Faruk Akkülah Hocamızın ardından
Hamdi Mert 01 Ocak 1970
SALONLARA SIĞMAYAN HEYECAN FIRTINASI
Faruk AKKÜLAH"ın öncülüğünde ve sorumluluğunda tertibedilen kahramanlık ve anma günleri; kutlama tören ve konferansları, Adana"nın tarihinde unutulmayacak dönüm noktaları ve kültürel dönüşüm hatıralarıdır. Adana Şehir Tiyatrosu"nun; Erciyes Sineması"nın; Asri Sinema"nın sahne ve salonları o hırçın ve duygulu tehacüm ve heyecanı bir daha görmüş müdür, kesinlikle hayır!.
Bu heyecan dolu, fikir ve ideoloji yüklü; şiir, piyes ve tiyatro gösterileriyle zenginleştirilmiş kutlama törenlerinde Faruk AKKÜLAH Hocamız daima sahne gerisindeki kulislerde ve görevli talebelerinin başında olur; perde arkasından sahneye ve kürsüye göndereceklerini, son tembihlerini yaparak perde önüne çıkarırdı.. Kimine "Yanlış yaparsan kafanı kırarım!.."; kimine "Hadi oğlum, göreyim seni!.." diye teşci ederek.. Her öğrenciye anladığı/ve anlayacağı dilden..
Sevgili Hikmet Öner, Mehmet Akif"in;
Yarab!. Bu uğursuz gecenin yok mu sabahı!?.
Mahşerde mi biçarelerin yoksa felahı!.
Nur istiyoruz, sen bize yangın veriyorsun!.
Yandık!. diyoruz, boğmaya kan gönderiyorsun!
diye başlayan;
İslam ayak altında sürünsün mü nihayet?
Yarab bu ne hüsrandır, ilahi bu ne zillet!..
Cani geziyor dipdiri!.. Can vermede masum;
Suç başkasınındır da, niçin başkası mahkûm?!.
tonuna tırmanan ve
İslam"ı elinden tutacak, kaldıracak yok!..
Nahak yere feryad ediyor, acize hak yok!.
Yetmez mi, musab olduğumuz bunca devahi?
Ağzım kurusun… yok musun ey adl-i ilahi!..
sitemi ile biten dayanılmaz ağıtını, kendine mahsus yanık kükreyişiyle okurken, sahne gerisindeki Faruk Hoca'nın hıçkırıkları, salona kadar yayılırdı.. Salondan ve konuklardan da aynı hıçkırıklar yükselirdi..
1960"lı yılların halk üzerindeki şok kırılganlığına bir cevap tesiri yapan bu şiir yıllar yılı her törende okundu, her defasında Hikmet okudu ve Faruk Hoca'nın kuliste heyecandan baygın düştüğü zamanlar oldu (yazarın notu: İzini kaybettiğimiz Hikmet, acaba şimdi nerelerde?.)
Rüstem Bozkan Ağabeyimiz, mini etekli, alafranga bir genç kızın, bir ayağı topal bastonlu ihtiyar ile alay etmesi üzerine;
Ey saçları ala-garson kesik hanım kız!.
Gülme öyle bana bakıp, sen arsız-arsız
Bacağımla alay etme pek topal diye,
Bir sorsana o topallık nerden hediye!.
diye kükreyen "Topal Asker" şiirini (Nihal Atsız) seslendirirken, bu defa Faruk Hoca"yı yine sahne arkasından ama bu defa Rüstem Ağabey"in sert vurgularını pekiştiren küfürlü isyanıyla duyardınız..
Türkiye"nin 4"üncü büyük kenti ve 27 Mayıs 1960 öncesinde ve ilk yılları içerisinde bir partinin kalesi olan Adana"nın milli sağın merkezi haline dönüşmesi, Faruk AKKÜLAH"ın bu kuşatıcı çalışmalarının sonucudur dersem, bana inanmanızı isterim..
ADANA"NIN SİVİL OTORİTESİ
Faruk Hocamız öğrencilerin, velilerinin, okul ve dernek çevrelerinin ve asıl önemlisi Adana ve çevresi halkının buluştuğu bir sevgi odağı dahası bir sivil otorite merkezi oluvermişti.. Şüphesiz bunda 27 Mayıs askeri darbesinin halk üzerinde uyandırdığı şok ve inkisarın da payı büyüktü.. Ezik halk kesimleri bir melce" arıyordu da, aradığını O"nda bulmuştu..
O, halkın sevgi çemberinin odağında ve korumasında Adana"nın sokaklarına bile hükmeder hale gelirken, -sonraki dönemlerde politikaya da girdi ama- bu sivil/manevi gücünü asla bir siyasi ve ideolojik yönlendirme istikametinde kullanmadı..
