« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

11 Nis

2007

ÜLKÜSÜZ ÜLKÜCÜLER

Alper AKSOY 11 Nisan 2007

Ülkücülüğün en belirgin iki vasfı feragat ve fedakarlıktır. Kutlu bir davaya adanmış bir can; her nefes onun için, her adım ona doğru... Ülkücü Hareketin ilk yani 70'ler nesli bu hazzı doya doya yaşamışlardır... Bir nesil ki, gençliğin en güzel hazzı olan aşık olmaya bile zamanları olmadı; serinlikleri haşinlikleri belki de bu yüzdendir...

Kerkük'te darağacına çekilen, Bakü'de kızıl tankların paletleri arasında ezilen, Doğu Türkistan’da kurşuna dizilen onlardı. Körpecik bedenlerine Türk dünyasının olanca meşakkati, çilesi, acısı, kederini yüklenmişti; o günler, ne günlerdi ya Rabbi! Ve gün döndü, devran değişti... O güzelim insanlar, iyi atlarına binip gittiler. "Hohlaya hohlaya buz dağlarını eritmiştik, bir de avucumuza baktık ki, bir avuç çamur kalmış!.."Feragatin ve fedakarlığın unutulduğu ya da bunu sağlayan kültür ve şuurun olmadığı ortamlarda yeni tipler zuhur eder. Önce bu tipleri ele alalım:

1. ŞEKİLCİLER: Bunlar ülkücülük kavramından kelime olarak haberdardır. Kendi dar çevrelerinde biraz haşarı, biraz öne çıkma meraklısı, biraz "delikanlı" tabiatları vardır. Arada bir de "ülkücü", "Türkeşçi" kelimeleri gelir kulaklarına, biraz gözlemle onların da kendileri gibi "delikanlı" bir tabiata sahip olduklarını keşfederler. Ayrıca ülkücülerin tek tek fertler değil, dayanışmacı büyük bir aile olduğunu da öğrendiklerinde hemen bir ülkücü teşkilatın kapısına dayanırlar. -"Biz de anadan doğma ülkücüyüz gardaş!" diyerek "kayıt yaptırmak" isterler... Ve -"Ülkücülük için kayda gerek yok!" cevabını alırlar çoğu zaman. Ama akılları bunu bir türlü almaz...

Eee ne olacak öyleyse?.. Çevresine bakar ve meselenin püf noktasını keşfeder; "hilal bıyık", "kafa tokuşturma" ve de "bozkurt selamı"... Bunları öğrendikten sonra "Ya essahtan da kayda gerek yokmuş" diye gülerler... Ve ülkücü düğünleri takip edilmeye başlanmıştır artık, çünkü ülkücü düğünleri kendilerini göstermek isteyenlerin sergi meydanı gibidir... Artık bıyıkları uzatıp omuzların birini aşağı düşürmeyi öğrendikten sonra cümbür lop dalarlar meydana... "Türkiyem" parçası eşliğinde bozkurt işareti ile zeybek oynarlar... Bazan da dansözler getirilir düğünlere, onlara da ayni işaretlerle oynattırılır bu oyunlar... Eski zaman ülkücülerinden bazıları dayanamaz "ayıptır, günahtır, yapmayın" dese de "ya sen bizim abimizsin, idare et bizi! Ne olur sanki, Şuracıkta bir mastika kıvırtsak kıyamet mi kopar?" deyip dansözle mastika faslına devam ederler...

Şekilcilerin daha birçok türü vardır, bunların hepsini ele almak bu yazının boyutunu aşar ve roman hacmine kadar uzanabilir... Ama bunları suçlamak haksızlıktır çünkü "şekilciler" iyi niyetli ve masum tiplerdir; tabii içlerinde bir hayli yaramazları, had bilmezleri de vardır. Ülkücü teşkilatlar bir "ocak" olma özelliğini terkedeli beri, Başbuğ mekanı Ankara’nın Anadolu’ya fikir ışığı saçma, "bir sonraki nesil" eylemini terkleyip "bir sonraki sonraki seçim" idealine sarıldığı yıllardan beri, ŞEKİLCİLER yerden ayrık otu biter gibi çoğalmışlardır... Ankara’nın büyükleri bu saf, içten Anadolu insanlarını kendi kısır siyasi çekişmelerinde piyon olarak kullanmaya geniş mesailer ayırırken onları bir "Kadro hareketi" şuuruyla bilgilendirmek, "ülkü sahibi yapmak" konusunda nedense vurdum duymaz davranmışlardir... Çünkü onların istedikleri "hazır kıta delegeler"dir... Soru soran, sorgulayan, "bu davranışınız hangi ülküye, hangi davaya, hangi ideale uygundur?" diyenlere dert anlatmaktansa parti teşkilatlarına "şekilcileri yerleştirmek, ağrısız baş, sızısız diş" gibidir.. "Ülküsüz Ülkücüler"in bu birinci kategorisinin vebal ve günahı siyaset ehlinindir; "şekilciler" masum tiplerdir, saf bozkır insanlarıdır kısaca.

