Siyasî çürüme
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Validebağ Korusu, yürüyüş mekânlarımdan olduğu için çok yakından tanıdığım bir yer.
Tartışmada teknik olarak Belediye haklı. Cami yapılacak yer Koru’ya nazır, hemen kenarında, ancak dışında. Nitekim protestolar, “bu bir başlangıç, sonra Koru’ya da el atacaklar” diye işe koyuldular. Bu sefer yeşili savunanlar tahkimatı dışarıda kurmuş oldular. Kent rantına peşkeş çekilen onca yerden sonra, bu duyarlılığa kimse itiraz edemez. Protestocuların “minareye değil, minareyi çalıp kılıf hazırlayanlara karşıyız” sözü, durumu özetliyor. İstanbul, vandalların yağmaladığı bir şehre döndü. Eskiden taş üstünde taş bırakılmazdı; şimdi İstanbul’un her tonuna sahip olduğu yeşil örtüsü yağmalanıyor. Validebağ eylemi, Türkiye’nin her yerine yayılan siyasî çürümeye karşı yapılıyor. İstanbul yağmalandı, bu yağmayı yapanlara, kent rantı konusunda karar verenlere ve göz yumanlara kim, nasıl, hangi konuda güvensin?
Bir iktidar, halkının hakkına hukukuna sahip çıkamıyor; daha ötesi suyun başına oturup rant dağıtıyor. Validebağ’da belediyeyi haksız hale getiren mesele cami inşaatı değil, iktidarın toplumun genel çıkarını koruma yeteneğini kaybetmesi.
Barış Süreci, Türkiye için doğru bir adımdı. Bir-buçuk sene boyunca kan dökülmedi. Eleştirilerin çoğu haklı, Devlet Güneydoğu’yu PKK’ya teslim etti. Vatandaş hakkını hukukunu arayamadı. Devlet, devletliğinden oldu. Ancak iş müzakereye dökülünce, kimse kesin zafer bekleyemez. Yine de sonuçta kaybeden PKK oldu. 6-7 Ekim Kalkışması, PKK’nın devlete alternatif olamamasının işareti. Devlet olup adalet dağıtmanın öyle kolay olmadığı ortaya çıktı. Bugün süreç kesintiye uğrasa, PKK kaldığı yerden yola koyulsa yine kendisi zararlı çıkacak. Ancak devletin otoritesi, PKK yüzünden değil, kokusu her yeri saran siyasî çürüme yüzünden kayıpta. Bir-buçuk yılda halkın ödediği o kadar bedele karşı, sadece üç işçi kaçırıldı diye Cudi Dağı’na operasyona kalkışan Devlet’e kim güvenir? Devlet vatandaşını koruyamıyor; ancak yolsuzluğun, usulsüzlüğün en berbat ve en sistematik hali aynı bölgede ortaya çıkıyor. Dün PKK ile mücadeleyi kişisel hesaplarına geçirip kendi çıkarları için cinayet işleyenler gibi, bugün özel çıkar sağlamak ve halkı soymak için kullananlar, geride devlet adına ne bıraktılar? Güneydoğu’da devlet itibarını beş paralık edenlerin ne kadarı KCK’lı, ne kadarı soyguncu? Sorun çözmeye çalıştığı bölgede boğazına kadar yolsuzluğa batmış bir devlet gücüne kim itimat eder?
IŞİD meselesi, Türkiye’nin içini kemirerek giderek büyüyecek. IŞİD basit bir terör meselesi değil, Türkiye’nin bu topraklarda bin yıldır temsil ettiği dinî geleneği yerle bir ediyor. Türkiye bu meydan okuma ile baş edecek donanıma sahip değil. Ne devlet tekelindeki din eğitimi, ne de Diyanet’in “resmî” görüşü IŞİD’in saf ve basit Selefiliğinin cazibesine karşı bağışıklık sağlayacak durumda değil. Devletin, PKK’nın ve kurumlaşmış bütün inanç ve ideolojik toplulukların dışında kan deryasına uzanan yepyeni bir kanal kazılıyor. IŞİD militanlarını her milletten, ezilen ve dışlanan, sahipsiz ve pusulasız gençlerden devşiriyor. Bu topraklara özgü geleneği temsil eden İslâmcılığın, bu yalın ve vahşi Selefilik karşısında şansı ne kadar olabilir? Yolsuzluk bataklığı devlete çok ihtiyaç duyan toplum kesimleri nezdinde sadece meşrû otoriteyi değil, kimlik bunalımı yaşayan genç nesiller nezdinde yerli umutları da tüketti.
Devlet rantından sağlanan bol paranın, bu para ile finanse edilen medya gücünün, bu gücü oya tahvil ederek sandıktan sağlanan demokratik desteğin, devletin kanunlarının, kurallarının, kısaca bildiğimiz yol ve yöntemlerin ulaşamadığı bir alanda bambaşka bir dünya inşa ediliyor. Sosyal medyanın gücü denizin patlaması gibi iktidar medyasının sesini bastırıyor. Devletten yaptığınız yolsuzluğu, devlet iktidarını kullanarak akladığınız zaman yeni medya araçları bütün ipliğinizi pazarda tutmaya devam ediyor. Tepkileri yumuşatacak, mantıklı bir kalıba dökecek ideolojiler bile artık çare olamıyor; şiddet çağrıları siyasî çürümenin en kestirme alternatifine dönüşüyor.
Bizi bir arada tutan her şey çürüyüp dağılıyor.