Çözüm Süreci Çöktü mü?
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Gerek Çözüm Süreci, gerekse Suriye politikası hakkındaki öngörülerimiz maalesef birer birer çıkıyor… Zamanında bugün olanları anlatıp ülkeyi uyardığımızda ne yazık ki çok sert eleştiriler almış, hatta felaket tellallığı yapmakla suçlanmıştık…
Bu ülkeyi sadece kendilerinin sevdiğini zanneden bazı cahiller son dönemde serbest düşüncenin ve ciddi analizlerin seslendirilmesine barbarca ama aynı zamanda ölümcül bir şekilde engel oluyorlar… Bunu iliklerine kadar hissetmiş kişilerden biriyim… Aylardır Suriyeli sığınmacıların oluşturduğu risklerden bahsediyorum… “2 milyona yakın sığınmacıyı hiçbir ülke kaldıramaz, aman dikkat”, diyorum… “Sığınmacıların arasında pek çok sakıncalı unsur olabilir, bunlar sosyal ve siyasi hayatımızı sabote edebilirler”, diyorum… “Sığınmacılar üzerinden Suriye’deki çatışmalar Türkiye’ye taşınabilir vs.” diyorum… Ancak bunları söylerken yemediğimiz hakaret de kalmıyor. Ne vatan hainliğimiz kalıyor, ne sığınmacı düşmanlığımız, ne de fitneciliğimiz…
Aynı şekilde uzun süredir Çözüm Süreci’nin risklerini anlatıyor, bunun kısa sürede patlayacağını yazıyorduk. “Aman dikkat, örgüt açısından bakıldığında ortada süreç müreç yok, kendinizi kandırmayın, süreç dediğiniz sadece örgütü güçlendiriyor” diyorduk, maalesef her dediğimiz çıktı ve çıkıyor…
“Suriye Türkiye’nin içlerine taşınıyor, Türkiye’nin Suriyeleştirilmesi hedefleniyor”, dediğimizde de yemediğimiz kötü laf kalmamıştı… Ne yazık ki Kobani üzerinden Türkiye’yi Suriyeleştirme çabaları yoğun bir şekilde devam ediyor, edecek de...
Yazdıklarımızdan henüz tam olarak gerçekleşmemiş olanı IŞİD’in Türkiye’de sokaklarda boy göstermesi, eylem yapmasıdır… Korkarım onun da olması çok uzak bir ihtimal değildir…
“Ben söylemiştim” deme meraklısı değilim, ancak bugün yaşananları sadece ben değil, pek çok kişi söylemişti ve söyleyip söyleyeceklerine pişman edilmişlerdi…
Türkiye farklı düşünceyi susturma hastalığından artık vazgeçmelidir. Aksi takdirde her sosyal ve siyasal olayı tanımlanamayan karanlık ve yabancı güçlere bağlama hastalığı devam edecektir… Herşeyi komplolarla açıklarsanız, başınıza gelen her kötü olayda kendinizi sorgulamak ve hatalarınızı aramak yerine her zaman başkalarını suçlarsanız muhtemelen başınıza dertler yağmaya devam edecektir ve siz yaşadıklarınızın nedenini dahi bulmakta zorlanacaksınızdır… Bunu Gezi’de yaşadık, şimdi aynı hataları tekrar etmeyelim lütfen…
Birbirimizi hain ilan etmek yerine öncelikle yaşananları uzmanlara ve bilim insanlarına havale edelim… Önce sağlıklı analizler elde edelim, ardından o analizler üzerine çıkış yolumuzu çizelim…
Bunun yerine siyaset, sert ve zehirli bir dil kullanmaya başlarsa bunun sonu tefrika, kutuplaşma ve büyüyen sorunlar olur. Örnek isteyenler üç günde sona erebilecek Gezi olaylarının nasıl olup da büyük bir felakete dönüştüğüne bakabilirler…
NE OLDU?
