Zehirli Yem
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
2 Ağustos 1990’da Irak, bir gece yarısı Kuveyt’e girdi. Kuveyt’in işgaliyle birlikte bölgede tüm dengeler değişti. ABD liderliğinde adeta bir dünya koalisyonu kuruldu... O yıllarda ABD’nin yanında yer almak değil, yer almamak tuhaftı… Buna rağmen Türkiye, Irak’a askeri karadan müdahale için ABD’ye izin vermedi. Bunun yerine hava sahasını ve İncirlik Üssü’nü kullanım izni verildi…
O günlerde Amerika basınında Türkiye’nin Kerkük ve Musul’u alabileceği yazılıyor, bazı Amerikalı yetkililer de Türkiye’yi Kuzey Irak’ı alabileceği konusunda cesaretlendiriyordu…
Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal meselenin farkındaydı… Kamuoyunda yanlış tanıtılmış olmasına rağmen, savaş yanlısı bir lider değildi. Tam tersine Türkiye’nin Irak’a girmesini ve savaşmasını büyük bir felaket olarak değerlendiriyordu… Bugün için de pek çok dersi içinde barındıran Özal’ın yaklaşımını anlamak için dilerseniz dönemin etkili siyasetçilerinden Mehmet Keçeciler’in hatıralarına kulak verelim:
“Körfez krizinin en kritik dönemlerinde, Özal, cumhurbaşkanı olarak Çankaya Köşkü’nde bir iftar yemeği verdi. Muhalefet, DYP ve SHP yemeğe katılmadı. ANAP’lılar ile İslam ülkeleri büyükelçileri ve bürokratlar hazır bulundu. İftar sonrası Köşk’te akşam namazı kıldık. Sonrasında da Köşk’te sadece ANAP’lılar kalmıştı. Biz de Özal’dan bilgi almak için oturduk sohbet etmeye başladık… Giresun Milletvekili Burhan Kara, ‘Irak’a girelim, hazır girmişken Musul ve Kerkük’ü de alalım, Türk topraklarına katalım ve petrol meselesini kökten çözelim’ dedi.
Özal da bunun üzerine, ‘Sakın ola, ANAP’lılar olarak Musul ve Kerkük isimlerini ağzınıza almanızı yasaklıyorum. Bu bir zehirli yemdir. Bunlar tanelerdir. Kuşlar için taneleri dökerler. Sonra da tanelere gelen kuşları avlarlar. Irak’a girersek tuzağa düşeriz. Biz Irak’a girmeyeceğiz. Sakın ola böyle cümleler kurmayın’ dedi.” (Mehmet Keçeciler, Merkez Siyasetin Perde Arkası, (İstanbul, Hayy Kitap, 2014, ss. 211-212).
Birinci Körfez Savaşı sırasında Başbakan olan Yıldırım Akbulut’un, yıllar sonra bazı eski ANAP’lı milletvekilleri ile sohbetinde, Özal ile Bush
arasında şu diyaloğun yaşandığını aktardığı yönünde haberler de kamuoyuna yansımıştı:
“Bush: Sayın Özal, Kuzey Irak ve Kerkük’e girin...
Özal: Sayın Bush, bugün gir diyorsunuz. Yarın da çık dersiniz..
Bush: Kim girdiği yerden çıktı ki siz de çıkacaksınız... Kıbrıs’a girdikten sonra çıktınız mı?” (Milliyet, 20.6.2014)
ABD’nin o günlerdeki niyeti Türkiye’yi kuzeyden Irak’a sokmaktı. Elbette Atatürk’ten bu yana her Türk lideri gibi Özal da Musul’u ve Kerkük’ü Türkiye’nin hakkı olarak görüyordu ve bölgenin petrol zenginliği de Türkiye’nin enerji ihtiyacını onlarca yıl karşılayabilecek kadar çoktu. Ancak rahmetli Turgut Özal Irak’a girmenin Türkiye için büyük bir felaket olacağının da farkındaydı… Türkiye, ABD’nin yanında yer almalı, ancak tek başına bir maceraya girmemeliydi. Özal’ın derdi ciddi bir savaşa sokmadan Türkiye’yi bölgenin hâkim devleti haline getirmek, şartlar oluşursa bahsedilen yerleri tereyağından kıl çeker gibi Türkiye’ye katabilmekti…
Ne yazık ki dönemin muhalefetinin militan Özal-düşmanlığı nedeniyle bu büyük lider bir savaş çığırtkanı ve Amerikancı olarak kamuoyuna yansıtılmıştır. Oysa ki Özal, Cumhuriyet’in en büyük başarısının ülkeyi ciddi bir savaşa sokmamaktan ve Ortadoğu bataklığına bulaştırmamaktan geçtiğini çok iyi biliyordu. Nitekim yıllarca süren İran-Irak Savaşı dahi Türkiye’ye zarar verememiş, tam aksine Özal’ın ‘aktif tarafsızlık politikası’ sayesinde Türkiye savaştan ticari ve siyasi faydalar dahi sağlamasını bilmiştir.
