Düğümü, din adamları çözdü
Saygı Öztürk 01 Ocak 1970
Yabancı bir ülke toprağında, üstelik insanların boğazını “din adına” kesen, hükümet yetkililerinin “terörist” diyemese de, toplumun yüzde 18’i onları “terör örgütü” olarak kabul etmese de, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) kaçırdığı vatandaşlarımızın 101 gün sonra teröristlerin elinden kurtarılmış olmasına “sevinmedik” diyecek herhalde kimse yoktur.
Musul Konsolosluğumuzun basılmayacağına yetkililerimiz öylesine inanmış ki, Musul Valisi bile makamını boşaltmışken, konsolosluk görevlilerimizin Türkiye’ye nakledilmesine bile gerek duyulmamıştı. Bu konunun uzmanlarının uyarıları dikkate bile alınmamıştı. Sanki “gidin vatandaşlarımız orada hadi bakalım rehin alın da görelim” deniliyordu.
Artık rehinelere alışığız
Terör örgütlerinin vatandaşlarımızı, güvenlik mensuplarımızı kaçırmalarına alıştık. Hem öyle bir alıştık ki yalnız yabancı ülke toprağında değil, kendi ülkemizde bile askerimiz, kaymakam vekilimiz, polisimiz, parti başkanımız, köy korucumuz kaçırılıyor.
Ne çabuk unuttuk Astsubay Abdullah Söpçeler’in, uzman çavuşlar Zihni Koç, Kemal Ekinci’nin öyle 101 gün de değil, tam 613’er gün terör örgütü PKK’nın elinde rehine tutulduğunu. Kaymakam adayı Kenan Erenoğlu yıllarca bu örgütün elinde tutulmadı mı? Polis memuru Nadir Özgen tam 18 ay bu örgüt tarafından dağ-bayır, mağara dolaştırılmadı mı? CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, Ovacık’tan Tunceli’ye dönerken otomobili durdurulup kaçırılmadı mı? Erler Ali Sabancı, Hadi Gizli, Ramazan Başaran, Reşat Çeçan otobüsten indirip götürülmedi mi?
Bunlar hemen ilk akla gelen isimler. AKP’nin Hakkari il Başkanı’nı kim kaçırdı? Kendisinden istenen milyonlarca lirayı ödedikten sonra serbest bırakıldığını bilmeyen mi var? Terör örgütü birilerini kaçırıyor, aylarca elinde tutuyorsa siyasi ya da ekonomik bir kazanım elde etmeye çalışır. Kimisini kaçırarak operasyonları önler, kimisini devletle pazarlık unsuru olarak kullanır. Hani her ne kadar siyasetçiler “teröristle pazarlık olmaz” deseler de, o pazarlıkların nasıl yapıldığı ses kayıtlarıyla ortaya çıkmadı mı?
Pazarlık tutanakları ve ses kayıtları
Vatandaşlarımızın kurtarılması için Dışişleri Bakanlığı döneminde Ahmet Davutoğlu’nun büyük çabaları olmuştu. Mahkeme, vatandaşlarımızın kaçırılmasıyla ilgili haberlere yayın yasağı getirdiği için kamuoyu baskısı olmadan rahat rahat çalıştı, girişimde bulundu. Gazeteciler o günlerde öğrendiklerini bile yazamadı.
Terör örgütü IŞİD’in elinden vatandaşlarımızın kurtarılması için yürütülen çok yönlü çalışmalarda koordinatör görevini MİT yürüttü. Ancak, bu görüşmelerden tek başına sonuç alınamadı. IŞİD’in önde gelen lider kadrosunun iknası kolay olmuyordu. Vatandaşlarımızı kaçırmakla Türkiye Cumhuriyeti de, bölgedeki gelişmelerle ilgili rahat hareket edemez hale getirildi.
Vatandaşlarımızla ilgili gelişmeler gün gün kayda alındı, yapılan görüşmeler tutanağa geçirildi. Silahlı bir operasyonla vatandaşlarımızın kurtarılma girişimi hiç olmadı. Çünkü, can güvenliklerinin tehlikeye gireceği biliniyordu. Buna rağmen, örgüt onların yerini sıkça değiştirdi, bazen küçük gruplara ayırıp bağlantılarını kesti.
Din adamları da devrede
Başbakan Davutoğlu, vatandaşlarımızın kurtarılmasında isimsiz kahramanların olduğunu da hatırlattı. İşte, IŞİD için devreye sokulanlardan bazıları da din adamlarıydı. Özellikle Güneydoğu’da itibarlı, sınır ötesinde de akrabalık ve dini görüşleri nedeniyle bilinen din adamları IŞİD adına çalışan din adamlarıyla bir araya getirildi. Vatandaşlarımızın serbest bırakılmasında din adamlarının rolünün son derece önemli olduğunu güvenilir kaynaklardan öğrendim.
Suudi Arabistan’da cezaevine konulan ve işledikleri suçlar nedeniyle hakkında kafaları kesilerek öldürülmesine hükmedilen vatandaşlarımızın kurtarılması için de o dönemde Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir heyet gönderilmiş, Suudiler nezdinde de hayli itibarlı olan Prof.Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın da çabalarıyla vatandaşlarımızın kellerinin kesilmesi önlenmişti.
Tampon bölge kalkanı
Önümüzdeki haftalar önemli gelişmelere gebe. Birleşmiş Milletler kararı olmadan Türkiye, Suriye topraklarında “tampon bölge” oluşturmayı planlıyor. Bunun anlamı, yabancı bir ülke toprağını işgaldir ve savaş nedenidir.
Suriye, yıllarca dünyaya “terör ihraç eden” bir ülke olarak tanındı. Bu ülkenin topraklarında bir tampon bölge oluşturulmaya kalkışılırsa, o bölge Suriye rejimine karşı mücadele edenlerin barındığı, korunduğu ve kendilerini koruma kalkanı altına aldığı bir yer olacaktır.
Konsolosluğumuzun basılması görevlilerin kaçırılmasının sorumlusu olanlar, şimdi vatandaşlarımızın getirilmesini de politik malzeme olarak kullanmamalı ve yaşananlardan ders çıkarılmalı.