'Bu iktidarın yaptığı hiç mi iyi bir şey yok?'
Levent Gültekin 01 Ocak 1970
“Bu iktidarın yaptığı hiç mi iyi bir şey yok?” AK Parti’ye eleştirel yaklaşan yazarlara en çok bu soru soruluyor.
Şöyle diyorlar: “Bu iktidarın yaptığı hiç mi iyi bir şey yok? Eleştir, eleştir… nereye kadar? Bir kere de yaptığı iyi işlerden bahsetsene.”
Bu sorunun cevabına geleceğim. Önce söylemek istediğim başka bir şey var.
Bu beklentilerin sebep olduğu baskı, medyada birçok kimsenin üzerinde fazlasıyla etkili oluyor.
Aslında AK Parti düşmanı olmadıklarını göstermek için tuhaf şeylere alkış tutuyorlar.
Halbuki mesele Türkiye’nin istikameti.
Ters istikamete giden bir trene binip sonra o trenin hızı, dekoru, konforu hakkında konuşmak, trendekilere nutuk çekmek…
İstikameti mesele etmeden ayrıntılar üzerinde konuşmak, yazmak insanların dikkatini dağıtmaktan başka bir şeye de yaramıyor.
Eğer trenin istikametinden memnunsan söyleyecek bir şey yok.
Fakat hem trenin varacağı tehlikeli bölgeyi görmek, hem de küçük ayrıntıları övmek gerçekten tuhaf.
***
Gelelim başlıktaki sorunun cevabına.
13 yıllık AK Parti iktidarı hiç mi iyi bir şey yapmadı?
Elbette çok şey yaptı.
Bunu inkâr edecek değilim.
Daha önceki iktidarların hepsinden daha çok iş yaptığını hepimiz görüyoruz.
Yüzlerce yeni hastane yaptı.
Her ile üniversite yaptı. Binlerce yeni derslik yaptı. Binlerce kilometrelik otoyol yaptı. Hızlı tren yaptı. Denizin altından Marmaray yaptı.
Anadolu’ya gittiğimizde görüyoruz: Her taraf şantiye.
Bunlara söyleyecek bir şey yok.
Yanlış yaptı. Eksik yaptı. Çevreyi katletti. Mimari zarafete önem vermedi. Bir plan çerçevesinde yapmadı…
Tüm bunlardan bağımsız olarak söyleyebilirim ki çok iş yaptılar.
Peki nedir derdimiz o zaman? Niçin hâlâ hükümeti eleştiriyoruz?
Niçin gidişattan memnun değiliz?
Çünkü hepimizin farklı öncelikleri var.
Kimimiz güzelliğe önem veririz kimiz zekaya. Kimimiz zenginliğe önem veririz kimimiz asalete.
***
En büyük havaalanını biz yaptık, ama hukuk sistemimiz çöktü.
Uçuyoruz, fakat adaletten uzaklara.
Marmaray’ı bu ülkeye biz kazandırdık, ama Müslümana duyulan itimat yerle bir oldu.
Binlerce kilometrelik otoyol yaptık, ama “Dindar adam asla çalmaz” algısı büyük bir darbe aldı.
Yeni hastaneler yaptık, fakat merhametimizi, saygınlığımızı kaybettik.
Yüksek gökdelenler ve konutlar diktik, ama ahlaki hassasiyetimiz yerin dibine geçti.
Onlarca yeni üniversite açtık, ama ‘dindar nesil’ yetiştirme uğruna eğitim sistemimiz çöktü.
Kurumları ele geçirdik, ama destek olduğumuz IŞİD İslam’ı bir vahşet öğretisi haline getirdi.
Şehirlerimiz görünürde büyüyüp gelişiyor, ama değerlerimiz kayboldu.
Yıllarca gözümüz gibi koruduğumuz, uğruna her şeyden vazgeçtiğimiz ‘dava’mızın içi boşaldı.
İnancımız sarsıldı.
Amacımızı kaybettik.
İslam ölümcül yara aldı, Müslümanlık tahrip oldu.
Dinin toplum üzerindeki şifalı etkisi kayboldu.
“Dindarlık eşittir dürüstlük, nezaket, saygı” görüşü yitip gitti.
