Avrupa 'paralel' yalanını yutmadı
01 Ocak 1970
Başbakan Erdoğan’ın AB’li parlamenterleri, ‘paralel devlet’e ikna edebilmek için 21 Ocak’ta yaptığı Brüksel çıkarmasının perde arkasını anlatan Selçuk Gültaşlı, “Erdoğan bu geziden büyük tartışmalarla ve hüsranla döndü” diyor.
Selçuk Gültaşlı, 13 yıldır Zaman Gazetesi’nin Brüksel temsilciliğini yürütüyor. O, Avrupa Birliği’ni (AB) yerinde izleyen Türk gazeteci.
İşte Selçuk Gültaşlı'nın Bugün Gazetesi'ne verdiği o röportaj:
-Geçtiğimiz hafta, Alman istihbarat örgütü BND’nin 5 yıl boyunca Türkiye’yi dinlediği ortaya çıktı. Bu, Avrupa’da nasıl bir etkiye yol açar?
İstihbaratta herkes birbirini dinlemeye çalışır. Mesele, yakalanmamaktır. Amerikan İstihbarat Örgütü NSA’in bütün dünyayı dinleyebildiğini biliyoruz. İngilizce’de ‘whistle blower’ denilen, çalıştığı kurumların yanlışlarını ifşa edenlere, Avrupa’da büyük saygı duyulur. Çünkü devletin gücü her zaman denetlenmelidir. Mesela, ABD’de bir sürü insanın ‘hain’ dediği Edward Snowden, Avrupa’da birçok ödüle aday gösterildi. Şu anda Almanya’da da aynı olayla karşı karşıyayız. Sızdıran kişiyle ilgili, ‘hain, haşhaşi, sülük’ gibi nitelendirmeler yapılıyor mu buna bakmak lazım!
17 Aralık’ta da, biz buna benzer işler yaşadık. Yolsuzluk yapıldığına dair çok ciddi iddialara bakmak yerine, “Bu bir darbedir” denildi. Gezi Parkı ile arasında bir devamlılık kuruldu. İkisinde de ‘dış güçler’ ve ‘yerli işbirlikçi hainler’ söylemi kullanıldı. İktidar, gücünü pekiştirmek için komplo teorilerine başvurdu.
-“Birbirinin devamıydı” diyorsunuz; ama Gezi’de direkt suçlananlar arasında Hizmet Hareketi yoktu. Onu neden bu komplo teorisi içerisine soktular?
Gezi’de Hizmet Hareketi’nin olmadığını biz biliyoruz; ama iktidar yanlıları, uzun süredir, Gezi’nin arkasında da Hizmet Hareketi’nin olduğunu savunuyorlar. Hizmet Hareketi, siyasal İslam’dan yana değil, sivil İslam’dan yana. Bediüzzaman, “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim”diyor. Hocaefendi’nin hareketi de bunun gibi sivil İslam’dan, insan yetiştirmekten yanadır.
Din, siyasetin hizmetine girdiğinde, insanlar da dinden uzaklaşmaya başlıyor. 17 Aralık’tan sonra bazı arkadaşlarım, dindar insanların bu tür işlere girmesinden dolayı, dinle aralarına koydukları mesafeyi artırdıklarını söylüyorlar.
MİLLİ GÖRÜŞ GÖMLEĞİNİN ÇIKARILDIĞINA İNANMIŞLARDI
-Bu mesafenin, Erdoğan’ın, “Milli Görüş gömleğini çıkardım” söyleminin boşa çıkmasıyla da ilgisi var. Peki, Avrupa, Erdoğan’ın bu gömleği çıkardığına ne zaman inandı?
2002 Seçimleri’nden çok kısa bir süre önce Abdullah Gül, Brüksel’e geldi. Bir düşünce kuruluşundaki konuşmasının ardından kendisine sordum:“Siz, Erbakan döneminde önceliğinizi doğuya verdiniz. İran, Libya gibi tartışmalı geziler yaptınız. Şimdi ise önceliğimiz Avrupa olacak diyorsunuz. Avrupalılar size nasıl inanacak?”
