‘Çözüm süreci’ anlayışları
Ahmet Selim 01 Ocak 1970
İktidarın çözüm süreci ile karşı tarafın çözüm süreci aynı mı acaba? Değil tabii. İki taraf da kendi zihnindeki çözüm süreci için taviz bekliyor.
Yol haritası bundan dolayı belirlenemiyor. “Kim en son hangi noktada demir atıp duracak?” sorusunun cevabı verilemiyor. Tepki olarak karşı tarafın neler yapabileceğini Kobani eylemlerinde gördük. Bu metotla neler olabileceğini kendileri de derin derin düşünmelidirler. Bu eylemin gerçek anlamı “Biz de size bunu yaparız” olamaz aslında. Öyle bir kaosta herkes derece derece kayba uğrar. Yani bu bir “koz” sayılamaz asla. Koz, lehine gerçek bir sonuç doğarsa koz olur. Bu yolun çıkmaz yol olduğunu geniş ölçüde anladıkları zannındaydım. Öyle umuyorum.
Sayın Erdoğan’ın millete biri dörtlü, biri müstakil beş taahhüdü var: 1. Tek millet, 2. Tek devlet, 3. Tek bayrak, 4. Tek vatan ve 5. Resmi dil Türkçedir. Bu beş maddeyi bir “çözüm çerçevesi” olarak defalarca vurguladı. Bunlardan taviz verilirse, millete böyle bir durum anlatılamaz. Kabul ettirilemez. Bu konuda “âkil adamlar”ın milli bir vekalet yetkisi elbette ki söz konusu olamaz; burada söz hakkı AK Parti’yi iktidar yapan millete aittir.
AK Parti’nin Sayın Erdoğan tarafından mükerreren ifade edilmiş bu beş maddelik çerçeve taahhüdü, aynı zamanda milletin tahammülü ve hassasiyeti gözetilerek tespit edilmiş bir çözüm manifestosu gibidir. AK Parti iktidarı bu taahhütnameyi ihlal edemez, bununla bağlıdır. Ama karşı taraf daha fazlasını istiyor ve dayatmaya çalışıyor. “İmralı, Kandil ne diyor?” diye sorulacak da “millet ne der, seçmen ne der?” diye AK Parti kendi sağduyusuna sormayacak mı, bunun sonuçlarını düşünmeyecek mi? Bu nokta, birçok aydın tarafından ihmal edilen çok ciddi bir meseledir. Millet susuyorsa, AK Parti’nin taahhüdüne güvendiği için susuyor. En büyük şehirden en küçük köye kadar ülkemizin her yerinde âkil insanlar vardır ve onlar milli iradenin can damarıdır. İnönü’nün “her köyde bir erkân-ı harp vardır” sözü bu gerçeğe yapılan nükteli bir vurgudur.
“Çözüm süreci”nin gerektirdiği bazı yenilikler için anayasa değişikliği yapılmasına ihtiyaç duyulduğu söylenir. Makul bazı açılardan bu doğru sayılır. Fakat iş oraya gelince bambaşka talepler ortaya çıkıyor. Partiler Arası Kurul’un geçmişteki çalışmalarda sonuç alamamasını izah ederken Sayın Cemil Çiçek’in yaptığı bir konuşmada, “mesela milletin adına sıra gelince uzlaşma olmuyordu” dediğini bir TV kanalından kulaklarımla duydum. “Türk Milleti” denilmesine HDP (BDP) cenahının itirazı var. Çalışmalar bu gibi sebepler yüzünden akamete uğradı...
Yani HDP cenahının, tasavvuru ve talepleri kendi hayal ettikleri bir çözüm süreci ile ilgilidir; buna karşılık, Sayın Erdoğan’ın millet nezdinde kristalize olan ve beş şart ile taahhüd çerçevesine alınan çözüm süreci başka bir mahiyete sahiptir. Konuşulanlar, yazılanlar arasında bu farklılıklar vâzıh olarak mevcut değil.
“Sosyo-ekonomik şartlar bizim için önemli değil. Hepimizi özgür ve zengin edecek demokratik bireysel haklara kavuştursanız bile hiç önemli değil. Biz grupsal siyasî haklardan, mesela özerk bölgeden söz ediyoruz...” söylemi başka bir söylemdir. Yani böyle konuşanlar için oraya yapacağınız kalkınma tesisleri ve eserleri değer ifade etmiyor.
Şimdi AK Parti kendi çözüm sürecine bağlı nasıl bir anayasa projesiyle yahut önerisiyle seçimlere gidecek de, HDP cenahını ikna edecek? HDP cenahının ayrı bir “çözüm süreci ideolojisi” var çünkü. “Beş sınırlama maddesinin taahhüdü çerçevesindeki bir çözüm süreci AK Parti seçmeninin ve milletin kabul şartlarını da içerir.” tarzında düşünmek gerekir. Lâkin HDP cenahına bu yetmez. Sıkıntı burada ve Allah yardımcımız olsun.