2. SLOGANCILAR : Şekilcilik basamaklarını çıkanların konaklama mertebesi slogancılıktır... Bu mertebeye ulaşmak da öyle hemen mümkün değildir... "Şekilci"nin en az sekiz on şölene katılıp oradaki sloganları bir bir bellemesi, hangi sloganda nereye vurgu
yapılacağını öğrenmesi gerekir... Bunları öğrendikten sonra "Reis"lerin, "başkanlar"ın muteber adamları sınıfına dahil olurlar... Slogancılar daha sert tabiatlıdırlar, yumruklarını sıkıp bağırırlarken "kavga delisi" bir karakter sergilerler... Fikir, kitap-mitap hak getire, gıdalarını daha çok kasetlerden alırlar... Kasetler ve ozanlar bir şeyh, onlar da birer mürittir... Şeyhlerinin o abartılı mimiklerine dikkat kesilirler, abartılı sloganlarını bir bir belleklerine yazarlar ve biriktirdikleri bu sermayeleri ile sekiz on ay idare ederler...

Slogancılar stratejik değeri olan tiplerdir... Ankara’nın siyaset cambazları onların vasıflarını yerli yerinde kullanırlar... Bindirme kıtalar için bunlar biçilmiş kaftanlardır... Parti teşkilatlarinda slogancıların her zaman kontenjanları bulunur. Yalnız "Slogancılar" "Şekilciler" kadar masum tipler değildir... Ankara ile yakın temasları olduğu için -üzüm üzüme baka baka kararır misali- siyaset cambazlıklarından da bir hayli nasiplenmişlerdir... Piramidin tepesinde yer almak hırsı uğruna en yakın arkadaşlarını bile bir gecede satmak gibi eylemler onlar için de bağdaş kurup oturmak kadar sıradan bir davranış olmuştur... Onun için slogancıların her an "patron" değiştirme alışkalıkları vardır.

3. SEVDALILAR : "Kara sevdalı"lar nasıl bir sevgiliye sevdalanır, onun için yemeden içmeden kesilir, gözleri sevgiliden başkasını görmez, aldıkları her nefes, attıkları her adım nasıl sevgiliye doğru ise ondan daha beter bir tutkunun adını biz "Sevdalılar" diye isimlendirdik...Ama bu ne menem bir sevdadır? Şimdi bir de onları büyüteç altına alalım:

a) KOLTUK SEVDALILARI : Kimileri bu hareketin başlangıç yıllarından beri içindedir, kimileri bu limana daha yeni demir atmışlardır ama hepsi "Kızılelma"yı kırmızı bir güneş haline getirip dairenin orta yerine de kırmızı bir koltuk yerleştirmişlerdir... Ülkücülük feragat ve fedakarlık ister, el hak doğru ama ülkücülük hedef olmaktan çıkıp bir vasıtaya dönüşmüştür bunlarda... Bu tipler son derece uyanıktırlar, meselenin bu tarafını katiyen fark ettirmezler... Şölenlerde, eğlencelerde, yürüyüşlerde hep önlerde saf tutarlar... Eğer onlara mikrofonu vermek hatasını işlerseniz - yandı gülüm keten helva - bir daha alamazsınız ellerinden... Vekil adayları listelerinde ve parti teşkilatlarında yüksek oranda kontenjanları vardır... Genel Başkanların teşkilat gezilerinde bunları geri plana itmek kıyametin küçük alametlerinden sayılır... Eğer bunu başarabilirseniz, bu defa birilerinin omuzuna tutunarak zıplar ve başlarını kameralara doğru uzatırlar... Bütün bilgilerini ve birikimlerini kendi hedeflerine ulaşmak uğruna bir basamak olarak kullanırlar, hasbi değil hesabidirler kısaca...