-Karşılığı ne oldu?
Soru hoşuna gitmedi. “Seçilirsek göreceksiniz” dedi. Sözünde de durdu. 2002-2004 arasında, AK Parti, Brüksel’de ‘sessiz devrim’ diye nitelendirilen muazzam bir reform silsilesi üretti. 2007’de AK Parti’ye darbe teşebbüsü oldu. 2008’de de kapatma davası açıldı. Her ikisinde de AB net biçimde, AK Parti’nin arkasında durdu. “Biz bu adamların Müslüman demokrat olduklarına, Milli Görüş gömleğini çıkardıklarına artık inandık. AK Parti, İslam dünyasında görmediğimiz bir şeyi yapıyor. Demokrasi, sekülerizm ve İslam’ı barıştırıyor” dediler.
-Sıkıntılar ilk nerede baş gösterdi?
12 Eylül 2010’daki Anayasa Referandumu’nu, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Komisyonu ve Avrupa Birliği Konseyi bütünüyle destekledi. Artı, Avrupa Konseyi ve Avrupa Konseyi’nin anayasa konularındaki danışma organı Venedik Komisyonu çok kuvvetli biçimde destekledi. Ve Avrupa Birliği, yüzde 58’lik neticeden çok memnun kaldı.
AKP, Avrupalılar’a, “Biz reformları çok hızlı yürütmek istiyoruz. Ama önümüzde iki engel var: Askeri ve bürokratik vesayet” dedi. Askeri vesayet, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla; bürokratik vesayet de 12 Eylül Referandumu’yla büyük ölçüde geriletildi. Avrupalılar, “Şimdi AKP’nin gerçek genlerini, reformcu genlerini göreceğiz” dediler.
2011 Genel Seçimleri’nden yüzde 50 gibi bir oy aldı, AK Parti. Böyle olunca, AB, “AK Parti bize ve halkına, devleti değil bireyi önceleyen yeni anayasa sözü verdi” diyerek, bekleyişe girdi. Ama Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan kalkan ilk parti, AK Parti oldu. Venedik Komisyonu Başkanı Gianni Buquicchio ile o dönemde röportajlar yaptım. Dostum da olan bir AK Parti milletvekili, “Eğer Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na Venedik Komisyonu’nu müdahil edersek, bu dış vesayet olur” dedi. ‘Dış vesayet’, Kemalist bir söylemdir. İşte o zaman dedim ki, “AK Parti hızla Kemalist’leşiyor.”
12 Eylül 2010 Referandumu’nda kabul edilen maddelerin bir kısmı, kanunlaştırılmadı. Askeri yargı ile ilgili adımlar atılmadı. 2011 Seçimlerinden sonra, insanlar yeni bir Anayasa beklerken, hiç hesapta olmayan kuvvetli bir başkanlık sistemi düşünülmeye başladı.
HIRiSTiYAN DEMOKRATLAR’DA HEP BiR ŞÜPHE VARDI
-Avrupa Birliği’nde ilk kırılma nasıl oldu?
Şüpheler vardı. Mesela Hıristiyan Demokratlar’da... AB’nin en büyük siyasi ailesi onlar. Şu anda Merkel, Almanya’nın lideri. Almanya, Avrupa’nın lideri. Almanya, AB kurulduğundan bu yana hiçbir zaman bu kadar kuvvetli olmamış. Çünkü 2008’de başlayan mali krizle birlikte, Avrupa’yı, Alman ekonomisi ayakta tutuyor. Merkel’in “Hayır” dediği hiçbir şey, AB’de olamaz! Merkel,Hristiyan Demokrat olarak, Türkiye’nin AB’ye girmesine her zaman karşı olduğunu, imtiyazlı ortaklıktan yana olduğunu söylemiştir. Ama esas kırılma noktası, Gezi Parkı olayları oldu.
AB, Gezi Parkı sürecinde, Erdoğan’ın otoriter yüzüyle karşılaştı. Halkın taleplerine açık olup olmadığı şüpheli bir lider çıktı karşımıza. Avrupa Parlamentosu acilen toplanıp, Gezi Parkı olaylarıyla ilgili bir karar alıp, iktidarı tenkit etti.
