Özerk İstanbul Kantonu: Niçin olmasın?
A. Turan Alkan 01 Ocak 1970
Bunca gayretten ve hükümete doğru yolu göstermek için sarfetmiş olduğum bunca bedava mesaiden sonra bir hususta olsun bir fikrimin ciddiye alınarak uygulamaya konulması, bende çelişkili duygular uyandırdı.
İlk olarak elbette memnunum çünkü hükümet, nihayet kadr ü kıymetimi anlamış bulunuyor; öte yandan hiç memnun değilim çünkü ben o fikri vaktiyle tamamen dalga geçmek maksadıyla, “Bu kadar da olmaz artık” makamında kaleme almıştım...
En iyisi baştan anlatayım, ki neyi kasdettiğimi bilebilesiniz...
Bundan tam bir yıl önce, yine bu sütunlarda, “Marmara Denizi’ni kurutalım” başlığıyla yayınlanan ufuk açıcı makalemde, Yenikapı sahilindeki devâsâ toprak dolgusunun gudûbet görüntüsünden hareketle öfkelenmiş, ardından vermiş-veriştirmiş ve demiştim ki:
3. köprüyü hemen iptal edip Boğazları dolduralım meselâ. Köprüye gerek kalmaz. Zaten vapur işletemiyoruz doğru dürüst. Dolgu yerinin ortasına oniki şeritli Marmara-Karadeniz otoyolu yaparız. Sağına soluna benzinlikler, lokantalar, AVM’ler, Residance’ler...
“Boğazı doldurdun, gemiler nereden geçecek bre densiz?” diye celâllenmeyiniz hemen; Kanal İstanbul ne güne duruyor? Üstelik orada Montrö hükümleri de geçmeyecek. Her gemiden ücret alıp para basacağız resmen!..
Kartal’la Yalova’nın arasını da dolduralım elimiz değmişken; insanlar geze geze akrabalarını görmeye gidebilsinler. 2020 Olimpiyatları için tesis yeri de bedavaya gelir. Bu arada Adalar’la İstanbul’un arasını doldurmayı da ihmal etmeyelim. Adalılar yalnızlık duygusundan kurtulmuş olurlar. Pek çok yeni arsa üretileceği için emlak fiyatları düşer, inşaat sektörü ivme kazanır...
Marmara Denizi’ni doldururken uçaklardan görülecek şekilde bol bol Türk bayrağı, Ayyıldız, Atatürk’ün profili, 16 Türk imparatorluğunun bayrakları gibi figürleri de işleriz. Vatanı ne kadar sevdiğimizi herkes görür, tüyleri diken diken olur; “Ben nereye geldim yahu?” diye ürpererek kendine gelir...
Biraz araştırınca gördüm ki zaten İstanbul’un Marmara sahilleri özellikle Anadolu tarafında, dolgu yoluyla hayli kapatılmış durumda. Bu durumda şahsen bizzat bulmuş olduğum çılgın dolgu projelerinin hemen uygulamaya geçmemesi için sebep kalmıyor...
Haydi, elimiz değmişken kurutalım şu Marmara’yı; yeşil alan yaparız, ağaç dikeriz, bol bol TOKİ konutları dikeriz!..
Yazı bu minvâl üzereydi. Aradan geçen bir yıl zarfında Maltepe açıklarında da sahil doldurularak, yıllardır hasretle beklenen bir kamu meydanı oluşturuldu (İsteyenler Google Earth haritasına bir göz atarak İstanbul’a yamanan bu çirkin ilâveleri yukardan seyredebilirler!); onun ardından Emirgân sahil yolunu genişletme çalışmalarında son safhaya geçildiğini duyduk. Habere göre çalışmalarda 700 metrelik sahil kesimine denize kazık çakma işlemleri büyük ölçüde tamamlandı. Çakılan kazıkların üzerine beton dökülmesi işlemlerinin başladığı inşaat tamamlandığında sahil yolu 8 metre genişlemiş, İstanbul Boğazı ise 8 metre daralmış olacak!
Küçükken ağzımızdan istenmeyen bir şey çıktığında telâş ve mahcubiyetle “Dilim yansın” derdik; aynı duygular içindeyim. İroni yaparak İstanbul’un canına okuyanları eleştirelim derken rant operatörlerine ilham kaynağı olmuşuz meğer!
