Herkes kaybetti
Gültekin Avcı 01 Ocak 1970
HSYK seçim serencamı yargı tablosuna karalar çaldı.
Bir kez daha katran döktü toplumdaki adalet duygusuna.
Kara cübbeler, seçimde yarışan yargı mensuplarının siyasal ve felsefi kimliklerini örtemedi.
Sanırım ört(e)meyecek de artık.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez hâkimler, siyasal ve felsefi kimlikleriyle anılır oldu.
Bundan daha da kötüsü yargı bürokrasisinin tepesindeki HSYK üyeleri de siyasal kimlikleriyle ezberlendi.
Öyle ki bugün HSYK üyelerinin siyasal partilerden aday olması söz konusu olsa, hangi üyenin hangi siyasal partide bulunacağı, hangi sosyal yelpazede yer alacağı belleklere kazındı.
Şu kadarı iktidar yanlısı, şu kadarı ulusalcı, şu kadarı ülkücü, şu kadarı cemaat yanlısı diye…
Seçim sonuçları da bu şekilde yansıtıldı kamuoyuna.
Yargılama faaliyeti yürüten hâkimlerin istikbali üzerindeki tek ve en etkili kurum seçimi böyle olmamalıydı.
Sanki baro seçimleriymiş gibi yapıldı geçti.
Oysa HSYK seçimi baro seçimlerine benzemez.
Baroların ve baro başkanlarının siyasetle anılması şaşırtıcı değildir.
Nitekim Anayasa ve Avukatlık Kanunu’nda baro başkanlarının siyasi açıklama yapmalarını alenen yasaklayan bir hüküm yoktur.
Kaldı ki baroların siyasetin pek çok icraatını “hukuka aykırılık” adına eleştirebilme serbestisi (hatta yetkisi) var.
Ama HSYK için bu durum söz konusu değildir.
Çünkü tarafsız olması gereken en önemli kurumdur yargı.
Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nda “tarafsızlığı gölgeye düşüren haller” bile ağır cezai yaptırımlara bağlanmıştır.
BM tarafından 2003’te kabul edilen Bangalor Yargı Etiği İlkeleri var.
31 Mayıs 2005 tarihinde Avrupa Savcıları Konferansı tarafından kabul edilen Budapeşte Etik İlkeleri, Hâkimler Ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca 27.06.2006 gün ve 315 sayılı karar ile benimsenmiş durumda.
Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nün 14.11.2006 gün ve 100289 sayılı yazısı ile hâkim ve savcılara her iki uluslararası belge de duyuruldu.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2007/5 esas, 2007/244 sayılı kararı, Bangalor Yargı Etiği’ne atıf yapan ilk karardır.
Bu ilkelere göre hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisinden ve bu organlarla uygun olmayan münasebetlerden uzak olmalıdır.
Ve hâkimlerin mahkeme dışındaki davranışları, kamuoyunda tarafsızlık duygusuna gölge düşürmemelidir.
Hâkim, ifade, inanç, örgütlenme ve toplanma hakkını kullanırken, yargı mesleğinin onurunu, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyacak şekilde davranmalıdır.
Peki, yaşadığımız HSYK seçiminin bu etik ilkelerle ahengi var mıydı?
“Yürütmeyle uyumlu çalışacağız” diyen bir yargı ekibine normal şartlarda hukuk fakültesi diploması bile verilmemelidir.
Adalet çoğu zaman yürütme erkinin emel ve hedeflerine aykırı kararlar gerektirir.
Yürütmeyle uyum arzusu, yargı faaliyetinin esasına ve tabiatına aykırıdır.
Siyasal bir erk olan yürütmeyle uyumlu çalışmak, hukuki değil siyasi bir faaliyettir.
Yargı, yürütmenin bittiği yerdir çünkü.
Yürütmenin patronları suç işlediğinde, yargıya baskı yaptığında ne yapacaksınız?
HSYK seçimlerini ve hâkimleri politik dejenerasyona uğratan en etkili faktör AKP oldu.
İktidar medyası da buna çanak tuttu.
Karaladı, fişledi, yaftaladı…
Oysa tıpkı Avrupa’daki gibi siyasal şaibeler olmadan da seçim gerçekleştirilebilirdi.
Olmadı.
“Biz bize benzeriz” çünkü.
Kimse kazandık sanmasın.
Herkes kaybetti.
Yıllar boyu arayıp da bulamayacağımız adalet perisini.
Artık toplum karşısına çıktığı hâkim ve savcının görevine ve yaptığı işe değil, kim olduğuna bakıyor.
Hâkimlerin görevleriyle değil, inanç ve eğilimleriyle anıldığı bir ülkede adalet bulunmaz.
Adalet duygusunu kaybetmiş milletlerin de istikbali olmaz.
Kökünden baltaladığınız yargı ağacı, bazen sizin üstünüze devrilir.
Kim bilir?..