“HiTLER DE BÖYLEYDi” SÖZÜ, ERDOĞAN’I ÇOK SiNiRLENDiRDi!
-Erdoğan’ın otoriterliğe kayarak, reformist kimliğiyle kendilerine takiyye yaptığını mı düşündüler?
Bu, önemli bir soru. 17 Aralık’ın hemen arkasından, 21 Ocak’ta, 5 yıl aradan sonra Erdoğan, Brüksel’e geldi. Gelirken de, iktidar yanlısı medyaya, “Belgeleriyle bu paralel yapıyı Avrupa’ya anlatacağım” dedi. Bütün AB kurumlarının liderleriyle görüştü. Avrupa Parlamentosu görüşmesi çok sert geçti.
-Çok sert, derken?
Erdoğan, Avrupa Parlamentosu’ndaki muhatapları olan siyasi grup başkanlarını, yani liderleri, ‘paralel devlet’in varlığına inandıramadı.
-Hangi noktada ikna olmadılar?
Erdoğan’a, “12 yıldır tek başınıza, çok kuvvetli bir iktidarsınız. Nasıl oldu da, 17 Aralık sabahına kadar, ‘devletin kılcal damarlarına sızmış, bu kadar sinsi’ bir yapıyı keşfedemediniz? Siz bu insanlarla yakın zamana kadar müttefiktiniz. 12 Eylül Referandumu’ndan sonra Pennsylvania’ya selam söylüyordunuz. Şimdi bu noktaya varmanız, bize ikna edici gelmiyor” dediler.
Sosyalist grubun lideri Hannes Swoboda, Erdoğan’ın yüzüne, “Reformları geri almak için, sizin Hizmet Hareketi’ni kullandığınızı düşünüyorum” dedi ve devam etti: “Ben, 12 Eylül Referandumu’nda, Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı olduğum dönemde, sizi destekledim. Bunun için, kardeş partim CHP ile kavga ettim. Şimdi dış güçlerden bahsedip, HSYK’yı değiştirmeye çalışıyorsunuz. HSYK’yı da değiştirmenizi dış güçler istemişti!”
Yeşiller’in lideri Daniel Cohn-Bendit, meşhur Kızıl Danny, “Bu ‘dış güçler’ sözlerinizle bana tamamen Kemalistleri hatırlatıyorsunuz. Ben yıllarca Türkiye’yle ilgilendim. Kemalistler, her şeyi, ‘dış güçler’ diye izah ederdi. Siz de böyle yapıyorsunuz ve bizi ikna edemiyorsunuz” dedi.
Başbakan Erdoğan, “Biz çoğunluğun desteğini aldık, bu da haklı olduğumuz gösterir” deyince; Cohn-Bendit de, “Sayın Başbakan, bu hiç doğru değil. Bizim bu konuda acı tecrübelerimiz var. Hitler de oy çokluğuyla iktidardaydı; ama hiçbir zaman haklı olmadı” karşılığını verdi. Bunun üzerine çok sinirlendi, Başbakan Erdoğan. Tartışma çok alevlendi ve Parlamento Başkanı Martin Schulz müdahale etti.
Avrupalılar, Erdoğan’a, “Neden bu kadar polisi, oraya buraya sürüyorsunuz?” sorusunu da soruyor. Başbakan, “Bizde bu kadar polis var. Şu kadarını gönderdiysek, bu çok da bir şey değil. Kafanıza bu kadar takmayın” diyor. Bana bunu anlatan Avrupalı parlamenterler, “Erdoğan bize ‘paralel devlet’ten bahsetmedi” şeklinde konuştu.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, mart ayında geldi. Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Ria Oomen Ruijten’le görüştü. O da, Bozdağ’a,“Beraber yürüdüğünüz insanları şimdi ‘paralelci’ diye yargılıyorsunuz. Bu konuda daha fazla konuşmanızı istemiyorum”dedi.
