« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

09 Oca

2013

“YENİÇAĞ”IN PROF. DR. ÜMİT ÖZDAĞ İLE YAPTIĞI RÖPORTAJ

Fatih ERBOZ - Yeniçağ 09 Ocak 2013

ÖZEL HARP DAİRESİ VE ALPARSLAN TÜRKEŞ GERÇEĞİ
Çürük kaynaklarla tarihe ışık tutulmaz. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, devletin kurumlarını yıpratarak Türk milliyetçilerini karalamak ve zan altında bırakmak alışkanlığının gazeteci Ecevit Kılıç’ın “Özel Harp Dairesi” adlı kitabında da acımasızca sürdürüldüğüne dikkat çekti.
Prof. Ümit Özdağ Türk milliyetçilerini karalamak ve zan altında bırakmak alışkanlığının gazeteci Ecevit Kılıç’ın “Özel Harp Dairesi” adlı kitabında da acımasızca sürdürüldüğünü söylüyor.
Prof. Özdağ, gazeteci Ecevit Kılıç’ın kitabının büyük yanlışlar, tahrifatlar ve çarpıtmalarla dolu olduğunu belirtiyor.
Türkiye gündemindeki en çarpıcı başlıklardan birisi, askeri darbe iddiaları ve bununla birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığı. Bu konularda her gün yüzlerce haber ve makale yazılı ve sanal basında çıkıyor. Eski adı Özel Harp Dairesi olan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın Kontrgerilla olduğu ile ilgili iddialar ise 1970’lerden buyana gündemde oldu. Bu çerçevede bir kısım basın ve yayın organı tarafından sürekli gündeme getirilen bir iddia da rahmetli Alparslan Türkeş’in Özel Harp Dairesi’nin ilk adı ile Seferberlik Tetkik Dairesi’nin kurucularından ve öğretmenlerinden oluşu ile 1970’li yıllarda MHP ile Özel Harp Dairesi/Kontrgerilla arasında bağ olduğu. Bu kadar iddiaya rağmen bu konuda yazılmış kitap sayısı ne yazık ki çok az. Ayrıca, Türk milliyetçilerinin bu iddialar konusunda şimdiye değin verilmiş çok fazla cevabı yok.
Bu konularda kapsamlı bir çalışma olma iddiası ile piyasada bulunan bir çalışmada gazeteci Ecevit Kılıç’ın “Özel Harp Dairesi-Türkiye’nin Gizli Tarihi” adlı kitabı. Ecevit Kılıç’ın bu kitabı konu ile ilgili tek kitap olarak tanıtılıyor, aslında çok da yanlış değil bu iddia. Kılıç’ın kitabı birkaç baskı yaptı. Ancak Ecevit Kılıç’ın kitabında ileri sürdükleri ile bir süre önce değişik televizyon kanallarında Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın ileri sürdüğü hususlar arasında bazı temel farklılıklar olduğu gözümüze çarpınca Prof. Dr. Ümit Özdağ ile bir söyleşi yaparak bu konudaki görüşlerini sorduk. Ortaya çok çarpıcı iddialar çıktı. Aşağıda bu çarpıcı söyleşiyi yayınlıyoruz.
Yeniçağ - Sayın Özdağ, son günlerde özellikle de Çukurambar’da gerçekleşen ve Sayın Arınç’a suikast iddialarına kadar uzanan tartışmaların odağında olan Özel Harp Dairesi ile ilgili araştırma çok fazla değil. Bunlardan birisi belki de en fazla bilineni Ecevit Kılıç’ın “Özel Harp Dairesi-Türkiye Cumhuriyetinin Gizli Tarihi” adlı kitabı. Oysa siz bu konuda son haftalarda bu kitapta ileri sürülenlerden çok farklı bir Özel Harp Dairesi manzarası çiziyorsunuz. Neden?
Prof. Özdağ - Evet farklı aslında benim okuduğum kaynaklar Kılıç’ın okuduklarından çok farklı değil. Ancak Ecevit Kılıç’ın kitabı çok büyük çarpıtma ve görmezlikten gelmelerle dolu. Kılıç, kaynakları bilinçli olarak çarpıtıyor, yazılmamış şeyleri yazılmış gibi gösteriyor ve kaynak tahrifatı yapıyor. Ortaya böylece olandan farklı bir resim çıkıyor. Kılıç’ın en temel çarpıtması Özel Harp Dairesi’ni İtalyan Özel Harp Dairesi Gladio ile özdeşleştirmesi ile başlıyor. Oysa Türkiye’de 1952’de kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu ile İtalya’da kurulan Gladio’yu yapı ve işlev açısından özdeş örgütler olarak ortaya koyması. Oysa karşımızda kuruluş zemini, yapı ve işlev açısından çok farklı iki örgüt var.
Yeniçağ - Nasıl farklı, biraz açar mısınız bu konuyu?
Prof. Özdağ - Tabii, bu konunun iyi anlaşılması gerekiyor. Seferberlik Tetkik Kurulu/Özel Harp Dairesi ile ilgili bilinen en temel gerçek, Türkiye’nin 1952’de NATO’ya girmesinden sonra, Türk Ordusu bünyesinde “Seferberlik Tetkik Dairesi” adlı bir dairenin 27 Eylül 1952’de “Milli Savunma Yüksek Konseyi”nde görüşüldükten sonra hükümetin kararnamesi ile kurulduğudur. Kuruluş kararnamesinin altında Cumhurbaşkanı C. Bayar, Başbakan A. Menderes, Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanının da imzaları vardır. İtalya’da Gladio ise Amerikan istihbarat örgütü ile İtalyan askeri istihbarat örgütü arasındaki bir anlaşma çerçevesinde imzalanmıştır. Bu çok önemli bir hukuki ve politik meşruluk farkıdır.
Seferberlik Tetkik Dairesi, NATO’daki benzeri kuruluşlardan farklı olarak, içinde “İstikrar Harekâtı” ve “Psikolojik Savaş” birimleri olmayan, sadece “Gayri Nizami Harp” bölümü üzerine kurulmuş bir yapıdır. Gayri Nizami Harp, üç askeri harekât türünü içermektedir. Bunlar, gerilla harekâtı, mukavemet harekâtı ve özel kuvvetler harekâtıdır. Türkiye’de oluşan yapı, gerek örgütsel gerek stratejik anlayış açısından genel NATO modelinden büyük farklılıklar içermektedir.
