Durmak yok, terlemeye devam!
Yavuz Baydar 01 Ocak 1970
Verilen söz tutulmakta. Türkiye'nin gerçekten de terleyen bir cumhurbaşkanı var artık.
Hayır, toplumun tümüne eşit hizmet, saygı ve sevgianlamında dökülen ter değil bu.
Öfke esaretinde ülkeyi adım adım 'yönetilemez' noktasına doğru sürüklerken, uluslararası camiada iyice yalnızlaştırırken, minareye kılıf uydurma telaşının, 'sakal ve bıyık' halinin terlemesi.
Irak ve Suriye'de iyice büyüyen kargaşa karşısında son derece uzak görüşlü bir oyun sergilenmesi gerekirken, kartların hepsi elinden uçup gitmiş, nereye bakıp ne diyeceğini bilemeyen Cumhurbaşkanımız boncuk boncuk terliyor.
Birkaç gün kenara çekilip etraflıca düşünmesi, konuşma işini anayasaya göre 'yürütme' olarak bilinen hükümete bırakması gerekirken, her gün konuşuyor.
Her konuşmada daha çok batıyor.
'Biz haklıyız, geriye kalan herkes haksız' tiratlarına Letonya'daki son açıklama eklenmiş durumda:
Barut fıçısının yanında kibrit
'Her şeyden önce Obama'ya bizim teklifimiz şu olmuştur. Eğer ABD Türkiye bizler teröre karşıysak, ki Türkiye olarak biz karşıyız. PYD'nin PKK ile aynı durumda olduğunu kendilerine ifade ettim. O da bir terör örgütüdür dedim. Dolayısıyla burada PYD'ye yapılan yardımlar terör örgütüne gitmektedir. Türkiye'ye rağmen ABD bu işi yapmıştır. Şu anda Kobani sizin için stratejik bir yer değil, olsa olsa bizim için olur. Peki şu anda Kobani'de yaşayan var mı? Yok, sivil halk bizim ülkemize geçti. Kobani'de bu kadar hassassınız da Suriye'nin tamamında neden değilsiniz?'
Cumhurbaşkanımız, Baltık ülkelerine hareketinden önce de ABD'nin Kobani'yi silah ve insani yardım sevkiyatıyla ilgili olarak 'Sayın Obama'yla yaptığımız telefon görüşmesinde kendilerine bu teklifi zaten ben yapmıştım' demişti.
Güler misiniz, ağlar mısınız?
Dünyada akıl ve mantık üzerine yönetilen başkentlerde müstehzi gülümsemelerin ardı arkası kesilmiyor.
Hadiselere bağımsız gözle bakıp sağduyu çerçevesine oturtmaya çabalayan biz yorumcuların zorluğu ise ortadaki trajikomik durum yüzünden meselelerin özüne dahi giremez hale gelmek.
Bakın, barut fıçısının yanında kibrit çakarcasına hâlâ 'PKK ile PYD aynı şeydir' diyor.
Peki, madem öyle, siz 1 Ocak 2013'ten bu yana PKK ile neden müzakere ediyorsunuz?
Madem öyle, 'terör örgütü' dediğiniz PYD'nin 'terörist' lideri Salih Müslim'i neden Ankara'ya çağırıp görüştünüz?
Bir yerleşim yerinin boşalmasıyla stratejik öneminin sıfırlanması gibi bir argüman kurduğunuzu sanıyorsunuz.
'Barış süreci'nin kaderi
Sırp çeteleri bazı Bosnalı Müslüman yerleşim bölgelerini kıyımla boşalttığında, neden ABD başta uluslararası camia bu 'kıymetli' düşünceyi keşfedemedi acaba?
O boşlukları başkalarının - mesela o günlerde Sırp çeteler, mesela bugün de DAİŞ- dolduracağının bilindiğinden olmasın?
İler tutar yanı olmayan çapraz mesajlarla neden kafa karıştırıyor, bölgedeki yangının adım adım söndürülmesinde 'en güvenilmez müttefik', 'en zayıf halka' damgasının ülkemizin üzerine iyice yapışmasına sebebiyet veriyorsunuz?
Etrafta sizi uyaracak, 'bu yol, yol değil' diyecek kimse kalmadığı için mi?
Siz Letonya'da ABD'yi -hani bir ara 'stratejik ortak' dediğimiz müttefik- kamuoyu gözündebölgesel hasım algısına itelerken, Kobani olayı sadece Türkiye Kürtleri açısından önemini göstermedi, Irak ve Suriye Kürtleri’nin bölgesel bütünleşme ve alan hakimiyeti yolunda anlaşarak birkaç adım daha ilerlemesini de sağladı.
'Barış süreci'nin kaderi de buna endekslidir artık.
Türkiye'nin en önemli ve acil iç sorunu da 'bölgesel çerçeve' içine girmiş bulunuyor.
Durmak yok.
Terlemeye devam edebilirsiniz.