ARAP BAHARI’NDA ROL MODEL TÜRKiYE’YDi
-Avrupa Birliği, yaşadığı ekonomik krizin de etkisiyle, Arap Baharı’yla birlikte, Türkiye’nin yüzünü doğuya dönmesini nasıl okudu?
Türkiye, İslamcılık yapmayan; ama dindar-demokrat kimliğiyle büyük bir fırsattı ve Türkiye’yi, Arap Baharı’nda model ülke olarak gösterdiler.
Avrupa Parlamentosu Liberal Grup Başkanı ve Belçika eski Başbakanı Guy Verhofstadt, Parlamento’da yaptığı konuşmada, “Tahrir’de insanlar öldürülüyor. Buna tepki gösteren bir tane Avrupalı lider görmedim. Bir tane lider gördüm. O da Recep Tayyip Erdoğan” dedi. O dönemde, Türkiye’ye bakış buydu.
'DAVUTOĞLU’NU MACERACI VE FAZLA iHTiRASLI BULUYORLAR'
-Erdoğan da o günlerde, Mısır’da, laikliğin faziletlerini anlatıyordu…
Çok da iyi bir konuşmaydı… Ne oldu da, Türkiye model ülke gösterildi? Cevabı çok basit: Avrupa Birliği reformları. Dolayısıyla Arap Baharı başladığında, Türkiye’nin itibarı zirve yaptı. AB Dışişleri Bakanı Catherine Ashton’ın en fazla konuştuğu isim, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ydu.
Sonra, Gezi Parkı olayları ve 17 Aralık çıkageldi. 17 Aralık’la birlikte, AK Parti, 10 yıl boyunca AB reformları çerçevesinde kazandırdıklarını, birkaç ay içerisinde geri aldı. İnternet Kanunu, Twitter yasağı, Facebook yasağı, MİT Kanunu, HSYK Kanunu hep geri alındı. Birey lehine kazanılan hürriyet alanı, tekrar devletle tahkim edildi. Bu, Kemalizm’in, İslamcılar tarafından ihyasıdır! İslamcı entelektüeller, devletle eklemlendiler.
-Avrupa’da da, Davutoğlu ve Erdoğan’a bir “Neo-Osmanlıcılık” atfı var mı?
Görüştüğümüz diplomatlar, Neo-Osmanlıcılık argümanının Türkiye’yi nereye götüreceğini, Türkiye’nin nasıl bir dış siyaset kurgulayacağını düşünürken ciddi bir tereddüde düştüler. Davutoğlu’nun ilk yıllarındaki itibarı, şu anda Avrupa’da yok. Üniversitede de hocam olan Davutoğlu, maceracı görünen, fazla ihtiraslı bir profil çiziyor. Dışişleri’yle ilgili son dinlemede ortaya çıkan ve ‘paralel’in üzerine yıkılan ses kaydıyla da bu fikir güçlendi.
Suriye’deki cihatçılar, Türkiye üzerinden çok fazla girip çıktılar. O, Avrupa’da çok rahatsızlık üretti. Türkiye’nin buna göz yumduğunu iddia ediyorlar. Türkiye’nin, “Esed gitsin de nasıl giderse gitsin” dediğini söylüyorlar. Şimdi IŞİD diye bir şey çıktı karşımıza. Avrupa’nın bu konuda çok fazla endişeleri var.
‘ViRÜS’ LAFI, AVRUPALILAR’I ÜRPERTiYOR
-17 Aralık’tan sonra AB kurumlarının, Hizmet Hareketi’ne bakış açısı nedir? Kendi özelinizde, size karşı birtakım davranış değişikliği fark ettiniz mi?
Hayır, bana karşı böyle bir tavır yok. Büyükelçiliklerimizde çalışan Türkler, benimle görüşmekten korkuyor. Daha önce sık sık görüştüğümüz insanlar da var, bunların arasında. Telefonda, “Daha sonra görüşsek” diyenler var. Bu arada, Başbakan’ın ‘monşer’ diye aşağıladığı, çok değerli diplomatlar da var.
-Erdoğan’ın ‘monşer’ gibi aşağılayan, tahkir eden söyleminden rahatsızlar mı?