Kobani gösterilerinde ne oldu, diye soruyorsanız eğip bükmeden söyleyeyim: O gösterilerde öncelikle Çözüm Süreci üzerimize çöktü… Örgüt gerçek yüzüyle Türkiye sokaklarını kapladı…
HDP’ye sorarsanız protestolar barışçıydı ve şiddet içermiyordu. Rakamlara baktığımızda ise ölü sayısı 35’i geçti, binlerce araç ve işyeri yakıldı, yüzlerce insan yaralandı. Sadece bilançoya baktığımızda dahi bir merkezden emir verilen ve yönlendirilen bir şiddet hareketi ile karşı karşıya olduğumuzu görebiliyoruz, o da PKK.
Peki, Öcalan bu olayların dışında mı? Bazı yorumcular yaşanan felaketi sadece PKK’ya bağlamaya ve Öcalan’ı sorumluluktan kurtarmaya çalıştı. Hatta Kandil’in Öcalan’a darbe yaptığını iddia edenler dahi oldu…
Bu zorlama yorumu Çözüm Süreci’ni kurtarma çabası olarak görüyorum… Birileri PKK içinde iyi ve kötü PKK’lıların olduğuna bizleri inandırmaya çalışıyor… Güya Öcalan ve arkadaşları iyi PKK’lı ve barışı istiyor… Diğer taraftan PKK’nın Kandil’deki yöneticileri ve alt birimler Öcalan’ı bazen hiç dinlemiyor ve Süreci baltalıyor…
Doğrusunu isterseniz bu yorumları çocukça buluyorum… Öcalan da, PKK da yeni aktörler değillerdir ve değişmeleri de söz konusu değildir. Yıllardır yazıp söylüyoruz, Öcalan’ın da, PKK’nın da hedefleri bellidir ve bu hedefler içinde gerçekten demokratik ve birleşik bir Türkiye bulunmamaktadır. Öcalan için Çözüm Süreci bir amaç değil, hedefe ulaşabilmek için sadece araçlardan biridir… Nitekim Kobani gösterilerinden sadece 15 gün önce Öcalan tüm Kürtlere “yüksek yoğunluklu savaşa hazırlıklı olun, yaşamınızı dahi buna göre ayarlayın” talimatını vermiştir. Başka bir deyişle, Öcalan bir barış havarisi değildir. Hiçbir zaman da böyle olmamıştır…
Çözüm Süreci yanlış varsayımlar üzerine kurulmuştur. Ortada barış yapabilecek bir örgüt bulunmamaktadır. PKK süreç boyunca bir tek silah dahi bırakmamış, tam tersine olabildiğince silahlanmıştır. Hatta Suriye savaşları sayesinde ordulaşmaya başlamıştır. Çözüm Süreci boyunca örgüte rekor düzeyde katılım olmuş, terörü ve şiddeti bir yana koymak ise seçenek olarak bile örgütün aklına gelmemiş, hiçbir şekilde tartışılmamıştır… Örgüt de, uzantısı olan sivil görünümlü yapılar da fiili bağımsızlık anlamına gelen bir özerkliği defalarca dile getirmişlerdir…
Kısacası sözde Kobani’ye destek için yapılan şiddet dolu gösteriler hiçbir şekilde sürpriz değildir… Türkiye uzun süredir görmeyi reddettiği bir gerçeğe uyanmıştır… Örgüt, işçi veya kötü kaçırınca bunun haber olmasını dahi Çözüm Süreci’ne ihanet sayan; bayrak ve heykel yakılıp, Atatürk heykellerinin yerine PKK’lı teröristlerin heykelleri dikilmeye çalışıldığında bunu münferit bir olay sayan bir ülke sokağa inen terör sayesinde gerçeklere acı bir şekilde uyanmıştır.
ÇARE NEREDE?
Bazı okurlarım diyor ki, “Sedat Hoca iyi diyorsun da çare nerede? Açılım yapmayalım, Çözüm Süreci’nden uzak duralım da bu terörü nasıl çözelim?”