İtalyan Özel Harp Örgütü Gladio, “İstikrar Harekâtı”, “Psikolojik Savaş”, “Gayri Nizami Harp” bölümlerinin üçünü bünyesinde barındıracak şekilde oluşturulmuştur. Bu fark büyük bir öneme sahiptir. Çünkü örgütsel modeliniz sizin işlevinizi de belirler. Ecevit Kılıç ve onun gibi bir politik sonuca varmak isteyenler, bu kuruluş farkı ve örgütsel model farkını bilmelerine rağmen bilmemezlikten gelmektedirler. Çünkü bu farkı ortaya koyduğunuz zaman daha sonraki çıkarımlarınız tartışmalı hale gelir.
Yeniçağ - Peki bu konu üzerinde tekrar duracağız, ancak öncelikle dikkatinizi çeken başka hangi hususların altını çizmek istersiniz?
Prof. Özdağ - Öncelikle altını çizmek istediğim husus, Türkiye’de sol hareketin büyük bir bölümüne hakim olan “Özel Harp Dairesi-Alparslan Türkeş-MHP” bağlantısı efsanesini Ecevit Kılıç’ın kitabında acımasız ve kanıtsız şekilde sömürmüş olmasıdır. Müsaade ederseniz bu konunun açığa kavuşması için Ecevit Kılıç’ın kitabından alıntılar yaparak yapılan tahrifatları, çarpıtmaları tek tek ortaya koymak istiyorum. Kılıç şöyle diyor: “Savaş sırasında Türkiye’de tanınmayan Türkeş’in adını Naziler çok iyi biliyordu. Avrupa’daki gizli örgütler üzerinde en kapsamlı araştırmayı yapan ünlü araştırmacı Daniele Ganser’e göre Nazilerin İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de bağlantılı olduğu kişi Alparslan Türkeş’ti”.
Kılıç’ın bahsettiği Daniele Ganser’in “NATO’nun Gizli Orduları” adlı kitabı son derece yüzeysel, ikincil ve üçüncül kaynaklara dayalı bir çalışmadır. Kitabın Türkiye bölümü ise kullandığı kaynaklar açısından tam bir felakettir. Bu bölümde kullanılan birçok kaynak PKK’nın Almanya’da bastırdığı propaganda kitaplarına dayanmaktadır. Nitekim, A. Türkeş ile ilgili iddiasını ileri sürdüğü 393–394. sayfalara baktığımız zaman Ganser’in bu görüşüne kaynak olarak Fikret Arslan ve Kemal Bozay’ın yazdığı “Grauen Wolfe heulen wieder” adlı (Bozkurtlar yeniden uluyor) Almanya’da yayınlanan komünist ajitasyon/propaganda kitabı olduğunu görürsünüz. Böyle bir kaynağa dayanarak ortaya attığınız iddia uyduruktur. Kılıç bunu bilmiyor mu? Tabii ki biliyor ancak sözde “ünlü araştırmacı Danser” diyerek kaynağın çürüklüğünü örtmeye ve bu tespiti Ganser’in ürettiğine okuyucuyu ikna etmeye çalışıyor.
Kılıç, Türkeş ile ilgili bir başka efsaneyi de özensiz bir şekilde gündeme taşıyor. 1948’de 16 Türk subayı iki ordu arasında yapılan bir anlaşma gereği “gerilla savaşı” konusunda eğitim almak üzere ABD’ye yollandı diyor. Gerçekten de 16 Türk subayı 1948 senesinde ABD’ye yollanıyor ancak subayları Genelkurmay Başkanlığı keyfi olarak seçmiyor. Yapılan İngilizce dil sınavını kazanan 16 subay yollanıyor. Subayların politik görüşlerinin seçilme ile herhangi bir ilgisi yok. Ancak Kılıç, 27. sayfada “Nazilerin Türkiye’deki bağlantılı ismi olan Alparslan Türkeş” ve s. 29’da “Alparslan Türkeş ve Turgut Sunalp’in liste başı olduğu ekip” diyerek iki çarpıtma yapıyor. Ölçüt dil sınavında yüksek puan almak için liste başı olmayı oluşturacak tek şey dil sınavından yüksek puan almak. Ancak Kılıç, burada gördüğü bir listeye atıfta bulunmuyor sadece psikolojik operasyon yapıyor.
ABD’ye yollanan 16 subay içinde 27 Mayıs’ta Milli Birlik Komitesi içinde ve Alparslan Türkeş’in politik olarak karşısında yer alan Ahmet Kılıç ve Mucip Ataklı da var. Özellikle Ahmet Kılıç, 1970’li yıllarda Türkiye’de solun önde gelen isimlerinden. Kılıç, MBK üyelerinden Suphi Karaman’ın da bu 16 subay arasında olduğunu söylüyor ki bu doğru değil.
ABD’ye giden 16 subay gerilla ve özel harp eğitimi mi alıyorlar. Hayır, aldıkları eğitim “İleri Piyade Tekâmül Kursu”. Zaten Kılıç’ta da Türkeş’in “Şahinlerle Dans” adlı kitabındaki anılarına dayanarak eğitimin Georgia’da Amerikan Piyade Okulu’nda gerçekleştiğini ifade ediyor. Kılıç’a göre bu okuldaki eğitim son üç ayında özel harp teknikleri öğretilmiş. Demek ki 3 ayda özel harpçi olunuyormuş.
