Kaos işaretleri!
Nuh Gönültaş 01 Ocak 1970
Dünden itibaren Türkiye yeni bir döneme girdi.
Kimilerine göre bu dönem Ortaçağ’ı kapatıp Yeniçağ'ı başlatan Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesi kadar önemli!
Oysa daha ilk günden itibaren gelişmeler Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması ile girilen sürecin Türkiye için bir tür kaos işareti anlamına gelebileceğini de gösteriyor olabilir.
Dün Türkiye’de yaşananlardan sonra başlayan döneme eğer “Yeni Türkiye” diyeceksek bu başlangıç yeni Türkiye için kaos işaretleri anlamıma geliyor.
Evet, Türkiye bir cumhurbaşkanı seçti ama o cumhurbaşkanı “Ben farklı bir cumhurbaşkanı olacağım” diyor. Bunun “her şeye ve herkese karışacağım” anlamına geldiğini söyleyenleri tekzip etmiyor. Ve tabii ki yeni cumhurbaşkanı kendisine Anayasa’nın tanımladığı sınırlar dışında bir misyon biçiyor.
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçildikten sonra ve dün yaşanan olaylar gelecek adına kaos işaretleridir. Nedir bunlar:
1- Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşinin AKP ile ilişkilerinde 28 Şubat döneminden beter zamanlar yaşadıklarını açıklaması…
2- “Yargıtay’da yapılacak törende Baro Başkanı Metin Feyzioğlu oraya katılacaksa ben yokum” diye başlatılan süreçte Yargıtay’ın Cumhurbaşkanı yerine Feyzioğlu’nu tercih etmesi…
3- Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Almanya’nın Türkiye’yi uzun zamandır dinlediğini açıklaması ve buna asla tepki verilmemesi…
4- Cumhurbaşkanlığı yemin törenine ABD’nin sadece maslahatgüzar düzeyinde bir temsilci göndermesi…
5- Avrupa Birliği devletlerinden hiçbir ülkenin yemin törenine devlet başkanı düzeyinde ya da Türkiye için değerli bulunabilecek bir düzeyde katılmaması…
6- Dün yapılan yemin töreninde TBMM Başkanı’na TBMM iç tüzüğü fırlatılması…
7- CHP’nin yemin töreninde Meclis’i terk etmesi ve sonrasında yapılan açıklamada “yeni cumhurbaşkanının yaptığı yemine sadık olmayacağının önceden bizzat kendisi tarafından beyan edilmiş olduğunun” açıklanması…
8- Ahmet Davutoğlu’nun bir konuşmasında “cumhurbaşkanlığı makamının denetim makamı olmadığının” altını çizmesi…
9- Türkiye’nin IŞİD’e destek verdiğinin ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından yoğun biçimde tartışılıyor olması…
“Dava” siyasi parti davası ötesine geçerse…
Türkiye’de birisi “dava” dediğinde ona “bu dava dediğiniz şeyin kökenleri nedir, nereye kadar gider” diye sorarsanız bulunduğu noktadan geriye doğru gitmeye başlar ve Hz. Adem ile Havva’ya kadar ulaşır.
Geçmişte Hüseyin Gülerce’nin de mensubu olduğu Milli Mücadele Birliği adında bir “dava”vardı.
Cemil Çiçek, Melih Gökçek, Ahmet Taşgetiren de Hüseyin Gülerce gibi o davadan koşuyorlar.
Üniversitedeyken bir arkadaş bize Milli Mücadele Davası’nı anlatmaya çalışıyordu. Kendisine“Bu davanın kökenleri nedir, nereye dayanıyor” diye sorduğumu hatırlarım.
Sorudan sonra uzunca bir sessizlik oldu. Orada bulunan herkes birbirinin gözlerine bakmaya başladı. Ben samimi bir cevap bekliyordum. Nihayet o cevap geldi: “Tabii ki bu dava Hz. Adem ile Havva’ya kadar gider, kökenleri oraya dayanır” dedi.
Bunu söyleyen de dahil hepimiz bu cümleler karşısında kahkahalarla gülmeye başladık.
Bence biri size “dava” dediği zaman ona mutlaka köken, kaynak, tarih sorun. Verilen cevaplar gerçekten eğlenceli oluyor!
Şimdi… Bakıyorum da geçmişte “gömlek değiştirdik” diyen AKP’liler muktedir olunca her ağızlarını açtıklarında bir “dava”dan söz ediyorlar.
Tayyip Erdoğan "Bizler, hepimiz ezelden gelen ve inşallah ebede giden bir mübarek davanın hizmetkârlarıyız" derken, Ahmet Davutoğlu da davayı Hz. Adem’e kadar götürmese de “Malazgirt, Mohaç, Kosova, Otlukbeli, Çaldıran”a kadar götürüyor ve kıyamete kadar da bu davanın yaşayacağını söylüyor.
Doğrudur, sağ seçmen böylesi hamasete prim veriyor.
Liderlerin hitap ettiği kitlelere bir hedef vermesi gerekli ve de anlaşılır bir şey.
Ancak, bir siyasi parti için “Dava nedir” sorusunun cevabı “İktidar olmaktır”dan öteye geçmeli mi?
İktidar olursunuz ve parti programınızı hayata geçirmeye çalışırsınız. Bunun ötesi maceradır!
Bu vizyon rahmetli Erbakan’dan kalma bir vizyon.
Ona göre herkes bir gün “Milli Görüşçü olacak”tı.
Dünyanın yarısı Milli Görüşçü yarısı da Milli Görüşçü olmaya aday insanlardan oluşuyordu.
Siyasi parti davasını “Ezel ve ebed davası” olarak takdim ederseniz, iktidarınızı mistifize eder, partinizi de kutsallaştırırsınız. Böylece, “ötekileri” -ki ötekiler her zaman, kıyamete kadar ötekiler olacaktır- kabul etmekte zorlanır, hatta aforoz etmeye başlarsınız.Onun için siyasi parti davalarını kutsamak, siyasi parti davasına siyaset ötesi anlamlar yüklemek, parti davasını sizden olmayanlara, sizi desteklemeyenlere zarar veren bir mekanizmaya dönüştürür.
Hem partiye hem de iktidar ülkeye zarardan ve kaostan başka bir şey getirmez. Çünkü bir ülkenin bütünüyle aynı davanın adamları olmasını beklemek boş bir hayal olduğu gibi gerçekleşme şansı hiç olmayan bir ütopyadır.
Günün tweeti
“Yeni Türkiye dediğin, Kuzey Kore’nin kısık ateşte pişmekte olan hali. Birkaç aya aynı kıvama gelir…”