Yanlış anlaşılmasın, terörü bitirmek ve Kürt Sorunu’na çözüm üretmek için gerçekleştirilen girişimleri takdirle karşılıyorum. Hükümet, Cumhuriyet tarihimizin en gerekli ve cesur adımlarını attı. Ancak bir işe girişiyorsanız onun gereklerine saygı duymanız, sabırlı olmanız, kolaycılığa kaçmamanız, gerçeklere gözünüzü kapamamanız gerekir.
Terörle mücadelede sihirli ve kolay bir çözüm yoktur. Kolaycılığa saplanırsanız meseleyi daha bir içinden çıkılamaz hale getirirsiniz... Dolayısıyla, Türkiye’nin Habur’da yaptığı gibi veya Çözüm Süreci’nde denendiği gibi teröristlerle masaya oturup, pazarlık yaparak varılacak bir yer yoktur…
‘Türkiye modeli’ni kuruyorum diyerek dünya tecrübelerini çöpe atarsanız pek çok yanlışı birden yapmış olursunuz… Örneğin Habur’da yaşananlar tam bir skandaldı ve hatırlarsanız o zaman da sokaklar fena halde karışmıştı… Sokakların yeniden durulması ise olayların elebaşı durumundaki KCK üyelerinin etkisiz hale getirilmesi ile mümkün olabilmişti...
Çözüm Süreci’nde de benzeri hatalar yapıldı ve süreç sayesinde örgüt Türkiye’de etki sahasını genişletti ve tüm gücünü Suriye’ye odaklama imkanını buldu...
Çare nedir, sorusuna dönecek olur isek öncelikle örgütün tüm Kürtlerin yasal ve meşru temsilcisi olduğu algısını oluşturmaktan vazgeçmek gerekir. Ne yazık ki Çözüm Süreci PKK’ya fiili bir temsilcilik yetkisi vermiştir ve bundan geriye ne kadar dönülebilir, bilemiyorum…
Türkiye, İmralı ve Kandil ile resmi görevlileri ile görüşerek veya onları resmen muhatap alarak örgütü bir anlamda tanıma noktasına gelmiştir. Oysa ABD ve İngiltere gibi Batılı ülkeler terör örgütleri ile doğrudan teması ve görüşmeyi her zaman reddetmişlerdir. Bunun en son örneğini ABD-PYD ilişkilerinde yaşadık. ABD Dışişleri Sözcüsü “PYD ile görüşüyor musunuz” sorusuna “malum nedenlerden dolayı dolaylı yollardan bağlantı kuruluyor” cevabını vermişti. ABD bilmiyor mu terör listesindeki PYD ile yani PKK ile doğrudan görüşmeyi? Elbette biliyor. Hatta Amerikalı yetkililer pek çok terör örgütü ile görüşüyor, kimine belki destek de veriyor, ancak hiçbir zaman perdeyi yırtmıyor, bu tür örgütlere meşruiyet kazandırabilecek doğrudan görüşmelerden kaçınıyor. İşte Türkiye Çözüm Süreci’nde bu konuda hassas olamamıştır…
Teröristle görüşmenin de, müzakerenin de belli kuralları ve sırası vardır. Sonda yapılacak başta yapılırsa süreç berbat olur. Bu tür süreçler aceleciliği ve sıra atlamayı kaldırmazlar...
Türkiye, şunu bilmelidir, terör örgütünü 'terör örgütü' kimliği ile sisteme entegre edemezsiniz. Yani omuzdaki silahla şehre inmek çare değildir...
Bu tür görüşmelerde bir tek gündem maddesi olur, o da örgütün silahlarını ve şiddeti bırakmasıdır. Oysa Türkiye PKK’yı olduğu gibi topluma ve siyasi sisteme nasıl entegre edebilirimin hesabını yapmıştır. Bu yapılanı ne İspanya ne de İngiltere yapmıştır… PKK’yı olduğu gibi kabul etmeye çalışırsanız hazmı çok ama çok zor olur...
