Yolsuzluklar AB sürecinde en büyük sorun
Ali Yurttagül 01 Ocak 1970
Başlığı attığımda “İleri gitmiyor musun?” sorusu aklımdan geçmedi değil. Avrupa Birliği ile ilişkilerde “en büyük” tespitini hak edebilecek o kadar sorun var ki, yolsuzluklar küçük kalır tespiti yabana atılır bir itiraz değil.
AB sürecini yıllardır yakından izleyen, Brüksel ve Ankara’da aktörleri yakından tanıyan biri olduğum için, yolsuzlukların “en büyük sorun” olduğu tespitinin en azından 2014 yılı için doğru olduğuna inanıyorum. Kıbrıs sorunu, geçen yıl olduğu gibi basın özgürlüğü gibi sorunlar değil, ilişkilerde yolsuzluk soruşturmaları en önemli pürüzü oluşturuyor. Aslında sorunu “büyük” yapan sadece yolsuzluklar değil, yolsuzlukları hasıraltı yapmak için hukuk devletinin askıya alınması ve devletin rant-yolsuzluk vesayeti tarafından tehdit edilmesidir. Bu iki konuya eğilmeden Brüksel ve Ankara’da süreci yönetecek yeni siyasi aktörlere kısa bir göz atalım.
Davutoğlu hükümetinin programına kısa bir göz atmak, ana hatları ile AB politikasında da 2011 Erdoğan hükümet programından esinlenen bir tavır sergilediğini gösteriyor. Anayasa 2010 reformları gölgesinde yazılmış son Erdoğan hükümet programı ile bu paralellik aslında iyiye alamet. Davutoğlu programında “paralel yapı” ile mücadele 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları ile başlayan sürece önemli yer verilmesi programı gölgelese de, metin kendi içerisinde tutarlı.
Sadece Davutoğlu değil, yeni Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve AB’den sorumlu Bakan Volkan Bozkır’ın yolsuzluk dosyalarını nasıl yöneteceklerini henüz bilmiyoruz. Önümüzdeki aylarda yolsuzluklar ile ilgili davalar sürecinde seçim yapmak zorunda kalacaklar. Bu seçim hukuk devleti ile hukuksuzluk arasında bir seçim olacağı için, Türkiye’nin kaderini ve AB sürecini belirleyici nitelikte olacak.
Biz yolsuzluk dosyalarını sadece basına yansıyan boyutu ile biliyoruz. Davutoğlu, Babacan veya Şimşek bu dosyaları ve olayın vahametini tüm boyutu ile biliyorlardır. Bu yüzden önümüzdeki aylardaki tavırları sadece Türkiye’de değil AB düzeyinde de inandırıcı olup olmadıklarını belirleyecek. “Yolsuzluk yok, darbe var” söylemi ve algısını Türkiye’de yandaş medya veya satın alınan bazı ‘sol’ veya ‘liberal’ gazeteciler üzerinden savunabilirsiniz. Bu masalın Brüksel’de dinleyici bulamadığını Erdoğan, Davutoğlu, Çavuşoğlu ve Bozkır birinci elden biliyor.
Yolsuzluk soruşturmalarını yönetebilmek için soruşturmaların gizliliğini askıya alan, Anayasa’yı ihlal ettiklerini bilerek çıkardıkları HSYK kanunu, internet yasası, MİT yasası, Twitter vs. yasakları son aylarda hükümetin yargı bağımsızlığını ve düşünce özgürlüğünü askıya alma girişiminin belgeleri idi. Bu yasalar Brüksel ile ilişkilerde derin sorunlara dönüşmedi ise, Anayasa Mahkemesi gibi kurumların sağlam durmasından kaynaklandı. Yeni Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüksek yargıya “haşhaşiler” diye hakaret etmesi, yargı ile sorunlarının sürdüğünü gösteriyor.
Politik olarak Davutoğlu ile Erdoğan’ın aynı misyon için mücadele edeceği yadırganmaz bir gerçek. AKP içerisinde etkin kadroların Türkiye’yi son on yılda ekonomik ve politik olarak ileriye götürdüğü de bir gerçek. Bugünkü soru bu misyonun sürüp sürmemesi değil. AB süreci için de hayati soru Babacan’ın “Bizim evrensel hukuk normlarından referans alınmış hukuk devleti olmamız gerekiyor” tespiti ile Davutoğlu’nun “Devlet üzerinde hiçbir vesayete izin vermeyeceğiz” cümlelerinin sentezinde yatıyor. Önümüzdeki aylarda bu iki tespit ve hukuk devleti sürecini yakından izleyeceğiz. HSYK seçimleri bu açıdan hükümetin ilk testi olacak. Biz Davutoğlu’nun yolsuzluğa bulaşmış dar bir AKP kadrosunu kurtarmak için Türkiye’nin geleceğini ipotek altına almayacağını, siyasi geleceği ve inandırıcılığını tehlikeye atmayacağını düşünüyoruz. Demokrasi ve hukuk devletini tehdit eden yeni vesayet rant-yolsuzluk-siyaset üçgeninden kaynaklanıyor. AB sürecinin geleceğini yeni siyasi aktörlerin bu üçgene karşı tavrı belirleyecektir. Vesayeti AKP içerisindeki uzantıları ile dışlarlarsa AB yolu ve Türkiye’nin ufku açılır, değilse kararır.