Ancak Kılıç’ın A. Türkeş’e olan takıntısı burada bitmiyor. Kılıç, kitabının 40. sayfasında Fransa’da kurulan özel harp yapısından bahsederken şöyle diyor: “Elemanları tamamen Amerika’da özel harp eğitiminden geçirilen bu örgütün baş kahramanı ise Alparslan Türkeş’le benzer özellikler taşıyan Francois Grassouvre’ydi. O da İkinci Dünya Savaşı sırasında tıpkı Türkeş gibi Nazilerin yayında yer almıştır.” Kılıç, böylece bir yandan büyük bir yalanla Türkeş’i Nazi bağlantılı olarak ortaya koymakta ve ülkesi Fransa Nazi orduları tarafından işgal edilen ve onlarla işbirliği yapan Francois Grassouvre ile benzer göstermektedir. Kılıç’a bu yetmiyor. Sayfa 40’da “Portekiz’de özel harp örgütünü kuran Yves Guillon’da Türkeş gibi yüzbaşı iken ABD’de eğitim almıştır” diyerek devam etmektedir. Doğrusu çok etkileyici bir benzerlik... Aslında Kılıç, kitabın değişik yerlerinde ilgili ilgisiz konuyu Türkeş’e getirerek psikolojik savaş metni kaleme alıyor.
Yeniçağ - Çok sıkı okuduğunuz anlaşılıyor, kitabı farklı renklerle boyama kitabına çevirmişsiniz...
Prof. Özdağ - Evet ancak ortada öyle büyük bir rezalet var ki bilimsel araştırma adına ve Türkeş ile ilgili öylesine haksız bir kara propaganda yapılıyor ki, bunları gündeme getirmenin zamanı geldi artık diye düşünüyorum. Ecevit Kılıç kitabının ilerleyen sayfalarında mesela sayfa 49’da Özel Harp Dairesi’ni kuran kadroların isimlerini veriyor. Bunların arasında Alparslan Türkeş yok. İlk kez bir doğru ile karşılaşıyoruz Türkeş ile ilgili. Türkeş emekli olduğu 13 Kasım 1960 tarihine kadar Seferberlik Tetkik Dairesinde hiç görev yapmamış. Bu nasıl özel harp kurucusu ki hiç özel harp dairesinde çalışmamış...
Yeniçağ - Söylediğiniz şu mu: “Türkeş özel harpçi değil ve özel harp dairesinde hiç çalışmadı.”
Prof. Özdağ - Evet. Bunu kastediyorum. Türkeş, değil özel harpçi olmak özel harp eğitimi dahi almamıştır. Özel Harp Dairesinin kuruluşunda veya daha sonraki yıllarda çalışmalarında bulunmamıştır. Aslında Türkeş, Özel Harp Dairesi’nin ne iş yaptığını tam anlamı ile ancak 28 Mayıs 1960’da Seferberlik Tetkik Kurulundan görevli ve Harp Okulundan arkadaşı İsmail Tansu gelip anlatana kadar bu dairenin ne iş yaptığını dahi bilmemektedir. İsmail Tansu, bu olayı çok açık bir şekilde “Aslında Kimse Uyumuyordu” adlı kitabında anlatıyor. Kılıç bu kitabı okuduğu ve Tansu ile söyleşi yaptığı halde Türkeş ile ilgili bu gerçeği kurmak istediği sahte gerçekliğe uymadığı için görmemezlikten geliyor.
Kılıç, İsmail Tansu’nun kitabından özet alıntı yaptığı 109. sayfada şöyle diyor: “Tansu bu gergin bekleyişe son vermek ve daireyle ilgili planları öğrenmek için Cemal Gürsel’e gitti. Ancak randevu verilen kişi Başbakan Müsteşarı olan Alparslan Türkeş oldu. İsmail Tansu karşında Alparslan Türkeş’i görünce hem şaşırdı hem sevindi. Sevinmesi derdini rahat anlatacak olmasındandı. Çünkü Türkeş Özel Harp Dairesini ve görevlerini çok iyi biliyordu.” Bu anlatımdan sonra okuyucu şu soruyu sorma hakkına sahip oluyor. “Eğer Türkeş Özel Harp’in kurucularından ise Özel Harpçi İsmail Tansu neden Gürsel’den randevu istesin ve tesadüfen Türkeş ile görüştüğünde şaşırsın?” Özel Harp Dairesinde efsane olan bir subayı hem de başbakan müsteşarı olmuş. Eğer Özel Harp Dairesi için bu kadar önemli bir subay 27 Mayıs’ın öncü kadrosu içinde ise neden Özel Harp Dairesi 27 Mayıs’tan habersiz ve dışında kalmış... Bu tür soruları artırabiliriz.
Üstelik İsmail Tansu, Türkeş ile görüşmesini Kılıç’ın özetlediği gibi anlatmıyor. (Aslında Kimse Uyumuyordu s. 232) “Türkeş’le daha önceden tanışıyordum. (...) O da öteki ihtilalci subaylar gibi kurulumuzu tanımıyordu. Yalan yanlış dedikodular nedeni ile kurulumuzdan kuşku duyuyorlardı.(...) Kurulumuzu tanıtmak ve gerçekleri anlatmak için Milli Birlik Komitesinde yakın arkadaşlarım vardı. Fakat ben bulunduğu makamı göz önünde bulundurarak Türkeş’e gitmeyi tercih ettim. (...) 28 Mayıs sabahı randevu almadan, tebrik etmek vesilesi ile Türkeş’in makamına gittiğimde beni dostça karşılayıp, kucaklayarak teşekkür etmiş ve oturmam için yer göstermişti (...)Beni dikkatle ve merakla dinleyen Türkeş ”Anlat Tansu anlat vaktim var. Bu çok önemli bir mesele, bulandırılan kafalarımız şüpheden arınsın“ demişti.” Bunları okuduktan sonra Ecevit Kılıç’ın konuyu nasıl çarpıttığı bir kez daha meydana çıkıyor. Bir araştırmacı kaynağa sadık kalmak zorundadır. Kaynağı çarpıtan araştırmacı, araştırmacı değildir.
Yeniçağ - Türkeş’in Çankırı’da gerilla okulunda ders vermesi Özel Harp Dairesi ile ilişkilendiriliyor. Buna açıklık getirir misiniz?
Prof. Özdağ - Türkeş, Çankırı’da Piyade Okulu’nda 1949–51 seneleri arasında öğretmenlik yapmış. Bu okulda hem “gerilla savaşı” dersine hem “savunma tabyası” derslerine girmiş. Ancak gerilla savaşı dersi vermesi onun özel harpçi olduğunun kanıtı değildir. Zaten dersi alanlar da piyade subaylarıdır. Üstelik bu tarihlerde Seferberlik Tetkik Dairesi henüz kurulmuş değildir.
