Yeni Türkiye’ tam olarak ne demek?
Mustafa Akyol 01 Ocak 1970
Müstakbel Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun AK Parti Kongresi’nde yaptığı konuşma iyiydi. Bir çok yönden “endişe giderici”ydi.
Evvela ekonomi yönetiminin “rasyonel” kalacağına vurgu yaptı Davutoğlu. Yani AK Parti’de giderek yükselen “iktisadi ulusalcılığa” prim vermediğini ima etti. Meşhur “paralel devlet” konusunda ise, bunun devlet hiyerarşisiyle ilgili bir mesele olduğunu vurguladı. Yani okullara, şirketlere, bankalara, sivil toplum kuruluşlarına musallat olacak bir “cadı avcısı” görüntüsü vermedi.
Dahası, AK Parti’nin geçmiş yıllarından hatırladığımız demokrasi ve özgürlük vurgularını bize yeniden hatırlattı. Örneğin şöyle dedi:
“Türkiye'de düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, girişim özgürlüğü, AK Parti Hükümetlerinin teminatı altındadır. Hiç kimse bu özgürlükleri ihlal edemez, edemeyecek. Bizim iktidar olduğumuz Türkiye'de hiç kimse şu veya bu gerekçeyle bir daha ötekileştirilemeyecek.”
Bu sözleri desteklememek mümkün mü?
Ben de zaten kurulduğu günden itibaren bu yöndeki mesajları ve icraatları nedeniyle destekledim AK Parti’yi. Bunları dindar kimliğiyle yapıyor olmasına ayrıca sevindim.
Ama gel gör ki, son iki-üç yıldır başka bir söylem daha gelişti AK Parti’de.
Bu, Davutoğlu’nun, “Türkiye'de hiç kimse ötekileştirilemeyecek” vaadinin aksine, milyonlarca, belki on milyonlarca kimseyi fazlasıyla ötekileştiren bir söylem.
Bu söylemin merkezinde de, paradoksal bir biçimde, “hiç kimsenin ötekileştirilemeyeceği bir yer” olarak tarif edilen “Yeni Türkiye” yer alıyor.
Peki nasıl oluyor bu iş?
Ütopya ve düşmanları
Paradoksun sebebi şu:
AK Parti taraftarları bize bir taraftan harika bir “Yeni Türkiye” tarif ediyorlar: Herkesin eşit, özgür, müreffeh olacağı, kimsenin öteki ve “iç düşman” sayılmayacağı pırıl pırıl bir demokrasi…
Ama o harika “Yeni Türkiye”ye varana dek tepelenmesi gereken bir sürü iç düşman var.
Kim bunlar?
“Yeni Türkiye”yi istemeyenler!
Bunlar, hem çok karaktersiz ve çıkarcı oldukları, hem de “Yeni Türkiye’nin önünü kesmek isteyen dış güçler”e hizmet ettikleri için, çok kötü insanlar.
“Tasfiye” edilmeleri şart.
Bu söylemi her Allah’ın günü medyada ve sosyal medyada dinliyoruz.
Örneğin, AK Parti’yle olan fikri paralelliği aşikar olan Yeni Şafak gazetesi, genel yayın yönetmeni imzasıyla şöyle yazıyor:
“Türkiye'nin ve yakın coğrafyasının 20. yüzyılını belirleyen güçler işte şimdi Türkiye'yi dar alanda tutmak için var güçleriyle çalışıyor. O çevrelerden beslenen siyasilerin, aydın tipinin ve medya mensubunun bu gerçeği gözlerimizden kaçırmasına izin vermeyin. Onların ezberciliği, saplantıları, korkuları bugüne ışık tutamaz. Siyasetçi, aydın ve medya tiplemeleri o korkular arasında kaybolup gidecektir. Bu tür kişiliklerin belirlediği, yönettiği yapıların yeni dönemde ayakta kalması mümkün değil.”