***
Terazinin bir kefesine maddi kazanımları diğer kefesine de kaybolan değerleri koyun bakalım hangisi ağır basacak?
Gençliğinde maddi hiçbir değere ilgi göstermemiş İslamcılar şimdi bize havaalanlarına, hastanelere otoyollara bakarak mutlu olmamızı söylüyor.
Yolsuzluk, ihale takipçiliği, adam kayırma, rüşvet… skandallarını da bağıra çağıra örtbas ediyorlar.
Peki…
Söyler misiniz bunca yıl tüm bu davayı bu ülkeye hızlı tren yapmak için mi sürdürdük?
Ruhsuz, saplantılı bir teknoloji miydi asıl derdimiz?
Gençliğimizde bize sunulan bunca maddi imkanı en büyük havaalanını yapmak için mi teptik?
Böbürlenme, kafa tutma mıydı tek eksiğimiz?
Bunca çileye, 700 bin TL’lik saat takan birini bağrımıza basmak için mi katlandık?
Kardeşlik hukukumuzun varacağı yer burası mıydı?
“Özgürlük ve eşitlik getireceğiz. Dostluğu yaygınlaştıracağız. Herkes istediği gibi yaşayacak, aramızdaki tüm pürüzleri büyük bir olgunlukla aşacağız. Şehirlerimize bir asalet hakim olacak. Adam kayırmaya izin vermeyeceğiz. Dicle kenarındaki koyundan sorumlu olduğumuz gibi bu ülkenin bütün çocuklarının canından, eğitiminden sorumlu olacağız” diye yola çıkmıştık.
Şimdi elimizde birkaç havaalanı, birkaç hastane, birkaç yeni okul kaldı.
İnsanlara ekonomik nimetlerden başka sunacak elimizde ne kaldı?
Bunlarla mı mutlu olacağız?
Kaybettiğimiz değerlerimize üzülmeyecek miyiz?
Gözleri çıkan çocuklara, ömrünün baharında vurulan yavrularımıza, sırf açgözlü patronlar yüzünden canından olan işçilerimize dönüp bakmayacak mıyız?
Onları unutacak mıyız?
Ahiret günü, onların yüzüne nasıl bakacağız?
***
Ülkemizi bir arda tutan ‘çimentonun’ yani inancımızın sulandırılmasından, dağılmasından endişeye kapılmayacak mıyız?
Halbuki hepimiz ne çok sevmiştik Yaşar Usta rolündeki Münir Özkul’u.
Ne demişti o kibirli fabrikatöre: “Sen büyük patron, milyarder para babası fabrikalar sahibi Saim bey sen mi büyüksün? Hayır! Ben büyüğüm ben! Bizi dağıtamayacaksın, bize zarar veremeyeceksin. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil sevgiyle bağlıyız!”
Paraya, maddi güce meydan okuyan o asil duruşa ne kadar da hayran kalmıştık.
Şimdi ise maddi kazanımlarla herkese meydan okuyup üstünlük taslıyorsunuz.
Etyen Mahçupyan, Yiğit Bulut, Mehmet Barlas, Nagehan Alçı… gibi kimseler, hükümetin icraatlarına bakarak mutlu olabilir.
Peki sizi niçin mutlusunuz sevgili İslamcı arkadaşlar?
Kültürel, sanatsal, dinî, ahlaki, düşünsel… değerlerin bu ülke için her şeyden daha kıymetli, daha gerekli olduğunu söyleyenlere niçin burun kıvırıyorsunuz?
Havaalanlarımız, yeni okullarımız, hızlı trenimiz, Marmaray’ımız var ama huzurumuz yok.
Bunu göremiyor musunuz?
Çok paramız var, büyük makamlar kazandık ama inancımız sarsıldı, bunu anlamıyor musunuz?
‘Öteki’nin bize olan güveni, saygısı kayboldu. Bunu fark edemiyor muşunu?
Değerlerini yaşatamayan bir ülke ayakta kalabilir mi?
Tekrar edeyim: Ters istikamette giden trene binip, sonra da trenin dekorunda, hızında, konforunda teselli bulamayız.
O tren hepimizi uçuruma, felakete götürüyor. Göremiyor musunuz?