Yeniçağ - Kılıç’ın Seferberlik Tetkik Dairesi’nin bir işgal döneminde harekete geçecek sivil personeli ile ilgili olarak, ABD’nin Türkiye’deki ırkçı-Turancı hareketi nasıl kullanacağına dair tespitlerine ne diyorsunuz?
Prof. Özdağ - Bu noktada da Ecevit Kılıç büyük bir çarpıtma yapıyor. Kılıç’ın bu yargısını dayandırdığı JSPC 891/6 B Bölümü adlı Amerikan belgesindeki cümleler şöyle: “Türkler politik anlamda güçlü milliyetçi ve antikomünist anlayışa sahipler. Ve Kızılordu’nun Türkler içinde varlık göstermesi milliyetçi duyguların kabarmasına neden olacaktır. Türkiye gizli ordu rezervlerinin kurulması için fazlasıyla uygun bir ülke.” Bu cümleden “Türkiye’deki ırkçı-Turancı hareket” ile ilgili hiçbir şey çıkmaz ancak Türk milletinin milliyetçi eğiliminin güçlü olduğu çıkar. Ancak Kılıç politik felsefesini desteklemek için böyle bir sonuç çıkarabilir. Ayrıca Amerikan belgesinden yapılan tercümenin 2. cümlesinde tercüme hatası var.
Yeniçağ - Kılıç’ın sadece Türkeş ile ilgili iddiaları mı yanlış?
Prof. Özdağ - Ne yazık ki hayır. Kılıç başka somut çarpıtmalar da yapmış. Örneğin Kılıç David Galula’nın Genelkurmay Başkanlığı tarafından tercüme edilen ve yayınlanan “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri-Teori ve Pratik” adlı kitabından yaptığı bir alıntı da Galula’nın kontrgerilla örgütlerine “şuursuz terörizm” ve “seçilmiş terörizm” şeklinde iki eylem biçimini önerdiğini ileri sürüp, kitaptan bu eylem biçimlerini anlatan alıntılar yapıyor. Kılıç, Türkiye’de Galula’nın bu kitabı okutularak, bu tavsiyelere uyularak cinayetlerin işlendiğini ima ediyor.
Oysa kitabın ilgili bölümünde bu eylemler Galula tarafından kontrgerillaya önerilen eylemler değil. Galula bu eylemleri, “Burjuva-Milliyetçi” devrimci hareketlerin eylem biçimlerini anlatırken dile getiriyor. Üstelik Kılıç bu alıntıları yaparken cümlelerin içinden kelime çekerek işine gelmeyen bölümleri çıkarıyor. Nasıl mı? Galula şöyle diyor: “Şuursuz terörizmden maksat ayaklanma hareketleri sebepleri için fazla alaka toplamak ve halkın dikkati bir tarafa çekildikten sonra gizli olarak bulunan taraftarları cezp etmektir.” (“Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri-Teori ve Pratik”, s.52) Kılıç ise kitabının 60. sayfasında bu alıntıyı yaparken, “Şuursuz terörizmden maksat (‘ayaklanma hareketleri sebepleri için fazla’ denilen kısmı çıkararak) alaka toplamak ve halkın dikkati bir tarafa çekildikten sonra gizli olarak bulunan taraftarları cezp etmektir” diyor ve cümleyi kendi amacına uygun hale getiriyor.
Kılıç’ın bu çarpıtmasını ikinci çarpıtması izliyor. Galula, Burjuva-Milliyetçi devrimci hareketlerin bir başka eylem biçiminin ise “seçilmiş terörizm” olduğu belirtiyor ve seçilmiş terörizmi şu şekilde tanımlıyor: “Seçilmiş terörizm çabucak şuursuz terörizmi takip eder. Bundan maksat, isyanı bastırmakla görevli olan tarafı halktan uzak tutmak, halkı mücadeleye sokmak ve asgari olarak halkın pasif ortaklığını temin etmektir.” (“Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri-Teori ve Pratik”, s. 52) Kılıç bu cümleyi de kitabına tahrif etmiştir. Kılıç’ın kitabında bu cümle şu şekilde aktarılmıştır: “Seçilmiş terörizm çabucak şuursuz terörizmi takip eder. Bundan maksat, isyanı bastırmakla görevli olan tarafı halktan uzak tutmak, halkı mücadeleye sokmak ve asgari olarak halkın pasif ortaklığını temin etmektir. “Görüldüğü gibi cümlenin ortasından” isyanı bastırmakla görevli olan tarafı halktan uzak tutmak“ bölümü çıkarılmıştır.
Özetle Türkiye’de Galula’nın kitabının okunduğu kesin ancak Ecevit Kılıç tarafından yapılan kırma ve kesmelere maruz kalmış baskısı değil okunan. Kılıç’ın yaptığı şey çok ayıptır.
Yeniçağ - Kıbrıs’ta kurulan ve Rumlara/Yunanlılara karşı savaşan Türk Mukavemet Teşkilatı ile ilgili iddialar neler?
Prof. Özdağ - Ecevit Kılıç, Kıbrıs’taki Türk Mukavemet Teşkilatından bahsederken “illegal” örgüt tanımlamasını yapmaktadır. Bu Ecevit Kılıç’a hakim olan politik ruhu çok iyi ifade etmektedir. Türk Mukavemet Teşkilatı’na “illegal” demekle İstiklal Harbini veren Büyük Millet Meclisine “illegal” demek arasında hiçbir fark yoktur. İngiliz işgali altındaki bir bölgede kurulan bir örgüt nasıl “legal” bir örgüt olabilir ki? Kılıç bununla da yetinmeyip, sayfa 101’de “Yavru kontrgerilla örgütü TMT’de adada işçi hareketini, aydınları hedef aldı” demektedir. Oysa TMT sadece Yunan ve Rumlara ajanlık yapan kişileri hedef almış ve öldürmüştür. TMT’nin 1965’de İngiliz petrol şirketi British Petrolumun Baf’taki rafinerisini havaya uçurduğunu biliyoruz. Bu saldırı üzerine Washington ve Londra sarsılmıştır. İşçileri işçi oldukları için hedef alan bir örgüt kapitalizmin en güçlü temsilcisi olan bir şirketi hedef alır mı?