BATAKLIK BÜYÜDÜ, AMAN DİKKAT
Bugüne dönecek olursak, şu anki şartlar 1991’den dahi daha kötüdür. Irak ve Suriye birleşmiş ve daha büyük bir bataklık haline gelmiştir. Her iki ülkede de devletlerden daha tehlikeli silahlı çeteler oluşmuştur. Suriye de, Irak da bugün dünyanın en tehlikeli yerleridir. Üstelik savaşan grupların Türkiye’de farklı sempatizanları vardır. Bunlara bir de 2 milyona yaklaşan Suriyeli sığınmacı ile onbinlerce Iraklı sığınmacı eklenmiştir. Türkiye ne yazık ki 1990’lardan farklı olarak mülteci sorununu iyi yönetememiş ve 2 milyonu bulan mülteci ile tek başına kalmıştır…
Bu bağlamda bölgeye düzenlenecek bir kara operasyonuna Türkiye’nin uluslararası bir koalisyon olmadan girmesi intihar olur. Dikkat ederseniz ABD ve Avrupa ülkeleri kara operasyonuna sıcak bakmıyor, kendi askerlerini yere indirmiyor. ABD, Fransa ve diğer ülkeler havadan Suriye ve Irak topraklarını bombalarken kara harekâtı Batı için seçenekler arasında dahi yok…
Diğer taraftan basına sızan bazı haberlerde Müslüman ülke askerlerinden oluşacak bir kara ordusundan bahsediliyor. Buna göre Türkiye de bu ordunun içinde yer alacakmış…
Hristiyanlar havadan bombalayacak, Müslümanlar yerde savaşacak… Bence böyle bir savaş Türkiye ve bölge için tam bir felakettir.
Birleşmiş Milletler şemsiyesi olmadan, dünyanın din ayrımı olmadan birleşmediği bir müdahale tüm faturayı Türkiye’nin üzerine yıkar…
Elbette sınırlarımız boyunca yaşananlara kayıtsız kalamayız ve dengeleri başkalarının kurmasına müsaade edemeyiz. Ancak sırf müdahale etmek için de müdahale edilmez. Türkiye gücü nispetinde olaylara dâhil olabilir ve bin düşünün bir hareket edebilir. Böyle bir politikayı pısırıklık veya korkaklık olarak değerlendirmek ise en hafif tabiriyle gerçeklerden uzak olmak olur…
Eğer ortada büyük bir Suriye-Irak bataklığı varsa böyle bir bataklığa düzenli ordu tek başına sokulmaz. Türkiye bu iki ülkede güçlü ittifaklar kurmak ve sınır boyunca güvenli alanlar oluşturmak zorundadır. Toplu ve geniş çaplı operasyonlar yerine sınıra yakın alanlarda Türkiye’ye dost bölgelerin oluşması bataklığın kurutulmasında ilk adım olabilir. Ancak toplu bir kampanya ilk başta büyük bir zafer gibi görünse de geçen her gün Türkiye’nin aleyhine işler ve bataklık bizi de yutabilir.
SERT SÖYLEM DÜŞMAN KAZANDIRIR
Yakın bir zamana kadar IŞİD konusunda Türkiye’nin daha net ve gür bir söylem kullanması gerektiğini yazmıştım. Türkiye, kendisini IŞİD’in çarpık anlayışından ayırmalı ve kendi siyasi ve dini anlayışını daha kuvvetli bir şekilde ortaya koymalıydı.
Ancak son günlerde yaşanan değişim bizi tam tersi bir uca sürüklüyor… Türkiye, ifratla tefrit arasında sürüklenmemelidir. Doğrudan IŞİD’e tehditler yollamak, hava saldırılarını abartılı ifadeler ile kutsamak Türkiye’ye gereksiz düşmanlar kazandırabilir.
Alınması gereken tutum herhalde bu ikisinin ortasında bir yerlerdedir. Türkiye, bir yandan kendi pozisyonunu dünyaya anlatmalı, diğer taraftan düşmanlar değil bölgesel dostlar kazanmalıdır. Bu anlamda Mısır ile yaşanan ve diğer ülkelere de yansıyan gerilim Türkiye’ye yardımcı olmamaktadır. Şu anda Mısır değil, Suriye ve Irak öncelikli olmak zorundadır. Aksi takdirde Türkiye uluslararası alanda yalnız kalır ve gücünden kaybeder. Mahallenin tüm sorunlarını Türkiye çözemez. Türkiye Ortadoğu’nun jandarması değildir ve olmamalıdır da. Ayrıca zaman düşmanlıkları derinleştirmek değil dostluklar inşa etme zamanıdır. Çünkü karşımızdaki tehditler yalnız kalınarak çözülebilecek türden değildir…
Son olarak, gelişmelerin çok tehlikeli seyrettiği ve her geçen gün karmaşıklaştığı bir ortamda ani ve sert pozisyon değişiklikleri geri dönüşü olmayan hatalara neden olabilir...