Çözülme süreci
Ali Bulaç 01 Ocak 1970
Bugüne kadar “ya hakkı konuş ya sus” prensibinden hareketle, destek verdiğim “çözüm süreci”nde geldiğimiz nokta birçok aklı başında insanı olduğu gibi, beni de fazlasıyla kaygılandırıyor. Suriye’de olduğu gibi bu konuda da vahim hatalar işleniyor, ikinci büyük felakete doğru yol alınıyor.
Kürt isyanları, PKK ve terör gibi olgulara bakılmaksızın, ilk günden yapılması gereken “Kürtlerin kavim kimliklerinin inkârına son verilmesi, ana dilde eğitim ve öğretim, bölge halkının sosyal ve ekonomik refah seviyesinin yükseltilmesi ile bölge ülkeleri arasında ileride AB benzeri entegrasyonların altyapısını kuracak politikaların takip edilmesi” idi. AK Parti iktidarı üzerinden 12 sene geçti, bu uzun zaman zarfında sorunun yüzde 90’ı çözülürdü. Olmadı. Anlaşıldı ki, bundan sonra da olması güç, aksine vahim bir vadiye doğru sürükleniyoruz.
Çözüm süreci ilerledikçe hükümetin takip ettiği politikanın üç büyük hata ile malul olduğu görüldü:
1) Türkiye’de 12-15 milyon Kürt yaşıyorken ve Kürtler de diğer kavimler gibi tamamen heterojenken, hükümet sadece PKK üzerinden sorunu çözüm yolunu seçti. Tabii ki savaş kiminle yapılıyorsa, barış da onunla yapılır. Bu çerçevede PKK’nın muhatap alınması doğrudur ama PKK’nın Kürtlerin tamamını temsil etmediği açıktır. PKK ve HDP’nin dışında oranları yüzde 75-80’lere varan devasa bir Kürt ana gövde var. Laik milliyetçi, liberal, dindar-muhafazakâr, radikal, İslamcı, Milli Görüşçü, Nurcu, Nakşî-Kadiri, Haznevi vs. Bu devasa kütlenin önemli bir bölümü AK Parti’ye oy veriyor ama iş nihai çözüme gelince “demokratik vekâleti” aşan boyutlarda kendilerinin de sürece dâhil edilmelerini istiyorlar. Hatta çözüm konuşulurken Türkiye dışındaki Kürtleri de hesaba katmak lazım. Hükümet sanki Kürtleri PKK’ya ihale etti, PKK’nın talepleri Kürtlerin tamamının talebi oldu. Bu, temelden yanlış.
PKK’nın kendinden başka hayat hakkına pek saygılı olmadığı 6-7 Ekim olaylarında açıkça görüldü. Kendisi dışındaki bütün grupların (AK Partililer dâhil olmak üzere, Hizmet, Hüda Par, Saadet Partisi, bağımsız İslamî gruplar, medreseler, okuma salonları vs.) işyerlerine, okullarına, mekânlarına saldırdı, vahşice insanları öldürdü. Bu saldırı ve tahripkâr tutum gelecekte PKK eğer Kürdistan’ın kurucu partisi olacaksa kimin hangi akıbete duçar olacağının somut işareti oldu.
2) Çözüm süreci işlerken Doğu ve Güneydoğu’da nüfusun yaklaşık 25-30’unu teşkil eden Arap ve Türk nüfus hiçbir şekilde dikkate alınmadı, varlıkları bile zikredilmedi. 6-7 Ekim olayları, başta Mardin olmak üzere Arap nüfusu fazlasıyla tedirgin etti, ilk defa Mardin merkezde Arapların işyerleri, mağazaları tahrip edildi, halk günlerce evlerinden dışarı çıkamadı. AK Parti hükümeti kimseye sormadan Mardin ve Şanlıurfa’yı da “büyükşehir statüsü”ne sokmakla, bölgedeki Arap ve Türk nüfusun tehcir ve tenkil fermanını imzaladı. Bölgede Osmanlı’dan beri kurulu bir denge vardı; Kürtler, Araplar, Türkler ciddi sayılacak kavgalara girmeden bir arada yaşıyorlardı; “büyükşehir statüsü” değişikliğinden sonra Mardin ve Şanlıurfa’yı bekleyen Kerkük örneği tehcir ve etnik arındırmadır. Urfa bir dönemliğine kendini korumaya aldı, süreç böyle işlerse büyükşehir statüsü onu da tehdit edecek. Buna hükümetin hakkı yoktu. Şimdi hali vakti yerinde olanlar mallarını mülklerini satıp Batı’ya göç etmeye başladılar. Mardin’in HDP’nin eline geçtikten sonra Arap nüfus tacize uğramaya başladı, semt pazarlarında bile alış veriş yapan kadınlara “Kürtçe konuşmuyorsan sana satış yok” demeye başladılar. Allah korusun, Suriye ve Irak’ta etnik gruplar arasında makul ve hakkaniyete dayalı denge kurulmayacak olursa, bu çatışma Türkiye’ye de sıçrayacak. Bunu maalesef çözüm sürecine borçluyuz.
3) Bugün eski PKK yok, toprağı, on binlerce silahlı savaşçısı, ağır silahları ve Batı’nın desteğini arkasına almış devlet kurmaya aday yeni bir güç var. Temel haklar çerçevesinde sorun çözülüp Kürt sorunu bölgesel birliğin şansı olacakken, bölgenin tamamını polarize eden, ayrıştıran, çatıştıran ve sonuçta BOP’un ana çerçevesine uygun yeni siyasi entitelere zemin hazırlayan safhaya girdi.
Türkiye, PKK ile ABD arasında sıkıştı kaldı. Güvercin Demirtaş “sokağa inin” direktifini verdi, şahin Öcalan “tamam, bu kadar yeter” dedi. 6-7 Ekim’de PKK Türkiye’yi ateşe vererek istediğini aldı, Amerika da Türkiye’yi istiskal ederek dediğini yaptırdı.