'Bizimle çalışmaya mecbursunuz' söylemi sorunları çözer mi?
Adem Yavuz Arslan 01 Ocak 1970
17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk skandalı patladığı günden bu yana 7/24 ‘paralel’ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yandaşlarına galiba haksızlık ediyoruz!
Evet ‘paralel devlet’ hatta ‘paralel evren’ bile var.
Aksi halde AKP ve havuz medyasının anlattıklarıyla gerçeklikler arasındaki uçurum bu kadar derin olmazdı.
‘Paralelciler’e göre ‘Yeni Türkiye’ bırakın bölgeyi, dünyaya yön veriyor. Hatta Türkiye’den habersiz kuş uçmuyor!
Dünyanın en özgür basını bizde, ekonomi süper, en demokratik yasalar, en bağımsız yargıçlar Türkiye’de!..
Eğer Türkiye’yi ve dünyayı havuz medyasından izliyorsanız ‘Yeni Türkiye’nin önüne gelene ayar verdiğini’ de düşünebilirsiniz.
AKP’nin ‘paralel evren’inde işler böyle görünüyor olabilir. Fakat işin esası pek öyle değil.
Düne kadar başarı hikâyesi olarak anlatılan Türkiye’nin yerinde bugün giderekantidemokratikleşen, baskıcı ve yolsuzluklarla anılan bir Türkiye var.
ABD ve Avrupa medyasının önemli gazetelerinde her gün Türkiye’ye yönelik ağır eleştiriler çıkıyor.
Nitekim cumartesi günü Wall Street Journal’de çıkan editör yazısında ABD’nin İncirlik’teki üssü Kürt bölgesine taşıması önerisi yer alırken açıkça ‘Ankara artık ABD’nin müttefiki değil’ dendi.
‘Sonuçta bu bir gazete yazısı üstelik de Beyaz Saray’ın fikirlerini yansıtmaz’ diyebilirsiniz.
Ama hemen hatırlatayım, Beyaz Saray’a yakınlığıyla bilinen New York Times’ta da benzeri eleştiriler sıklıkla çıkıyor. Ankara’dan daha dün gelen eski büyükelçi Ricciardone’nin açıklamaları da Washington’da not edildi.
'Seçmen bizi destekliyor'
Örnekleri uzatmak mümkün.
Peki AKP kurmayları bu tablo karşısında ne yapıyor?
Erdoğan ve AKP hükümetinin bu durumdan pek rahatsız olduğu söylenemez. Çünkü Washington’a gelen hükümet üyeleri ve yandaş kalemlerin anlatımları negatif algıyı gidermekten çok ‘…ama seçmen arkamda’ mesajını pekiştirmeye yönelik.
Yani ‘Uygulamalarımızı beğenmeyebilirsiniz, icraatlarımızı da antidemokratik bulabilirsiniz. Ama seçmen bizi destekliyor’ diyorlar.
Mesela geçtiğimiz hafta içinde TESEV’in Wilson Center’la ortak düzenlediği panelin konuşmacıları da bu yönde mesajlar verdiler.
Aksi halde havuz medyasından Etyen Mahçupyan’ın Gezi protestolarıyla yolsuzluk soruşturmalarını ‘hükümete darbe girişimi’ olarak anlatmasının başka bir izahı yok. Her şey bir yana, yıllarca kendini liberal olarak tanıtan bir ismin bugün Gezi eylemlerini darbe girişimi olarak sınıflandırması akıl alır şey değil.
Mahçupyan’ın ‘Sevseniz de sevmeseniz de önümüzdeki on yıl daha AKP iktidar’ söylemleri dinleyicilerden çok ABD yönetimine hitaben söylenmiş şeyler.
Bir başka ifadeyle hükümet ve hükümet adına konuşan herkes, aynı cümlelerle ‘Bizimle çalışmak zorundasınız’ mesajı veriyor.
AKP kurmaylarının uyguladığı strateji iki boyutlu.
Birincisi, eğer eleştiri konularını tartışmaya açarlarsa neden oldukları enkazın altında kalırlar. O yüzden doğrudan başka bir denkleme geçiyorlar.
İkincisi, ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı her zamankinden fazla. Özellikle Obama’nın IŞİD’e savaş açtığı şu günlerde en büyük destekçisi Türkiye olacak.
Coğrafi şartlar bu yönde bir politikayı dayatıyor.
IŞİD’in elindeki 49 rehine sebebiyle Türkiye’nin ‘görünüşte’ geri durması da ABD açısından pek sorun teşkil etmiyor.
Çünkü istediklerini aldılar. Üsler ve hava sahası operasyonlar için açıldı.
Sağlam temellere dayanmayan müttefiklik ilişkisi yerine dönemsel çıkarlar üzerine bina edilen Türkiye-Amerika birlikteliği şimdilik yürüyor olabilir.
Nitekim ABD çıkarları gereği herkesle çalışabileceğini bugüne kadar defalarca gösterdi.
Ama son dönemde artan Erdoğan aleyhtarı rüzgârı sadece gazete editörlerinin şahsi yorumları olarak görmemek lazım. Kara para soruşturmalarından, IŞİD’e desteğe kadar birçok sorunlu başlık siyasilerin de gündeminde.
Uzun bir aradan sonra Beyaz Saray’daki Türkiye masası bile kapandı. Artık Yunanistan ve Kıbrıs ile ilgilenen bir uzman, beraberinde Türkiye’ye de bakacak.
Eğer ‘ABD bize karşıysa iyi yoldayız’ sığlığında değilseniz dönen rüzgârı görebilirsiniz…