Aynı yazı, bize, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’ın rakibi olan Ekmeleddin İhsanoğlu'nun da yine masum bir siyasi muhalif olmadığını, “Yeni Türkiye’nin önünü kesmek isteyen dış güçler”in başlattığı hain sürecin bir piyonu olduğunu söylüyor:
“Bu sürecin üçüncü aşaması Ekmeleddin İhsanoğlu'nun Cumhurbaşkanı adayı yapılmasıdır. CHP ile MHP'yi, diğer bütün küçük partileri ve paralel örgütü aynı çatı altında toplayan irade, Türkiye'ye tuzak kuran o iradedir. Türkiye'nin yüzyılını çalan vesayetçi merkez ülkelerin iradesidir. Osmanlı coğrafyasını yüz yıldır talan eden, milyonlarca insanın kanını akıtan, kitleleri süründüren, onurlarını ve kimliklerini çalan sömürgeci hırsızların iradesidir.”
Yani, Türkiye için farklı fikirleri ve vizyonları olan meşru siyasi rakipler yok karşımızda.
Bir tarafta ülkeyi şaha kaldıracak, hatta İslam alemini kurtaracak bir “kutlu yürüyüş”ün öncüleri var.
Diğer tarafta hainler, ajanlar, işbirlikçiler… Yani iç düşmanlar.
"Kimsenin ötekileştirilmeyeceği" o güzel geleceğe doğru giderken yolda ülkenin yarısı ötekileştiriliyor yani...
Bitmeyen devrim
Asıl sorun şu: AK Parti, son dönemde giderek “devrimci” bir söylem edindi. Bu da, siyasi tarihteki diğer devrim hareketleri gibi, bize bir yandan hoş “ütopya” vaad ediyor, bir yandan da ütopyaya varana kadar sürecek çetin bir mücadele.
Bunu söyleyenler, mücadelenin kısa süreli olacağına, “Yeni Türkiye’nin düşmanları”nın tasfiyesi ile sonuçlanacağına, nihayetinde de altın bir devrin başlayacağına inanıyor gibiler. Bunun “tarihin akış yönü” tarafından belirlediğine bile inanıyorlar.
Oysa siyasi tarih bize bu gibi devrim hareketlerinin peşinde koştukları ütopyaya hiç bir zaman varamadığını, yürüttükleri çetin mücadelenin de asla bitmediğini defalarca göstermiştir.
Bu durumun doğal sonucu ütopyacıların giderek otoriterleşmesidir. Temizle temizle bir türlü bitmeyen iç düşmanlar, bunları temizlemek için giderek daha fazla demir yumruk gerektirir.
Kemalizm’de de böyle olmamış mıydı? O ideoloji de kendine göre pırıl pırıl bir “Yeni Türkiye” kurmuştu. “Eski Türkiye özlemi içinde olanları” (Saltanatçıları, Hilafetçileri, İttihatçıları, liberalleri, muhafazakarları, vs.) tasfiyeye soyunmuştu.
Ama biliyoruz ki tarih öyle akmadı. Tasfiye edilenler direndiler, örgütlendiler. “İrtica” ve “bölücülük” olarak kalıcılaştılar. Sonunda galip de geldiler.
Sakın AK Parti de böyle uğursuz bir yola giriyor olmasın?
Davutoğlu’na çağrı
Aslında yol yakın; makuliyete dönüş mümkün. Davutoğlu gibi siyaset ve tarih derinliğine sahip bir akademisyenin liderliği de bir fırsat.
Bu fırsata güverenek, şans vererek (ve AK Parti için hep “eleştirel dost” olmayı hedeflemiş biri olarak) Sayın Davutoğlu’na bir çağrıda bulunmak isterim:
Lütfen, “Türkiye'de hiç kimse şu veya bu gerekçeyle bir daha ötekileştirilemeyecek”vaadini bir an önce hayata geçirin. Partinizin, kadrolarınızın, sizi destekleyen medyanın diline buna göre liderlik edin.
Deklare edin ki, “Yeni Türkiye” çok güzel bir idealdir ve AK Parti bunun için elbette çalışacaktır.
Ama “Yeni Türkiye”yi beğenmemek de, eleştirmek de, karşısında olmak da, “Eski Türkiye”yi özlemek de, yahut AK Parti’ninkinden bambaşka bir “Yeni Türkiye” hayal etmek de meşrudur. Vatana ihanet, emperyalizme hizmet falan değildir.
Türkiye ancak o zaman özgürlüğe, demokrasiye, hukuka ve huzura kavuşabilir.
Yoksa, Allah korusun, bir yüzyıl daha birbirimizi yemeye devam edebiliriz.