Yeniçağ - Şimdi tekrar Alparslan Türkeş’e dönelim isterseniz?
Prof. Özdağ - Evet haklısınız, çünkü Kılıç’ın Türkeş üzerine kurduğu kurgular burada bitmiyor. Kılıç, s.110’da şöyle diyor: “Özel Harp Dairesini 27 Mayıs’çıların tasfiyesinden kurtaran ve en son dairenin Çankırı Gerilla Okulu’nda öğretmenlik yapan Alparslan Türkeş, kısa sürede nasıl Başbakanlık müsteşarlığına oturmuştu?” Bu cümle başlı başına bir felakettir.
Türkeş, Özel Harp Dairesini tasfiyeden kurtarmamış sadece TMT’nin Kıbrıs ile ilgili çalışmalarının devamını sağlamıştır bir. İkincisi Gerilla Okulu Özel Harp Dairesine bağlı değildir. Ve Türkeş’in ders verdiği 1949–1950 senelerinde Özel Harp Dairesi daha kurulmamıştır. Türkeş, Çankırı’da 2.5 sene kaldığını Hulusi Turgut’a anlatır. “Şahinlerin Dansı” adlı kitabın 80. sayfasında çok açık bir şekilde ifade edilmiştir bu. 1949–1950 seneleri anlamına gelir bu.
Üçüncü cümle ise tam bir felakettir. Türkeş nasıl kısa sürede Başbakanlık müsteşarlığına geldi sorusu içinde sanki Başbakanlık Müsteşarlığı Özel Harp Dairesi içinde bir mevki imiş gibi ima vardır. Oysa Kılıç da bilmektedir ki Türkeş’in Başbakanlık müsteşarlığının herhangi bir süre ile ilgisi yoktur. 27 Mayıs ihtilali ile ilgisi vardır. Bir yazar üç cümlede üç büyük hatayı ancak bilinçli olarak yapar.
Yeniçağ - Sizce Kılıç bilinçli çarpıtma mı yapıyor?
Prof. Özdağ - Evet bakın nasıl devam ediyor 110. sayfada: “Özel Harp Dairesi’nin merkezi yapısında görev almamasına karşın Türkeş, daire içinde etkin isimlerdendi. Daireye subay alımında en son testi özel harp öğretmeni olarak o yapıyordu” denmektedir. Bu testleri nerede, ne zaman, nasıl yapıyordu belli değil. Eğer Çankırı’da öğretmenliği sırasında yapıyordu ise henüz kurulmamış bir daireye subay alıyormuş demek Türkeş. Kılıç devam ediyor: “Komando eğitimini tamamlayanlar Türkeş’in vatanseverlik testine katılmaya hak kazanıyorlardı. Sadece testi geçen subaylar Özel Harp Dairesi’nde göreve başlıyordu. Siviller biraz daha hafif olsa da aynı testlerden geçiyorlardı” demektedir. Bu cümleler Kılıç’ın fantezi dünyasının zengin olduğunu gösterir. Ancak yaptığı araştırmacılık adına çok ayıptır.
Yeniçağ - Sizin iddianıza göre “çarpıtma” yapan Kılıç, bunun ortaya çıkacağını düşünemedi mi?
Prof. Özdağ - Bunu bilemem ancak kitabının yayınlanmasının üzerinden üç yıl geçti ve kimse şimdiye değin bir şey yazmadı bu konuda. 111. sayfada Kılıç şöyle diyor: “Yeni döndüğünde artık kurmay albaydı ve yeni görev yeri de Elazığ’dı: Bu sürede Elazığ’ı Özel Harp Dairesi’ne sivil unsurlar yetiştirme merkezlerinden biri haline getiren Türkeş, Milli Birlik Komitesi’nin içinde yer aldı.” Oysa 1958’de Elazığ’da görev yapan Türkeş 1960’da çoktan Ankara’dadır ve 27 Mayıs’ta Milli Savunma Bakanlığı NATO Koordinasyon Şubesi Müdürü idi. Elazığ’daki sivil unsurlar meselesi ise tam bir fantezidir. Türkeş’in Elazığ’da görev dışı esas mesaisini 27 Mayıs’ın hazırlıkları oluşturmuştur.
Yeniçağ - “Gerçek dışı” olarak nitelendirdiğiniz başka konu var mı?
Prof. Özdağ - Sadece bir değil birçok husus var. Örneğin, Kılıç 133. sayfada şöyle diyor: “Nazar, savaş sonrasında Nazi yanlısı olan Alparslan Türkeş’le de Amerika’da CIA kampında tanıştı. Tanıştıran kişi ise Pentagon’da Türk Hava Kuvvetleri’ni temsilen bulunan ataşe yardımcısı Agasi Şen’di.” Türkeş’in Washington’da bulunduğu sırada Nazar ile tanıştığı doğru da bunun için CIA kampına gittiği ancak Kılıç’ın kendince yaptığı bir psikolojik harekâttan başka bir şey değil.
Kılıç böyle bir çarpıtmayı Özel Harp Dairesi komutanlığı yapmış E. Orgeneral Kemal Yamak’ın hatıralarını çarpıtırken de yapıyor. Kılıç şöyle diyor: “Türkeş de zaman zaman Yeni Delhi’den Kabil’e (Fazıl) Akkoyunlu’yu ziyarete gidiyordu. İşte bu ziyaretler sırasında Türkeş ile tanıştı. Türkeş’in Kabil’e gelişlerini hiç kaçırmıyordu artık. Bu Yamak için ikinci staj dönemi olmuştu. Hem de stajı Alparslan Türkeş’in yanında yapıyordu.”
Oysa bu konuda Kemal Yamak “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” adlı kitabının 174. sayfasında şöyle demektedir: “Daha sonra aynı şekilde Yeni Delhi’ye atanan, rahmetli Alparslan Türkeş de Afganistan’a Sayın Akkoyunlu’nun misafiri olarak gelecek ve bir sürede Kabil’de kalacaktı.” Bu ifadeden Kılıç’ın söyledikleri çıkar mı?