Bunu sadece ‘monşer’le sınırlamayıp, Başbakan’ın son yıllardaki siyasi söylemini ele almak lazım. Son yıllardaki söylemi, Avrupa’daki herkesi rahatsız ediyor. Hizmet Hareketi’yle ilgili ‘haşhaşi, sülük, virüs’ diyor. Bakın, ‘virüs’ dediğinizde, Avrupalılar’ın tüyleri ürperir!
-Neden?
Avrupa’nın tarihi dolayısıyla! Hitler, Yahudiler’i katletmeye başlamadan önce diyor ki, “Biz 19. Yüzyıl’ın Pasteur’leriyiz. Biz, Yahudi virüsünü bulduk. Ve bunu yok edeceğiz.” Başbakan’ın bir hareketi hedef alıp, şeytanlaştırması, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde kabul görmez. Nitekim Avrupa’daki liberallerin başı Sir Graham Watson, “Bu bir nefret suçu ve söylemidir” dedi.
Başbakan seçim kampanyası için geldiği Almanya’da, Köln’deki konuşmasında herkesi yuhalattı. Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir, “Başbakanın konuşması iyi olmadı. Bu, doğru bir üslup değil. Bunun bedelini hepimiz ödeyeceğiz” dedi. Arkasından, grup toplantısında, Başbakan hakaret etti, Cem Özdemir’e. “Sözde Türk”, “Haddini bil” dedi ve bunun üzerine diplomatik bir kriz çıktı. Berlin’deki Türk büyükelçimiz, Almanya Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Nitekim Avrupa’daki bazı Türkler, Başbakan’la ihtilafı yüzünden, Cem Özdemir’i ve eşini tehdit ettiler.
Alman Cumhurbaşkanı, Türkiye’yi ziyaret etti. Başbakan Erdoğan yine grup toplantısında, “Aklını kendine sakla” dedi. Büyük bir nezaketsizlik; çünkü muhatabı daha Türkiye’yi terk etmemişti.
Daha sonra Avusturya’ya gitti, Başbakan.27 yaşında, kendi oğlu yaşındaki Avusturya Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz, “Biz bu üslubu kabul etmeyiz. Bu üslupla konuşacaksanız, gelmeyin” dedi. Bir kriz çıktı. Avrupa bütün bu iblisleştirmeyi, ayrıştırmayı yaşamış. Bunları duyunca ürperiyorlar.
'13 YILDA TEK BİR TEKZİP YEMEDİM'
-Avrupalı parlamenterler, 17 Aralık’la ilgili bir brifing istediler mi sizden?
Bu soru için teşekkür ederim. AK Partili arkadaşların saçma sapan iddiaları var. Biz ‘paralel’ olarak çok etkiliymişiz de, orada bir karargâh kurmuşuz da! Ben, 13 yıldır oradayım. Oradaki tek gazete temsilcisiyim. Benim Avrupalılar’ı dezenforme etmem, Avrupalı’nın aklına hakarettir!
İkincisi, AB’nin yurtdışındaki en büyük büyükelçiliği, Ankara’dadır. Yani Türkiye’de ne oluyorsa, AB o dakika bundan haberdardır. Türkiye’yle ilgili konuları, bazen benden daha iyi takip ediyor, AB’li parlamenterler. Basit bir örnek vereyim: Rize Üniversitesi’nin yeni balık türleri bulduğu ve bunlardan birine “Recepi” gibi bir isim verdiği haber olmuş. Bu haberi okumamıştım. Avrupa Parlamentosu’ndan bir arkadaş bana mail attı, İngilizce. Parlamento kendi içinde bu haberle dalga geçiyormuş, benim haberim yok.
Siz, hiç işiniz yokmuş gibi, “O, bunu yapıyor. Bu, şunu yapıyor” diye ortalıkta dolaşırsanız, propagandist olursunuz ve sizi kimse gazeteci yerine koymaz. Allah’a hamdolsun 13 yılda yüzlerce haber yaptım ve bir tane tekzip yemedim.
Biliyorsunuz, Sabah gazetesi, İngilizce bir yayına başladı. Bu hayırlı oldu. Şimdi doğrudan ne yazdıklarını görüyorlar!