Koltuk dediysek sakin ha bunu yalnız teşkilat koltuğu, vekil koltuğu olarak algılamayalım... Bürokrasinin de kırmızı koltukları vardır, onlara sevdalananlar da kendi kızılelmalarına kavuşmak uğruna ne taklalar atarlar?.. Ferhat, Şirin'e kavuşmak uğruna dağı delmiştir ve vuslat gecesinde içindeki ilahi aşkın sönüverdiğini görüp Şirin'e kavuştuğuna pişman olmuştur... Ama bürokrasi Ferhat'larının koltuklarına kavuştuktan sonra içlerindeki hırsın, yüreklerindeki yangının daha da bir alazlandığı görülür... Kendilerini o makama taşıyan ülküdaşlarına da kibirle burun kıvırırlar, eğer istikbal başka partililerin önünde takla atmaktan geçiyorsa "Ya kardeşim! Ne ülkücülüğü?.. Bırakın bu boş şeyleri, zaman değişiyor, çağ değişiyor" gibi nutuklar irad ederler ve gidiş o gidiştir... Artık uğrak lokalleri, arkadaş grupları, siyasi görüşleri her şey ama her şey o anda değişivermiştir. Yaman şeydir bu koltuk sevdası vesselam!..

MHP'nin de içinde bulunduğu 57. hükümette 127 vekilimiz vardı... Bunların ülkücü idealleri bir kenara nasıl itebildiklerini mantıklarına sığdıramayan ülkücüler, "kurt ağzı bağlama" fıkraları ile konuyu izaha yeltendiler... Olur mu öyle şey?.. Bu konunun tek izahı koltuk sevdası idi, bir sonraki seçim hesabı idi yani... Rahşan hanımın eteği altında dut yemiş bülbüle dönenlerin şimdilerde "vallahi biz ne yumruklar vurduk masalara, yapılan her yanlışı haykırdık, ama bizi dinleyen olmadı!" palavralarına artık kimse inanmıyor, koltuk sevdasının ne menem bir virüs olduğu gerçeğini bu kadar medyatik bir şekilde 18 Nisan'dan sonra adım adım gözledi bu hareket, mahzun tebessümlerle seyretti...

b) PARA SEVDALILARI : Kimileri de ticari çevrelerini genişletmek için ülkücülük maskesini kullanırlar... Küçük bir ilçede mobilyacıdır, bir iki "ocak gecesi"ne katılıp açık arttırmada bir kaç yüz milyon basar bozkurt tablosuna ama baştan pazarlık yaparak bunu bir kaç milyar olarak anons ettirir... Ondan sonra düğün yapacak bütün ülkücüler evlenirken sıraya geçerler mobilya mağazasının önünde... Bu kadarına kimse bir şey diyemez, bunun adı küçük bir uyanıklıktır ama bir de ihaleciler vardır ki aman Allah!.. Bozkurt rozetini kullanarak yüz milyarlık işi iki-üç katına alır, teslim edilmesi gerekenin yarısını teslim eder kalan yarısı için de "ya zaten bi kuruş kazanmadık, ülkücüyüz diye mi böyle yapıyorsunuz?" diye yetkilere çıkışırlar... Bunlar için de ülkücülük peçete gibi bir şeydir, kullanılır ve çöpe atılır, o kadar... Ticari uğraşları için ülkücülüğü peçete olarak kullananlara da çok fazla kızmak gereksizdir, çünkü yöneticiler adam gibi adam olsalar bu unsurlar bu kadar kolay sızamazlar aramıza... Ama şimdi sıkı durun; malın büyüğü içeride duruyor...

Peki, bu para sevdalıları parti piramidinin basamaklarını bir bir tırmanıp tepe noktalara kadar çıkarlarsa?.. Ya olur mu öyle şey, bu kadar da karamsar olmamak gerekir?.. Tabii olur... Ama o kısımları şahsıma "karamsar damgası"nı yedireceği için yazmıyorum!.. Hani ola ki, bu para sevdalıları milletvekili olabilirler, bakan olabilirler ve cukka ihalelerini kızıl komünistlerle bile pay edebilirler... Tabii bu kadarı da olamaz, Karadenizlinin fıkrasındaki gibi "mesela deduk yani!", yani bi şey demedik; kimse alınmasın...

c) TURKİYE SEVDALILARI : Eskiden böyle bir şey yoktu lügatimizde... Ülkücülük hepimiz için en büyük şerefti ve bundan büyüğünü de hayal edemezdik... İyi ama "nesi var bu kavramın, bunda bizi rahatsız eden bir şey mi var?.." İki kelime olarak ele alırsak yok tabii... Ama "ülkücülük" kelimesini ısrarla kullanmaktan kaçınarak bunun yerine uysa da uymasa da "Türkiye Sevdalıları" kavramını koymak!.. Bu işten biraz pipirikleniyorum. Hani üzerine titrediğiniz kız kardeşinizi gelin ediyorsunuz, ev bark kuruyor... Bir de bakıyorsunuz enişte beyefendi kız kardeşinizin nikahı altında bir güzellik kraliçesi ile Laila'da gönül eğlendiriyor... Enişte'nin güzellik kraliçesiyle gezmesi ile "Türkiye Sevdalıları" kavramının "ülkücülük" yerine ikame edilmesi arasında pek fark yoktur... Tabii bizi endişeye iten başka sebepler de var... Enişte beyefendi Laila'da kraliçe ile görünmekle kalmaz, sabaha karşı bir de Hilton girişindeki paparazzilere yakalanır...

