Alan Hâkimiyeti Kimde?
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
AK Parti, geçen hafta sonu Afyon’da kamptaydı. Kampta “çözüm süreci”, “ekonomi” ve “dış politika” konularında 3 ayrı oturum gerçekleştirildi. Bunlardan en hararetli geçeni Çözüm Süreci toplantısı oldu.
Çözüm Süreci toplantısında Genel Başkan Yardımcısı Beşir Atalay, Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç, Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Ak Parti Grup Başkanvekilleri Mahir Ünal ve Ahmet Aydın sürece ilişkin konuşan 26 milletvekilinin sorularını yanıtladı. 2 Ekim Cumartesi günü medyaya sızan haberlere göre toplantıya İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın sözleri damgasını vurdu.
Buna göre alan hâkimiyetinin zaman zaman PKK’ya geçtiğini itiraf etti ve “Kırsalda terör baskısı arttı, şehirlere inmeye, hâkim olmaya başladılar. Bu süreçte seçime gidilmez, kamu düzenini sağlayacağız, seçime o atmosferde gideceğiz” dedi…
Dışarı sızan bu sözler, kamuoyunda beklenmedik bir hareketlenmeye yol açınca İçişleri Bakanlığı haberin içeriğinin doğru olmadığını açıkladı, ancak kamuoyu doğrusu bu yalanlama ile ikna olmadı…
İçişleri Bakanı birebir bu sözlerle mi ifade etmiştir, bilemiyorum, ancak devletin bölgede, hatta İstanbul’un kimi mahallelerinde alan hâkimiyetini zaman zaman kaybettiği, hatta bugün dahi devlet egemenliğine açıkça meydan okunduğu, örgütü şehirlerde etkisini arttırdığı gün gibi ortada. Bunu anlamak için bakan düzeyinde bir açıklamaya da gerek yok…
ÖRGÜTÜN KAZANIMLARI
PKK, Çözüm Süreci’ni istismar ederek, çatışmasızlık döneminde kendisine dokunulmayacağını hesap ederek özellikle bölgede sokaklara hâkim olmaya başladı. Kırsalda ise ne yaparsa yapsın, kimse ona karışmadığı için köy ve mezralarda devlet yanlısı Kürt gruplar sindirildi veya göçe zorlandı. Halk arasında onlarca yıl sürmüş olan bu mücadeleyi PKK’nın kazandığı, devletin tasını tarağını toplayıp gitmeye hazırlandığı algısı güçlü bir şekilde oluşturuldu. Yani PKK soruna psikolojik açıdan yaklaştı ve beyinlerdeki güçlü devlet algısını yerle bir etti. Geçmişte devletin yanında yer almış ailelere tacizler arttı, özellikle korucu veren köyler paniğe kapıldı.
Şehirlerde ise örgütün belinde silah ile kente indiği görüldü. Geçmişe göre çok daha rahat bir şekilde hareket eden örgüt mensupları KCK yapılanmasının tüm alt birimleriyle adeta paralel bir devlet kurdular. KCK’nın mahkemeleri, sözde vergi memurları, asayiş birimi, siyasetçileri izleyen ve yönlendiren kolları, sözde kaymakam ve valileri vd. sosyal hayatı devletten daha fazla kontrol etmeye başladı.
PKK’nın süreç boyunca en büyük atılımı gerçekleştirdiği alanlardan biri de gençlik yapılanması olan YDG-H’dedir. Buna göre YDG-H, PKK içinde ama dışında ayrı bir kol haline geldi. Heyecanlı gençlerden oluşan YDG-H, kendisini PKK’nın şehirlerde asayişi sağlaması gereken birimi gibi görüyor ve kontrolü gerçekten zor, heyecanlı ve öfkeli gençlerden oluşuyor. Sokak olaylarının pek çoğunda ve şehirlerde artış gösteren yaralama, kundaklama ve hatta öldürmelerin önemli bir kısmında bu yapı ortaya çıkıyor.