Şunu söyleyeyim… Burada Hizmet Hareketi’ne de eleştiriler var.
-Hangi konularda?
Ahmet Şık ve Nedim Şener konusunda, Hizmet medyasının daha iyi bir yerde durabileceğini düşünüyorlar. “Zaman gazetesi, bu gazetecilerin tutuksuz yargılanmasını savunmalıydı” diyorlar. Orada çok iyi bir imtihan veremediğini düşünüyorlar. Ben de bu eleştiriyi haksız bulmuyorum.
'ABDESTİNDEN ŞÜPHESİ OLMAYANLAR' YARGININ ÖNÜNÜ AÇTI
-Yolsuzluk iddiaları?
17 Aralık’tan sonra Başbakan’la ilgili çok sert bir düşüş yaşandı. Sayın Başbakan her yerde, “Bizim abdestimizden şüphemiz yok” dedi. Abdestinden şüphesi olmayanların nasıl bir tavır sergileyeceği çok nettir. İki örnek vereceğim size…
Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff’la ilgili yolsuzluk iddiaları ortaya çıktı. İstifa etti. Erdoğan’ın tabiriyle, “Benim abdestimden şüphem yok” demeye getirdi. “Hodri meydan! Beni lütfen yargılayın” dedi. Dava ilerledikçe, savcılar, “Bu dosyanın içi çok boş. Biz ettik, siz etmeyin. Dosyayı kapatalım” diye, neredeyse yalvardılar. Wulff, “Ben bir kere istifa ettim. Adım kötülendi. Sonuna kadar gideceğiz” dedi. Dava neticelendi, 719,40 euro’luk bir hesap çıktı. O da, “Evet, bu bir otel parası. Bunu ben ödemedim. Kredi kartıyla bir dostum ödedi. Bunu da kendisine sonra elden verdim” dedi. Elden vermese ne olur? Biz dostsak, ben sizden 719,40 euro borç almış olamaz mıyım? En son dediler ki, “Christian Wulff, namuslu bir adamdır. Biz hata ettik.” Abdestinden şüphesi olmayan devlet adamı böyle davranır!
Cem Özdemir, 1990’lı yıllarda, Almanya’da milletvekili seçilen ilk Türkler’den birisi. Milletvekili olarak topladığı uçak milleriyle, özel bir işi için bilet almış. Büyük bir kampanya oldu. “Kendine devletin biletleriyle topladığın millerle nasıl özel bilet alırsın?” diye ve Cem Özdemir derhal istifa etti.
Avrupa’da yolsuzlukla itham edilen bir devlet görevlisi, ‘abdestinden şüphesi yoksa’, sonuna kadar yargının önünü açar. Türkiye’de ise tam tersi oldu. Adli kolluğu, polisleri, hukuk sistemini, HSYK’yı değiştirdiniz. Meclis’te fezlekeler kayboldu. Sayıştay raporları gelmiyor. Dolayısıyla Avrupalılar’da büyük bir şüphe var.
-Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine dair bundan sonrası için öngörünüz ne?
İşler zora girmiş görünüyor. 2004’te müzakereler başladığında, AB, “Türkiye, Kopenhag Kriterleri’ni yeteri kadar yerine getirmiştir” dedi. Şimdi deniyor ki, “17 Aralık’tan sonra yaptığı icraatlarla, Türkiye 2004’ün gerisine gitmiştir.”
Önümüzde zor bir süreç olacak. Erdoğan’ın 30 Mart Seçimleri’nden sonra yaptığı balkon konuşması büyük tepki gördü. Almanya’da, Hıristiyan demokratların küçük partisi CSU, kendi vatandaşını tehdit eden bir ülkeyle müzakerelerin derhal askıya alınması gerektiğini söyledi.
Avrupa’da, Abdullah Gül’le ilgili de büyük bir hayal kırıklığı var. Her zaman takdir gören,hürmet edilen bir siyasi liderdi. Ama 17 Aralık’tan sonra önüne gelen ne varsa imzaladı. Büyük bir güven kaybı oluştu.