekziplerinin yayınlanması için aylarca beklemeden, görüşlerini takipçileriyle paylaşıyorlar. Savcı Aziz Takçı (@aziztakci), Adana’daki TIR’ların durdurulmasında, diğer savcılar Özcan Şişman ve Mustafa Sırlı ile birlikte görev almıştı. İhbar üzerine, TIR’lar durdurulmuş, daha sonra “Türkmenler’e malzeme gidiyordu” açıklaması yapılmıştı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, TIR’lara ilişkin tutanakları kamuoyuyla paylaştı. (21 Temmuz 2014): “1. TIR’da 1. sandığı açmışlar, 25-30 adet füze ve roket. 15 sandıkta yaklaşık 300’e yakın, 450’ye yakın bomba atar ve mühimmat. 2. sandıkta, 20-25 adet füze roket. 90-100 adet top mermisi…”
3’üncü TIR’da arama yapılmadığı için tutanak da yok, bilgi de…
Türkmenler’e yardım malzemesi gitmediği ortada da acaba bu silahlar kime ulaştırılmak isteniyordu? Son zamanlarda ortaya çıkan bazı haberler, “Acaba IŞİD’e mi, El Kaide’ye mi silah gidiyordu” şüphesini uyandırıyor. The Washington Post gazetesi, Ebu Yusuf isimli bir IŞİD komutanının açıklamasını yayınladı. Komutan, “Yaralılarımızı Türkiye’de tedavi ettirdik” diyor ve ilave ediyor: “Savaşın başında bize katılan yabancıların çoğu, teçhizat ve erzak Türkiye üzerinden geldi.”
Ebu Yusuf, örgütün şu andaki başarısını kısmen Türkler’e borçlu olduğunu da ifade ediyor. The Washington Post’un yorumuna göre, Musul baskınından sonra Türkiye IŞİD’e yönelik tedbirleri artırmış. Ancak bu konuda çok geç kaldığı belirtiliyor.
Lübnanlı direniş örgütü Hizbullah’ın lideri Nasrallah da Türkiye’yi suçladı: “Sonuçta IŞİD gökten paraşütle inmedi. Herkes kimlerin yardım ettiğini, para, silah ve eğitim sağladığını biliyor. Bu yılanı kendileri yarattı; şimdi yılan kendilerine döndü. Amerikalılar’a, Türkiye’ye ve Körfez ülkelerine” dedi. (15 Ağustos 2014.)
Beşşar Esed’i yönetimden uzaklaştırmak için Özgür Suriye Ordusu’na yardım edilirken, IŞİD’e göz yumulduğu belli oluyor.
Türkiye bir ara Ortadoğu’da pek iddialıydı. Belli ki, bu iddiasını desteklemek üzere hesapsız kitapsız adımlar attı. Sonuç itibariyle ABD’nin başına bir şey gelmiyor ama Türkiye Konsolosluk görevlileri hâlâ IŞİD’in elinde.
Öte yandan görevini yerine getiren savcılar, en çirkin biçimde hedefte. “Paralelci” damgasını yemeseler, bu defa “rüşvetçi” diye anılıyorlar.
Yeni Akit, Mehmet Fuat Şıkbilge isimli dolandırıcılıktan mahkûm birinin (Gazete ona “işadamı”diyor) gönderdiği ihbar mektubuna dayanarak bir senaryo kaleme almış: “Jandarma içerisinde bir grup, savcı Aziz Takçı ile birlikte komplo kurdu. Takçı, ‘Hizmet adına 1 milyon lira vereceksin’ dedi vs…”
İhbar Adana Emniyet Müdürlüğü’ne yapılmış ve hemen Yeni Akit Gazetesi’nde yerini bulmuş. Aziz Takçı, Twitter hesabında şöyle yazıyor: “Dolandırıcılık suçundan 29 yıl ceza alan ‘bu gariban masuma’ biz soruşturma yaptık. Peki, davayı açan savcı, cezayı veren hâkimler bu kumpası neden anlamadı?”
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yargı mensuplarına karşı yürütülen iftira ve karalama kampanyası karşısında niçin suskun? Türkiye hiç bu kadar müptezel bir duruma düşmemişti. Casuslar, hırsızlar, dolandırıcılar serbest… Üstelik muteber… Onları kovalayanlar ya cezaevinde ya da çirkin bir cadı avının muhatabı.
Ya CHP yapsaydı?
Taraf yayınladı birçok gazete paylaştı. Eski İstihbarat Daire Başkanı Hüseyin Namal, 6 Kasım 2009’da 81 ilin emniyet müdürüne bir talimat göndermiş. Bu talimatta, Nakşi, Kadiri, Nurcu, Süleymancı vs. gibi tarikat, dini akım ve grupların yakından izlenmesi isteniyor. Radikal dini gruplardan söz edilse ve “henüz şiddete başvurmamış olmakla birlikte, süreç içerisinde şiddete yönelebilecekleri düşünülmektedir” denilse, bir sözümüz olmayacak. Ama onların haricinde, çok sayıda takipçisi olan, üstelik devletle barışık dini gruplar da takibe alınmış. Bu gruplar, Türk toplumunun temeli olan aile yapısını bozmak, vatandaşlarımızı maddi ve manevi yönden mağdur etmekle suçlanıyor.
Hüseyin Namal’ın talimatı dikkatle okunduğunda, aslında bu izleme faaliyetinin yeni olmadığı ve süregeldiği de anlaşılıyor. Zira Namal şöyle diyor: “Günümüze kadar silahlı herhangi bir faaliyeti gözlenmeyen, stratejik hedefleri açısından GENEL OLARAK İZLENEN, tarikat, dini akım ve dinsel gruplar hakkında istihbari çalışmalara DEVAM EDİLMESİNİ rica ederim.”
Taraf Gazetesi, Gülen’in hedef alındığı 2004 tarihli MGK belgesini yayınlayınca, hükümet kıyamet koparmış, daha sonra medyada fişleme belgeleri çıkmış, buna karşı da gene AK Partililer’den tepkiler gelmişti. Kendilerinin 2004’te mecbur kaldıkları için MGK belgesini imzaladıklarını ama bu istikamette hiçbir adım atılmadığını açıklamışlardı. Oysa Hüseyin Namal’ın talimatı, bu çalışmaların hiç sona ermediğini ortaya koyuyor. Namal, aynı uygulamaya devam edilmesini talep ediyor.
Hiçbir yorum yapmayacağım ve sadece tek bir soru soracağım: Varsayalım ki CHP hükümette olsaydı ve onun böyle bir işe tevessül ettiği anlaşılsaydı, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün AK Partililer CHP’lileri din düşmanlığıyla suçlamaz mıydı?