İşte, bizim "Türkiye Sevdalıları"mız da IMF tarafından bütün maddeleri ve fıkraları daktilo edilen kanun tasarılarını Meclise getirmeden önce IMF'ye bunların kanunlaşma takvimini verecekler ve de bunun adı "Türkiye Sevdası" olacak öyle mi? Tarım Bakanımız çıkıp "Bu kanunlar Türk tarımını, Türk köylüsünü perişan edecektir, bunlara evet demek vatana ihanetle eşdeğerdir" diye sürç-i lisan edecek buna rağmen bütün vekiller "Türkiye sevdası" adına evet oyu verecekler... O zehir zemberek sözleri sarf eden bakanımız bile kanunlara "evet" derse bu işin adı nedir?.. Ülkücülük olmadığı kesindir de, olsa olsa "Türkiye Sevdası"dır değil mi?..

Bazı dostlar da diyorlar ki "Türkiye Sevdalıları" Ülkücü Hareketin kimyasını değiştirmek için ortaya atıldı; yumuşak bir geçiş süreci yani; ülkücülükten liboşluğa doğru... Pat diye de liboş olunmaz ki, önce köşelerin yuvarlatılıp sonra sertliklerin yumuşatılması gerekir... Ya "merkez" söylemi..? O da bu sevdanın başka bir versiyonu değil mi? İsterseniz hiç traş yapmadan, şu konuyu dedelerimizin okları gibi dosdoğru ortaya koyalım: "Türkiye Sevdalıları", "Merkeze yönelişimiz yok; biz zaten başından beri merkezdeyiz" vb. ifadeler ile çok masum gösterilmeye çalışılsa da, ülkücüleri sistemin çarkları arasında eritme, asimile etme, ülkücü hareketin genetik şifreleri ile oynama hareketinin adıdır...

Şekilciler, slogancılar, sevdalılar, aksesuar ülkücüleri, komitacılar, hizipçiler, adamın adamları, sanal ülküsüzler, DYP külüstürleri, ANAP bozuntuları, 3. katçılar ve daha niceleri... Peki bütün bu unsurların Ülkücü Hareket mozayiğinde oranları nedir?.. Hiç bir zaman yüzde onu bulmaz... İşte tablonun ferahlatıcı yanı burasıdır... Ama bu öyle bir yüzde ondur ki, neredeyse vitrinimizin tamamına yakınını işgal etmektedir...

Ülkücü Hareket bahçesinin birinci meselesi bu ayrık otlarını temizleyip ülkü fidanlarını ve ülkü çınarlarını vitrine sürmektir... Tabii buradaki en büyük zorluk da gerçek dava adamlarının kendi kendilerinin tezgahtarlığını yapma konusunu bir zül addetmeleridir... Burada en büyük vebal ve sorumluluk piramidin tepesinde temsil makamlarında oturanlara düşmektedir... Ülkücü hareketin en entrikacı damarlarını yakın çevrenin stratejik noktalarına yerleştirmek "lider"ler için bir emniyet subabı gibi görünebilir ama ülkü devlerinin öfkesinin nice emniyet subaplarını patlattığı, nice çelik blokları çatlattığı gerçeğini de gözden uzak tutulmamalıdır... Yapılması gereken şey tektir ve gerçektir:

1. Entrika damarları kesilip komitacılar dağıtılmalıdır.
2. Liderler komitacılara değil davaya sırtını dayamalıdır.
3. Partici değil ülkücü yetiştirmek politikası benimsenmelidir hem de meyvesi geç alınsa bile.

"Dava" dediğiniz soyut bir kavramdır ona sırt dayanır mı demeyin..! Dayanır, çünkü o kavramın ardında bu hareketin has damarı "gerçek dava adamları" vardır, "ülkücü şuur" vardır... "Ben davadan, şuurdan anlamam uzağımdaki meçhulden, yakınımdaki komitacı daha iyidir" hesabı devam ederse, keser dönecek, sap dönecek gün gelip bu hesap da Ülkücü Hareketten dönecektir!... Belki de çok yakında !...

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 126,34 M - Bugn : 171123

ulkucudunya@ulkucudunya.com