Terörle mücadele ekonomik, sosyal, kültürel, yasal, siyasal ve kriminal yönleri olan çok yönlü bir süreçtir... Çare yıllar boyunca gelmeyebilir. Dünyanın en iyi sürecini yürütseniz dahi sonuca 10 yılda, belki 20 yılda ulaşamayabilirsiniz. Burada ilk amaç yaşanabilir bir süreci başlatabilmektir. Örnek isterseniz Kuzey İrlanda'da süreç 10 yıldan fazla sürmüştür, bugün dahi gerilim zaman zaman yükselmekte ve alçalmaktadır... İspanya'da ise 20 yılı aşkın bir süredir inişli çıkışlı bir süreç yaşanmaktadır. İspanya devleti örgütle görüşmeyi kesin bir dille reddetmektedir. Her iki devlet de süreci ekonomik, sosyal ve siyasal önlemlerle desteklemekte, bunun için çok farklı görüşten uzmanlarla çalışmaktadırlar... Başarının anahtarı ise sabır ve yılmadan üzerinde çalışmaktır...
Bizde ise silahlar kısa bir süre sustu diye karar alıcılar terörle mücadele yasayını dahi kaldırmayı teklif edebildiler. PKK'nın pek çok etkili üyesi mahkeme sonuçları beklenmeden salıverildi ve sonuca ulaşıldı düşüncesine çabuk varıldı. Oysa sorunun hallinde önemli bir mesafe kaydedilen Kuzey İrlanda örneğinde IRA ve benzeri örgütler hala 'terör örgütü' listelerind eyer alır ve o listelerden çıkmaları mümkün değildir. Terörle mücadele yasaları ise hem İspanya'da hem de İngiltere'de dünyanın en sert yasaları arasında sayılır...
Çözüm konusunda pek çok önerilemiz var, ancak önerilerden önce hataları tespit etmemiz ve yapmamamız gerekenleri değiştirmemiz gerekiyor... Ayrıca bundan 2-3 yıl önce çok daha kolay olan mücadelelerin bugün çok daha zorlaştığını kabul etmek zorundayız. Bugün PKK Suriye’de bir orduya dönmüştür. Üstelik bu fiili ordu pek çok ülkenin nezdinde meşru bir askeri yapıdır. İlaveten örgüt Türkiye içinde siyasi ağlarını genişletmiş, sivil destekçi kitlesini büyütmüştür. KCK davalarının sekteye uğraması ve tecrübeli örgüt idarecilerinin serbest kalması örgütün sokak hareket gücünü arttırmıştır… Bunları dışında, Emniyet’te gerçekleştirilen ve onbinlerce polisin görev yerlerini değiştiren, pek çoğunu açığa alan, teşkilatın moralini yerle bir eden gelişmeler hukukun zorlayıcı gücü diyebileceğimiz kolluk güçlerini ciddi bir düzeyde etkisizleştirmiştir. Değişen uluslararası ortam da işleri daha bir zorlaştırmıştır. Kısacası, geçen zaman ve gelişmeler terörle mücadeleyi daha karmaşık ve daha zorlu bir hale getirmiştir…
Son olarak, bazı okurlarımız benim de geçmişte Çözüm Süreci'ni detskelediğimi, bugün neden eleştirdiğimi soruyorlarlar. Belli ki o okurlar yazdıklarımızı ve söylediklerimizi iyi takip etmiyorlar... Bu satırların yazarı her zaman barış arayışlarından yana olmuştur ve Açılım'ın iyi bir girişim olduğunu ifade etmiştir. Ancak Açılım öngörülen istikamette gitmeyince daha ilk ayında ciddi uyarılara başlanmıştır. Çözüm Süreci'nde de aynı şekilde uyarılarımızı yaptık, bu işin böyle olmayacağını kitap ve makalelerimizde ifade ettik. Ne yazık ki benim gibi düşünenlerin görüşü değil de örgütle oturup pazarlık yapmayı öneren bir grup görüşleri hakim oldu, sonucu da ortadadır...
Not: Bu konuda daha geniş bir değerlendirme, görüş ve önerilerimiz için ayrıca şu kitaplara da bakılabilir: Dışımızdaki PKK, İçimizdeki İsrail (İstanbul: Hayy Kitap, 2011);Hangi PKK, Masada Kimler Var (İstanbul: Hayy Kitap, 2012).