Yeni müttefikimiz
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Keskin “U” dönüşleri, saat be saat değişen ve birbirini nakzeden sözlerle “ne olup bitiyor” diye tuttuğumuz her nesnenin sapı elimizde kalıyor.
Alıştığımız kategoriler, analiz araçları işe yaramıyor. “İmkânsız” diyebileceğiniz hiçbir şey yok; hemen her şey mümkün. 30 yıl savaştıklarınızla bir anda işbirliğine girmek gibi. Bu kaygan zeminde, bu alt-üst oluş sürecinde işe yaramayan ayrıntılarda ve anlamı kalmayan alışkanlıklarda boğulmak yerine vaziyeti kuşatan ters bir bakış açısına ihtiyacımız var. Ters ama gerçeğe uygun: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, IŞİD isimli ortak düşmana karşı PKK ile ittifak yapmış durumda. Neden sebep? Obama “verdiğiniz sözleri tutun” dediğine göre ABD’ye “sözler” verilmiş. “İttifak” durumu da bu “sözler”den çıkıyor ve şimdi bu söz yerine getiriliyor. Peşmergenin Türkiye üzerinden Kobanî’ye geçmesi, PYD için koridor açılması ve -bilmediklerimiz hariç- bu örgüte silah ve cephane yardımına müzaheret edilmesi, bu yeni ittifakın somut belirtileri. PKK ile PYD’yi Başbakanımız “veya” bağlacı ile eşanlamlı kullanıyor. Cumhurbaşkanı açıktan PYD’yi terör örgütü olarak niteliyor. Doğru mu? PYD, bir şirketin acentesi gibi PKK’nın Suriye uzantısından ibaret olduğuna göre elbette doğru. Uzun lafın kısası, sonuç ne? Yerine getirilen sözler, ortaya çıkan fiili durum ve olan-bitenlerin özeti: PKK artık Türkiye’nin yeni müttefiki.
“Erdoğan Obama’ya ne söz verdi?” Biden’le yaptığı meşhur görüşmede, Erdoğan nasıl ikna edildi? II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD ile iç içe geçen yakın tarihimiz boyunca çıkarlarımıza bu kadar ters bir talep karşısında bu kadar kolay ikna olduğumuz başka bir örnek yok. “Erdoğan’ın ABD tarafından rehin alındığı” iddiası dışında ele avuca gelen hiçbir açıklama bulunmuyor.
PKK durumun farkında mı? KCK şefleri, Erdoğan gibi Obama ile doğrudan görüşme imkanına sahip olmadıkları için dolaylı yollardan durumu kavramaya ve intibak etmeye çalışıyorlar. Verdikleri tepkiler onların da bocaladıklarını gösteriyor. “Barış Süreci”nin bu yeni durum karşısında önemsiz bir ayrıntıya dönüştüğünü henüz fark etmemeleri, bu bocalamanın işareti. Öcalan köylü kurnazlığı ile fırsatçılık yapıp ya kısa günün kârı peşinde koşuyor ya da kendi halkla ilişkiler çalışmasını yürütüyor. Barış Süreci’nin kaderinin, bölgedeki gelişmelerin peşine takıldığının farkında. Öbür taraftan Davutoğlu’nun “kamu düzeni” konusundaki ısrarını “toplumsal güvenlik ve düzen” tabiriyle karşılayarak reddediyor. Başbakan’ın anahtar kelimesi olan “kamu düzeni” sadece “6-7 Ekim PKK şiddetini” değil, KCK’nın alternatif “Sovyet tarzı” devlet yapılanmasını hedef alıyor ve Barış Süreci bu yapılanmanın dağıtılması şartına bağlanıyor; Öcalan ise lafı yuvarlayarak pazarlık masasını geniş tutuyor.
Türkiye’nin “yeni dostları ve düşmanları”nı lâyıkıyla kavrayabilmek için, IŞİD ve PKK gibi aktörlerin artık terör örgütlerinin askerî niteliğini göstermek için kullanılan “asimetrik tehditler” olmadıklarını anlamamız lâzım. Her iki örgütün de hükmettikleri toprak parçaları, yani ülkeleri var. Türkiye’nin içine yuvarlandığı oldu-bittinin sebebi de, ikisi arasında bir toprak parçası yani Kobani için süren savaş değil mi? Toprağı olan, halkı olan bir örgüt bir adım öne çıkıp bir de her ikisi üzerinde egemenlik kurunca ortaya ne çıkıyordu?
Barzani’nin Suriye’deki kantonları feshetmesi asıl kavganın koptuğu yeri gösteriyor. Kobani için üç güç rekabet veya savaş halinde: Barzani, PKK ve IŞİD. Kobani’deki IŞİD güçlerinin komutanından, militanların çoğunluğuna kadar Kürtlerden meydana geldiğini dikkate alırsanız aslında Kürtler birbirleriyle savaşıyorlar. PKK veya PYD, Kürtleri değil Kobani’de kendi hakimiyetini savunuyor. Bu tarafta ise yeni ittifak ile PKK bir örgüt olarak varlık gerekçesini oluşturan “TC düşmanlığı” ile birlikte Kürtleri temsil kabiliyetini de kaybediyor.
Bu zikzaklı ve karmakarışık süreçte, bizim yakada bu kadar yalpalamaya rağmen bir “devlet aklı” işliyor mu? Yoksa hükümet mecbur kaldığı riskleri mi üstleniyor? Yarın devam edelim.