Yeniçağ - “Özel Harp Dairesi/Kontrgerilla-MHP” bağlantısı iddialarına ne diyorsunuz...
Prof. Özdağ - Kıbrıs Barış Harekâtı’nın başlamasından bir süre önce Amerikalı yetkililer ile ÖHD yetkilileri arasında Amerikalıların olumsuz yaklaşımlarından kaynaklanan bir gerilim oluşmuştur. Bu gerilimin sonucunda Türk tarafı, ABD’nin her sene Özel Harp Dairesi’ne, askeri malzeme alımı için verdiği bir milyon doları almaktan vazgeçmiştir. Amerikalılar, muhtemelen Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs’ta yaptığı çalışmalardan iyice rahatsız olmaya başlamışlardır.
Barış Harekâtının sonuçlanmasından sonra Amerikalılar Özel Harp Dairesi ve onun kurduğu Türk Mukavemet Teşkilatının ne kadar başarılı bir çalışma yaptığını anlamışlardır. Kıbrıs Barış harekâtından bir süre sonra, ABD, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı askeri ambargo uygularken, Özel Harp Dairesi’ne karşı ise “kontrgerilla” sloganı arkasına sığınan bir psikolojik operasyon geliştirmiştir. Ambargo ve psikolojik harekât 1974’de Kıbrıs Barış Harekâtından hemen sonra başlamıştır. Ancak bir süre sonra ABD’nin de isteği ile Amerikan ambargosundan doğan boşluğu Batı Alman askeri yardımı kapatmıştır.
Özel Harp Dairesine karşı sürdürülen psikolojik operasyon ise 1980’e kadar sürmüştür. Bu Amerikan operasyonunda Türk sosyalist hareketi büyük bir tuzağa düşmüştür. Bu noktada şunun da altını çizmek istiyorum. Afganistan-İran-Türkiye üzerinden denizlere inmeyi hedefleyen Sovyetler Birliği de böyle bir psikolojik operasyondan çıkar sağlayacak bir güçtür. Ancak ben operasyonun arkasında ABD’nin olduğunu düşünüyorum.
Bülent Ecevit, daha sonraki yıllarda yaptığı bir açıklamada 1974’de Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinde Tümg. K. Yamak’ın kendisine ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık’a yapmış olduğu sunumdan sonra çok rahatsız olduklarını hatta Özel Harp Dairesini ortadan kaldırmaya karar verdiklerini fakat bunun için Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasını beklediklerini söylemiştir. Oysa Hasan Esat Işık, 1984’de artık Orgeneral ve Kara Kuvvetleri Komutanı olan Kemal Yamak’a yazdığı mektupta şöyle demektedir: “Sizi o zaman sorumlusu bulunduğunuz bir önemli dairenin sorunlarını sunarken asıl tanıdım. O gün ki izlenimlerimi hazla sürdürürüm. Bazı görevler vardır onlar başkasına emanet edilemez, ancak ulusların kendi evlatları ve kendi olanakları ile görülmesi gerekir. Bu gerçek bağımsızlık ve egemenliğin koşuludur. Sunuşunuz bu bilinci her yönü ile yansıtıyordu.” Işık’ın mektubundan anlaşılan, Işık’ın Özel Harp Dairesi ile ilgili olarak Ecevit ile hiç de aynı düşünceleri taşımadığıdır.
Öte yandan dairesine yönelik olarak başlatılan “Kontrgerilla” suçlamaları karşısında dönemin ÖHD komutanı Kemal Yamak, ÖHD’nin hiçbir personelinin, görev almadığının altını çizdiği 12 Mart 1971 muhtırasından sonra gerçekleşen sorgulama ve anti terör operasyonları ile hesaplaştıklarını düşünen Türk sosyalistleri, aslında bir yabancı psikolojik operasyon sürecinin parçası olmuştur.
Üzerinde biraz düşünülse Özel Harp Dairesi elemanlarının 12 Mart sonrasında yapılan sorgulamaları yapmaya hiç de uygun olmadığı anlaşılır. 12 Mart sonrası yapılan sorgulamaları yapacak kadroların Türkiye’nin ve sol siyasetin iç yapısı hakkında detaylı bilgi sahibi olması gerekirdi. Türkiye’de bu sorgulamaları yapacak bilgiye MİT ve siyasi polis dışında kimse sahip değildir. Hele odak noktası Kıbrıs olan Özel Harp Dairesi hiç değildir. Zaten seneler sonra 1982’de içlerine büyük komünist sızma olan ve 1978 devresi Harp Okulu mezunlarının sorgulanması söz konusu olduğunda önce sorguyu yapacak kimse bulunamamıştır. Sonra acaba Kıbrıs’ta TMT içinde Rum-Yunan unsurları sorgulayan subaylardan yararlanılabilir mi diye düşünülmüş fakat uygulamada bu da başarısız olmuştur.
ÖHD ile MHP’nin özdeş olduğu ve MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in STD’nin kurucusu olduğu şeklindeki iddialar MHP ile ideolojik mücadele içinde olan Türk sosyalistlerinin Türk Özel Harp Dairesine açtıkları politik-ideolojik-psikolojik savaşı daha da güçlendirmelerine neden olmuştur. Çünkü Türk solunu sadece geçmişte yapılan sorgulama ve işkenceler üzerinden “Kontrgerillaya” karşı sürekli ve istikrarlı bir muhalefete sevk etmek mümkün değildir.
Yeniçağ - Özel Harp Dairesi/Kontrgerilla-MHP” arasında ısrarla bir bağlantı tesis edilmesi çabalarıyla ilgili değerlendirmeniz nedir?
Prof. Özdağ - Gerçekler tamamen saptırılarak, Özel Harp Dairesi ile MHP arasında bir organik ilişki üretilmeye çalışılmış, Alparslan Türkeş, STD/ÖHD’nin ve onun sivil uzantısı olduğu iddia edilen Ergenekon’un kurucusu olarak tanımlanmaya çalışılmıştır. Aslında bu 1970’li yılların Türkiye siyaseti düşünüldüğünde çok akıllıca bir psikolojik operasyondur. ÖHD-MHP özdeşliği, ne kadar gündeme getirilir ise ÖHD o kadar baskı altında kalacaktır.
