Dış politika, “boyunduruk” ve Erdoğan imajı
Gökhan Bacık 01 Ocak 1970
Türk Dil Kurumu sözlüğünde boyunduruk “güreşte hasmın başını koltuk altına alıp boynuna kol dolama oyunu” olarak tanımlanıyor.
Güreşte çoğu kez pehlivan yanlış hamle yaparak rakibinin boyunduruğu altına girermiş.
Türk dış politikasının “Kobane ile başlayan süreçte ama genelde Suriye meselesinde” kendini bir tür boyunduruğa kaptırdığını söylemek mümkün.
Türkiye bir süredir dış politikada, tıpkı boyunduruğu yemiş pehlivan gibi mecburen rakibin zorlaması ile istemediği şeyleri yapmak zorunda kalan pehlivan gibi görünüyor.
Abluka
Belli ki Türkiye, başta ABD olmak üzere pek çok aktör tarafından ciddi bir ablukaya alınmış durumda.
Kısa sürede inanılmaz bir baskı Türkiye’nin üzerine yüklendi. Bütün direncine, karşı tezlerine rağmen uluslararası aktörler “yoğun baskı zorlayarak” Türkiye’yi bir noktaya doğru itti.
Ortada ilginç bir durum var: Devleti idare eden kilit kişiler belli ki hiç istemedikleri şeylere izin vermek zorunda kalıyorlar. Hatta, Kobane meselesinde uygulanan aşırı baskı Ankara’da ciddi sarsıntı oluşturmuş olmalı ki yapılan üst düzey açıklamalarda bile ciddi tutarlılık sorunuyaşanabiliyor.
Ancak baskı o kadar büyüdü ki Türkiye dış politikada “çok büyük itiraz sesi çıkarmasına rağmen” bazı önemli kararları istemese de kabul etmek zorunda kaldı.
Erdoğan imajı: Yumuşak karın
Uluslararası toplumun Türkiye üzerine uyguladığı baskıyı anlatmakta vaziyete göre yumuşak karın Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Erdoğan’ın “otoriter olduğu, Kürt sorununda IŞİD ile iş tuttuğu” gibi argümanlar uluslararası camiada artık kolayca satılıyor.
Gün geçmiyor ki etkili bir gazetede birinci sayfadan yahut doğrudan baş yazı olarak sert birErdoğan eleştirisi olmasın.
Düşünün Le Monde –üstelik tam Türkiye’de “bakın Fransızlar bizi anlıyor” denilen bir zamanda- Erdoğan’ı hem de içinde “psikolojik bazı sıkıntılarla ilgili kavramlarla dolu bir yazı” ile eleştirdi.
Gezi olayları ile başlayan “otoriter Erdoğan” imajı dozu artırılarak “rasyonel karar veremeyen, sinirli, ne yapacağı belli olmayan biri” imajına doğru eviriliyor.
Anlaşılan Türkiye’yi eleştirmek için Erdoğan’ı hatırlatmak uluslararası camiada yeterli bir argüman olarak görülüyor.
Bir bakıma “aman canım Erdoğan değil mi? Zaten bu sorunlar olur” şeklinde bir kanı gittikçe uluslararası camiada yerleşmeye başladı.
Üzücü bir durum ancak dünyada mesela eskiden Chavez gibi liderler üzerinden tanımlanan “kötü adam tiplemesi” maalesef bugün Erdoğan üzerinden yapılmaya başlandı.
Dış politikada sorun nedir?
Bugün dış politikada iki temel sorun var. Birincisi, dış politikanın bir kaptanı yok. Türk dış politikası MİT’ten filan kuruma oradan cumhurbaşkanlığına kadar “tuhaf ve karmaşık bir koronun” icra alanı olmuş.
Benim karşılaştığım neredeyse bütün Batılı uzmanlar, gazeteciler, diplomatlar Türkiye’nin Suriye siyasetinin Dışişleri Bakanlığı’nca değil MİT tarafından yürütüldüğüne “inanıyor.”
Sayın Çavuşoğlu’nun kişiliğine kimsenin diyecek bir şeyi yok ama neredeyse ilgili herkes onugeçici birisi olarak görüyor. Doğru yanlış böyle bir algı yerleşmiş durumda.
İkinci sıkıntı ise daha yapısal. Maalesef, Türkiye’de dış politika iç politik hamasetin, çok konuşmanın, aşırı iç politize etmenin kurbanı olmuş durumda.
İş öyle bir noktaya varmış ki Kayseri’nin, Konya’nın meydanlarında yahut Ankara Havalimanı VIP salonunda söylenen laflar Türkiye’nin kendi ayak bağı olmuş durumda.
Dış politikayı içeride aşırı konuşarak prim yapmak alışkanlığı farkında olmadan Türk dış politikasının sosyolojik otonomisini daraltıyor.