27 Mayıs askeri darbesinin en sıcak günlerinde Adana"da tırmandırılmaya çalışılan ve provokasyonların örtüsü haline getirilen komünizan oluşumlara karşı o muhteşem "Komünizm"i Tel"in" mitingi; Aziz NESİN"in, Adanalıları sonsuz rencide eden Adana çıkarmasına karşı 5 bin kişiyi yollara döken toplu halk protestosu; Adana"nın ünlü yazlık çay bahçelerinden birinde "İslamiyet" ile biteviye alay eden bir piyesi sahnesi ile birlikte nasıl indirdiği; okulumuzun bahçesine her nasılsa kondurulmuş ve bütün ikazlara rağmen taşınmayan bir gürültülü hızarın bir gecede nasıl yerle-bir edildiği bilinir ve hala anlatılır da, polis-jandarma-güvenlik güçleri ve resmi makamlarla fiili çatışmasının bir tek örneği bilinmez..
O"na atak/hareket adamı yerine aksiyon adamı deyişim işte bundan!.
O"nun aktivist yaratılışı söz konusu olunca, bir olayı anlatmam gerekir: 1961 yılı idi.. Yani Türk halkını bütünüyle sarsan 27 Mayıs askeri darbesinin üstünden henüz bir yıl geçmişti.. O yılların toplum olaylarındaki hassasiyeti yaşı yeterli olanlar hatırlarlar..
Faruk Hoca, o bildiğimiz atak ve bilinçli kişiliğinin yürüttüğü ateşli ruhla ve Adana dışında Çukurova"nın her yanına ulaştırdığı davetlerle bir kültür gecesi düzenledi.. Program okul programı idi ama, yeri o dönemde şehrin en görkemli salonu olan Şehir Tiyatrosu olacaktı..
İlan ve davetler Vali"nin de önüne konulmuş.. Valilik, o günlerin hassasiyeti sebebiyle bir okul programının okul dışındaki bir büyük salonda ve çok geniş halk katılımıyla yapılmak istenmesini olağan bulmamış.. Bu sebeple de okul müdürümüzü arayarak, bu programın iptal edilmesini istemiş..
Okul müdürümüz ve değerli büyüğümüz Hulusi Özkul"un böyle durumlarda resmi sıfatı ile vicdanı arasında kalarak girdiği sıkıntılara defalarca şahit olmuşumdur.. Ne öğretmen, ne kentin sivil ileri gelenlerini öne sürmeden -ve şüphesiz baltayı taşa vurmadan- düğümü resmi uslupla çözmeye yönelir, ama okulun kadrolu öğretmeni Faruk Hoca bu tür durumlarda resmi sıfatını unutarak mutlaka öne çıkar..
Bu defa da öyle oldu..
Halkın davetli olduğu bir okul etkinliğimizi, üstelik programın başlamasına saatlar kala Valiliğin yasaklamak istemesi, onun katlanacağı bir teslimiyetçilik olamazdı.. Nitekim öyle de oldu.. Programda görevim olduğu için Faruk hocanın Adana Valimiz ile telefon konuşmasına ben de şahit olmuştum:
"İlan edilen bir programı yasaklayamazsınız!."
"Yasakladım, yasaklıyorum!."
"Yasaklayın da göreyim!. Halk daha şimdiden sokakları doldurmaya başladı bile.."
"Salonun açılmasına izin vermiyorum, sokakta mı yapacaksınız?"
"Gerekirse sokakta yaparım!."
"Sokağa polis yığarım!"
"Polisimle birlikte yaparım!"
Faruk Hoca bunu yapabilir mi idi?. Elcevap: Yapardı.. Nitekim, başlamasına birkaç saat kala ortaya çıkan bu tatsızlığa rağmen program aksamadan uygulanmış ve sonradan İçişleri Bakanı da olan Vali ile Faruk Hoca beklenenin aksine ileriki yılların samimi iki dostu olmuşlardı..
Faruk Hoca işte bu idi!.
Şimdi O"ndan bize partilere bölünmüş; her nasılsa ulaştığı yerlerde (bürokrasi, siyaset, ticaret) gününü gün eden birbirinden habersiz bir miras kaldı.. Korkarım ki, Faruk Hocamız yattığı yerde bunun ruh burkuntularını duymakta; hayatta iken tutamadığı gözyaşları, bir ilenç olarak sel gibi üzerimize gelmektedir..
Ruhu şadolsun kimseciklere benzemeyen ince ruhlu, inanç yüklü, enerji dolu rahmetli hocamızın..
O"nu tanıyanların birer "Fatiha" göndererek nezih ruhundan istimdat etmelerini diliyorum...