Sonuç olarak diyebiliriz ki Çözüm Süreci boyunca örgüt taraftar kitlesini genişletmiş, sokakların nabzını tutarak ve yönlendirerek devleti pek çok alandan çıkarmayı başarmıştır. En kötüsü, devlet kendisine sadık olan kitleleri yalnız bırakmış, PKK sanki Kürtlerin tek ve meşru temsilcisiymiş gibi bir pozisyona sokulmuştur. Örgüt bu pozisyonu sonuna kadar kullanmış ve sadece silahlı alanda değil, sosyal hayatta da alan hâkimiyetini eline geçirmiştir.
ÖRGÜT SİLAHLARIYLA OVAYA İNDİ
Örgütün bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti devletinin hükümranlığına meydan okuduğu açıktır. Yargıda, güvenlikte ve vergi koymada devletin egemenliğini tanımayan PKK, son dönemde devleti bölgenin dışına çıkarabilecek korkutma dalgalarına başvurmaktadır. Asker ve polislere düzenlenen saldırılar “buradan çekin gidin, burası sizin ülkeniz değil” mesajıdır. Bu saldırılar muhtemelen yargı mensuplarına ve devletin diğer görevlilerine dönük saldırılara da dönüşecektir. Atatürk heykellerinin ve Türk bayrağının yakılması, saldırılara uğraması da bu nedenledir. Örgüt devletin egemenliğini sembolize eden herşeyi tahrip etmektedir. Bu çerçevede binlerce okul yakılmış, Kürt gençler TC’nin eğitim sisteminden koparılmaya çalışılmıştır.
Görülmektedir ki PKK, zihnindeki bir plan doğrultusunda kendi devletini inşa etmeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda adım adım ilerleyen örgütün önündeki en büyük engel ise diğer Kürtleri zorla veya gönüllü olarak devlet fikrine ikna etmektir. İşte Çözüm Süreci’nin sadece PKK’yı muhatap alması bu anlamda örgütün çok işine yaramıştır. Aynı şekilde Suriye ve Irak’ta Kürt grupların yakınlaşması da PKK’nın ayrılıkçı görüşüne sempatiyi arttırmaktadır.
Şiddet dolu 6-7 Ekim Kobani gösterileri sözkonusu düşüncelerin sokakta sınanması, şantaj yoluyla devletin belli bir noktaya zorlanmasıdır. PKK, bundan sonra sokağa kendisinin hâkim olduğunu ve kamu düzeninin kendi insafında olduğunu hissettirmek istemektedir.
Özetle, Süreç boyunca yaptığımız uyarılar ne yazık ki gerçeğe dönüşmüştür, birebir çıkmıştır. Örgüt Süreci çok iyi bir şekilde değerlendirmiş, iki cepheli savaştan kurtulmuş, halk nezdinde devletin kendisini artık tanıdığı, hatta kendisine yenildiğini kabul ettiği algısını oluşturmayı başarmıştır. Bundan sonra algıları ters çevirmek ve sokağa yeniden hâkim olabilmek daha zor olacaktır... Devletin kamu düzeni konusunda inisiyatifi örgüte bırakmış gibi davranması, adeta güvenliğin terör örgütünün insafına kaldığı algısının oluşması son derece tehlikelidir...
Süreç boyunca güvenlik güçlerinde oluşan eylemsizlik ve çekingenlik kırılmaz ise bunun sonu felaket olur. Unutmayınız ki, bırakınız ülkenin birliğini korumayı, bir devletin zararsız bir şekilde bölünebilmesi için dahi sokakta hukukun ve onun zorlayıcı gücü olan kolluğunun sorunsuz bir şekilde çalışması gerekir... Bu nedenle eğer devlet kamu düzenini ve devlet egemenliğini bölgede tesis edemez ise bunun varacağı yer kaostur...