1974–1980 sürecinde gerçekleşen eylemlerin sonucunda 5100, çoğu genç olan insan hayatını kaybetmiştir. Bunların yarısını Marksist çizgiyi savunanlar diğer yarısını ise milliyetçi-ülkücü çizgiye oluşturanlar oluşturur. Bu matematiksel sonuç kaba bir şekilde bir güç dengesini de ifade etmektedir. Ancak 12 Eylül 1980’e gelindiğinde MHP siyasal anlamda büyük bir ilerleme kaydetmiş olmasına rağmen, Ülkücü Hareket çok ağır bir darbe yemiş durumdadır. İstanbul, İzmir başta olmak üzere Ege bölgesinde yok edilme noktasına itilmiştir. Ankara’da ise Marksist terör örgütleri büyük bir güç üstünlüğüne sahiptirler. Arkasında iddia edilen Özel Harp Dairesi’nin sistemli ve örgütsel desteği olan Ülkücü Hareket söz konusu olsaydı, 12 Eylül 1980’de güçler dengesinin bu şekilde olması mümkün olmazdı.
Yeniçağ - Siz “kontrgerilla” diye bir örgütün olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Prof. Özdağ - “Kontrgerilla örgütü” kavramının ortaya çıkışı da ilginçtir. Sorgulama ve işkenceler sırasında sorgulananlara, sorgucular kendilerinin çok gizli, Genelkurmay Başkanlığına bağlı Kontrgerilla örgütünden bahsetmişler ve bu “örgütün” adı bu şekilde duyulmuştur. Oysa kendi siyasi muhalifi olan komünistleri sorguya çeken gizli bir örgüt eğer sorguya çekeceklerini sorgulama sonrasında fiziksel olarak ortadan kaldırmayacak ise varlığını açıklamaz hele muhaliflere hiç açıklamaz. “Kontrgerilla”, bir örgütten çok sorgulamada sorgulananları psikolojik olarak yıkmak için kullanılmış bir psikolojik operasyon aracı, sanal bir örgüttür. Sorgulamaları ise Emniyet ve MİT’ten bir uzman heyetin yaptığını anılarından anlıyoruz. Sorgulamalarda askerin etkisi Sıkıyönetim Komutanlığı aracılığı ile olmuştur. Özetle, ben kastedildiği şekli ile “Özel Harp Dairesi” eksenli olarak oluşmuş bir “Kontrgerilla” örgütünün olmadığına inanıyorum.
Yeniçağ - Kontrgerilla yok diyorsunuz. Ancak ortada büyük iddialar var. Örneğin 6–7 Eylül 1955’de İstanbul’da Rum kökenli yurttaşlara karşı girişilen eylemlerin arkasında Seferberlik Tetkik Dairesi tarafından düzenlendiği iddia ediliyor. Ecevit Kılıç da bu görüşte zaten...
Prof. Özdağ - Bence bu iddia akla aykırı. 1955’de Seferberlik Tetkik Kurulu daha çok genç, karargâh kuruluşunu Ağustos 1995’te ancak tamamlamış bir örgüttür. Seferberlik Tetkik Dairesi Başkanı Daniş Karabelen de 25 Ağustos 1955’de görevinden alınmış ve yerine bir başka atama yapılmamıştır. Her şeyden önce bu kadar önemli bir operasyonu yürütecek bir örgütün başsız bir şekilde operasyona sokulması akla aykırıdır.
Öte yandan 6–7 Eylül olayları ise bizzat Başbakan Adnan Menderes tarafından yönetilmiş bir operasyondur. Operasyona Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalanmasına Selanik Başkonsolosu aracılığı ile Dışişleri Bakanlığı, propaganda boyutuna Demokrat Parti’nin yayın organı ve DP’li milletvekili Mithat Perin’in Ekspres adlı gazetesi, İçişleri Bakanlığı ve istihbarat örgütü dahil olmuşlardır. 6–7 Eylül olaylarının gerçek amacı, Rum sermayesinin tasfiye edilerek, politik temsilciliğini DP’nin yaptığı Anadolu girişimcilerine yol açmaktır. Seferberlik Tetkik Dairesi’nin 6–7 Eylül ile ilişkilendirilmesinin temel gerekçesi olarak ortaya bir dönem bu örgütte komutanlık yapmış olan E. Org. Sabri Yirmibeşoğlu’nun 6–7 Eylül olayları için “özel harp operasyonu” demiş olmasıdır. Bunun anlamı, olayların Seferberlik Tetkik Dairesi tarafından düzenlendiği değil, operasyonun tekniğinin özel harp tekniği olduğudur.
Yeniçağ - Peki 12 Eylül öncesinde kontrgerilla yok ise tahrikleri kim yaptı?
Prof. Özdağ - Bu çok iyi bir soru. Çünkü 12 Mart öncesinde de 12 Eylül öncesinde de bir hatta birçok tahrik merkezi var. MHP Genel Başkanı A. Türkeş ve Genel Merkezi’nin olayların durması için yaptıkları her girişimden sonra yeni bir tahrik girişimi gerçekleşiyor. Örneğin, MHP Genel Merkezi, “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” sloganını yasakladıkça sanki bir el bütün Ankara’yı bu slogan ile donatıyor. Bazı sol merkezlere ve kişilere yapılan toplu katliam türü saldırılar var. Bu eylemler Ülkücü Harekette de şaşkınlık yaratıyor. Bazı silahların iki tarafın eylemlerinde kullanıldığı tespit ediliyor. Özetle 12 Eylül öncesinde ortada Ülkücü Hareket ve komünist eylemciler dışında başka unsurlar var.
Kimlerin olduğunu Türkiye’nin uluslararası ilişkiler zeminindeki konumundan bağımsız olarak belirleyemeyiz. Bu unsurların kim olduğunu tespit etmek için önce doğru yöntemi tespit etmeli sonra bu yöntem ile olguları tespit etmeliyiz. Soğuk Savaş döneminde Türkiye öncelikle Sovyetler Birliği’nin ve müttefiklerinin hedefi. Sovyet istihbaratı Türkiye’deki istikrarsızlaştırmadaki önemli unsurlardan birisi. Aynı husus Bulgar istihbaratı için de geçerli. 1974 sonrasında Yunan istihbaratının da Türkiye’deki çatışma zeminin gelişmesi için çalıştığını biliyoruz.