Adamlar boğazı resmen dolduruyorlar ayol. Evet, şimdilik sadece 8 metre fakat mâlum terânedir: Büyük mesafeler küçük bir adımla başlar...
İstanbul gibi bir yerde kıyıları toprakla doldurarak problem çözmeye kalkışmanın artık eleştirilecek tarafı bile kalmadı; gücü yetenin yağmaladığı bir rant şantiyesine döndü koca şehir. Üstelik bunu yapanlar, kendilerinde bir “medeniyyet” vizyonuna sahip olduklarını ileri süren, iş lâfa gelince entel-kuntel sözler dizen muhafazakâr bir muhitin insanları. Henüz medeniyet kelimesinin telâffuzunda bile “ye”leri şeddeleyerek galâta düşen birilerinin vizyonundan ne olacak? O vizyon olsa olsa, beton blokların ön cephesinde (Adalet sarayları, yeni inşa edilen İHL liseleri vb.) birkaç tane sivri kemer koyarak Selçuklu veya Osmanlı geçmişine selâm gönderildiğini sanmaktır! Gülünç!
İşte, Fethipaşa korusundaki tarihi Hüseyin Avni Paşa köşkü yandı, bitti, kül oldu. Bilirkişiler yangının hangi sebepten çıktığını bir türlü anlayamadılar! Belki de ahşap yapıların günün birinde yanıvermesi fıtratları icabıydı! Şahsen, vaktiyle restitüsyon planları çıkarılmış tarihi yapıların yıkılıp yanmasına o kadar üzülmüyorum; çünkü binanın aslına uygun olarak yeniden ve aynen inşa edilmesi için restitüsyon projesi yetiyor ama niyet de lâzım. Basına akseden haberlere göre arsanın sahibi olan işadamı köşkü yeniden inşa ve ihyâ niyetinde değil; orada birden fazla (On tane galiba) rezidans yaptırmak istiyormuş. İşte asıl yangın ve tahribat budur!
İstanbul, dünyanın gökdelen ve AVM çöplüğü haline getirildi. Facia öyle farkedilir boyutlara ulaştı ki, yeni hükümet programında bile dikine değil enine yapılaşmanın teşvik edilmesinden bahsedildi (ki göreceğiz!). Dikilen her gökdelen şehri boğuyor; çökertilen her AVM, tüketim toplumunun çaresiz kölelerine haftada bir kere olsun can atılan bir vahanın serâbını gösteriyor ve yeni bir hayat tarzı dikte ediyor.
Bu sıralarda Üsküdar sahillerine şöyle bir göz atanlar, iskeleden Şemsipaşa Camii’ne kadar bütün sahili kaplayan uzun ve beyaz bir plastik tente görecekler. Ramazan’ın başlangıcından beri orada duruyor ve Üsküdar sahiline de doğrusu çok yakışıyor! “Geçici bir şeydir, Ramazan’a mahsustur; bayramdan sonra kaldırırlar nasıl olsa” diye düşünmüştüm. Yakından bakınca pek geçiciye benzemiyor. Çelik putrellerden kaburgalar çakılmış sahil kaldırımına, kaldırım daraltılmış. Plastik tentenin her biriminde ise, âdeta, “Bakın, nasıl önemli bir esere imza attım” diye gururlanan bir belediye başkanının adı yazılı. Ee ne de olsa “eser”in görünür yerine ustasının adını yazmak, “Osmanlı medeniyyeti”nden tevârüs edilmiş bir gelenektir!
Bugünlerde demokratik özerklik lâfından geçilmiyor ya hani; insanın ayağa kalkıp, “Özerklik dediğiniz yönetim biçimi aslında öncelikle İstanbul’a lâzım. Bunca hakarete rağmen hâlâ güzelliğinden bir şeyler saklamayı başaran bu şehrin derhal ve öncelikle merkezî idareden, yani Ankara’dan ayrılması ve icabında özerk bir kanton şeklinde kendi kendini idare etmeye başlaması gerekiyor!” diye isyan edesi geliyor.
İstanbullu değilim ama acıyorum bu şehre; bu şehir üzerinde söz sahibi olanlar ona çok fena, çok ahlâk dışı, çok aşağılayıcı davranıyorlar; yazık!