Sovyetlerin en sadık müttefiki Bulgaristan, Türkiye’de terörizm sürecinde kullanılan silahların ana kaynağı olmuştur. Sovyetlerin de 1970’li yıllarda Türkiye’de Moskova çizgisindeki birçok Marksist örgüte destek verdiği bilinmektedir. Batı Dünyası da 1970’li yıllarda çıkan çatışmalarda Türkiye’den Kıbrıs Barış Harekâtının intikamını almıştır. Özetle, Türkiye çok boyutlu bir istikrarsızlaştırma operasyonu ile karşı karşıyadır.
Suriye istihbaratının olayların içinde olduğu örneğin Kahramanmaraş’taki eylemlerde önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Örneğin MHP ve Ülkücü Hareket’in üzerine yıkılmaya çalışılan Kahramanmaraş olayları çok önemli bir örnek olaydır. Olaylar gerçekleşirken CHP iktidardadır. CHP’li İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı olaylardan hemen sonra Kahramanmaraş Olaylarını komünist örgütlerin gerçekleştirdiğini açıklamış ve Ecevit tarafından görevden alınmıştır.
Kahramanmaraş olaylarından Devrimci Halkın Birliği Örgütü lideri Garbis Altınyan olaylarının tertipçisi olduğu gerekçesi ile Adana Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından 1982’de mahkum edilmiştir. Kahramanmaraş’ta olayların çıkmasına neden olan iki sol görüşlü öğrencinin öldürülmesinin DHKP/C Dev-Savaş örgütü içinde bir fraksiyon çatışmasının sonucu olduğunu ve bu cinayetlerden dolayı bu örgütün iki militanının 1984’de idam cezasına mahkum olmuşlardır. PKK’lı teröristlerin olaylarda etkin rol üstlendiği Adana Sıkıyönetim Mahkemesinin 1986/104 tarihli kararı ile tespit edilmiştir. Ve basın tarafından Kahramanmaraş Olaylarının 1 nolu sanığı olarak sanki suçlu imiş gibi takdim edilen Ökkeş Kenger (Şendiller) Adana Sıkıyönetim Mahkemesi’nin kararı ile beraat etmiştir. Bütün bunlardan sonra Kahramanmaraş olayları için MHP-Kontrgerilla işbirliği demek bence eğer cahillik değil ise büyük bir çarpıtmadır. Demek ki 1974–1980 sürecinde yaşanan olayları bu çok önemli dış faktörleri tamamen göz ardı ederek izah etmeye çalışmak metodolojik bir sefalettir.
Yeniçağ - Peki, Türk devleti içinde bir grup veya gizli bir örgüt sistemli bir şekilde MHP’yi ve Ülkücü Hareketi desteklemiş olabilir mi? 12 Eylül öncesinde toplumun genel hatlar üzerinde nasıl bölünmüş olduğunu bilen herkes böyle bir bütünsel örgütsel desteğin mümkün olamayacağının farkında olmalıdır. Çünkü 12 Eylül öncesinde belli ölçüler içerisinde polis, istihbarat ve asker de Türkiye’deki bölünmüşlüğün bir parçası haline gelmişlerdir. Polis örgütü milliyetçi ve solcu olmak üzere iki örgütsel yapı oluşturmuştur.
Prof. Özdağ - Ordu içerisinde belirgin bir bölünmüşlük subay kadrosuna sızmıştır. Bazı subaylar komünist örgütlerde ülkücülere karşı kanlı eylemler gerçekleştirmişlerdir. Bu bölünmüşlüğü kısmen engellemek amacı ile 1978 Harp Okulu mezunlarının tamamı komünist oldukları gerekçesi ile ordudan atılmıştır. Birçok subay da ülkücü oldukları için ordudan uzaklaştırılmıştır.
Bütün bu kurumlar gibi nihayet Özel Harp Dairesi de değişik görüşlerde insanlardan oluşmaktadır. Bu dairenin sistemli bir şekilde MHP’yi ve Ülkücü Hareketi desteklemesi gibi bir süreç derhal bütün kanıtları ile ortaya dökülecektir. Peki bu tespitin anlamı, 1974–1980 sürecinde bürokrasinin özellikle de güvenlik bürokrasisinin tamamen terör sürecinin dışında kaldığı mıdır? Hayır bu zaten mümkün değildir. Bürokrasi terör sürecine üç temel şekilde bulaşmıştır. Sol eğilimli güvenlik bürokratları Marksist örgütlere lojistik dahil her türlü desteği vermişler ve hatta komünist polisler MHP Genel Merkezini basarak makinalı tüfeklerle taramışlardır.
Nedense kimse “kontrgerilla-sol örgütler” işbirliğinden bahsetmemiştir. Milliyetçi güvenlik bürokratlarda bireysel zeminde Ülkücü Harekete lojistik destek vermiştir. Üçüncü tavır ise, devletçi güvenlik bürokratları tarafından sergilenen denge politikası olmuştur. Örneğin Ankara’da Emek 4. Caddeyi denetim altına alan komünist örgütlerin etkin olduğu Diyarbakır Yurdunu dengelemek amacı ile Emek 8. Cadde üzerinde Nenehatun Öğrenci Yurdu kurulmuş ve ülkücü gençlerin etkin olmasına yardımcı olunmuştur.
Sonuç olarak ortada ileri sürüldüğü gibi bir örgütsel yapının olduğunu ispatlamak için gereken kanıtlar yok. Ben de size 12 Eylül öncesinde şu örgütsel yapılar vardı diyemem ancak neyin olmadığını kanıtlar gösteriyor. 12 Eylül öncesinde ne olduğu ise ayrı bir araştırma konusudur. Bu araştırma bilimsel bir anlayış ile ideolojik önyargıdan uzak, bilgiye dayanarak yapılmalıdır.
(Röportaj: Fatih ERBOZ - Yeniçağ)

Ziyaret -> Toplam : 125,02 M - Bugn : 46427

ulkucudunya@ulkucudunya.com