Türk Dış Politikası: Hayal İle Gerçek Arasında
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Türkiye’nin son dönemde dış politikada yaşadığı hayal kırıklıkları saklanamaz bir gerçek. Biz de, Uluslararası İlişkiler çalışan bir akademisyen olarak bu duruma zaman zaman yazılarımızda işaret ediyoruz.
Avrupa ve ABD ile gevşeyen bağlar, İsrail ile tamamen kopan ilişkiler, Suriye ve Irak’ın savaş alanına dönmesi, Mısır ve Körfez ülkeleri ile karşıt kutuplara savrulmalar ve Rusya ile birçok sorunda zıt uçlarda yer almalar, İran ile Irak ve Suriye’de savaşan karşıt grupları desteklemeler vs. Türkiye’yi bir hayli yordu, hatta yalnızlaştırdı.
Türkiye’nin gündemi her geçen gün Doğu’ya kayıyor ve adeta Ortadoğu’ya doğru çekiliyor… İşin kötü tarafı ilk başlarda pek çok gelişme çok seçenekli iken her geçen gün yaşanılanlar bir seçenek olmaktan çıkıyor ve bir tür sürüklenmeye, içine çekilmeye dönüşüyor.
DEĞERLİ YALNIZLIK
Bizler bunları ifade ettiğimiz zaman bazı okurlar ve bazı yorumcular Türkiye’nin doğru olanı yaptığını, mağdurun ve haklının yanında durduğunu, zalime karşı mazlumu tuttuğunu vs. söyleyerek asıl yanlış olanın dünyanın geri kalanı olduğunu iddia ediyorlar. Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın 2013’te bu durumu şu sözlerle savunmuştu:
“‘Türkiye Ortadoğu'da yalnız kaldı’ iddiası doğru değil ama eğer bu bir eleştiri ise o zaman söylemek gerekir. Bu, değerli bir yalnızlıktır.” (*)
Türk Dış Politikası literatürüne ‘değerli yalnızlık’ olarak giren bu kavram Uluslararası İlişkiler’de daha çok değer merkezli dış politika veya etik (ahlaki) dış politika kavramlarına yakın duruyor. Yani, bu anlayışa göre Türkiye, milli çıkarlarından daha evvel inandığı değerleri savunuyor, pragmatik değil idealist bir dış politika izliyor.
Evvela şunu belirtmek gerekir ki uluslararası ilişkilerde ‘yalnızlık’ olumlu bulunan bir kavram değildir. Yalnızlığı bir başarı olarak görebildiğimiz tek yer bir süper gücün dünya siyasetinde tekel kurmasıdır. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme döneminde ‘muhteşem yalnızlık’tan bahsedilebilir. Aynı şekilde Soğuk Savaş bitip, Sovyetler Birliği dağıldığında ABD’nin artık liderlik yarışında yalnız kaldığını, dolayısıyla tek süper güç ve ‘muhteşem yalnız’ olduğunu söyleyenler olmuştur. İngiltere Sömürge İmparatorluğu, Fransız Sömürge İmparatorluğu da yine bu tür örneklerdendir. Roma İmparatorluğu’nun dünya siyasetinde tek belirleyici oluşu da bu türden bir yalnızlıktı (pax-Romana).
Görüldüğü üzere yalnızlığın iyi sayıldığı tek hal dünyanın tek süper gücü olduğunuz haldir. Bunun dışında kalan durumlarda yalnızlık her devlet için ölümcül sonuçlar doğuracak kadar büyük bir sorundur. Nitekim AK Parti iktidarının ilk yıllarında ortaya atılan ‘sıfır sorun politikası’ da o an için olduğu savunulan bir yalnızlığın yıkılmasını amaçlamıştır. Davutoğlu’nun dış politika anlayışı esasında Türkiye’nin nispi yalnızlığına İslam dünyası ve eski Osmanlı coğrafyası ile yeniden aile haline gelip cevap verebilmektir. Dolayısıyla eğer bugün her ne nedenle olursa olsun bir yalnızlaşma ve işbirliği imkânlarının daralması söz konusu ise bu durumda çözülmesi gereken büyük sorunlar var demektir.
KİRLİ DÜNYADA AHLAKLI DIŞ POLİTİKA
Ahlaki veya etik dış politika savunmasına gelecek olur isek, etik dış politikanın uygulanabilir olup olmadığı Uluslararası İlişkiler’de eski bir tartışma konusudur. Kuralsız, kaotik ve çıkar temelli bir dünyada ahlaki davranan bir devletin bunu sürdüremeyeceği kanaati hemen hemen herkes tarafından kabul edilir. Hiçbir devlet politikalarını tamamen değerleri üzerine kuramaz. İlişkilerde esas olan çıkarlardır. Bu bağlamda uluslararası ilişkilerin ahlaki ve temiz bir alan olduğunu kimse söylememiştir. Üstelik bu durum yeni değildir, insanlık tarihinin başından bu yana devletler arası ilişkilere karşılıklı çıkarlar hâkim olmuştur. Güçlü olanın dediği olur, bu nedenle zayıflar birleşerek güçlü olanı dengelerler ya da güçlü olanla antlaşmalar yaparak, onu uluslararası örgütlere dahil ederek vs. kendilerini korumaya çalışırlar. Güçlü olan ise avantajlı konumunu koruyabilmek ve ekonomik vs. çıkarlarını en üst düzeye çıkarabilmek için bahsettiğimiz işbirliklerine yanaşır, hatta kendisi bu tür yapılanmalara öncülük edebilir.
Özetle uluslararası ilişkiler bir tür al-ver ilişkisidir. Bu nedenle böyle bir ortamda haksız ve zalim devletleri tek başınıza ve salt konuşarak durduramazsınız. Bunun için hem güçlü, hem de diğer devletlerin desteğini alacak kadar diplomaside mahir olmalısınız. Pek çok uzman belirtmiştir ki İngiltere ve Fransa gibi büyük devletler dahi etik dış politika izleyebilecek bir güce sahip değildir. Orta büyüklükte bir güç olarak Türkiye’nin bunu başarabilmesinin imkânsızlığı ortadadır.
Bu çerçevede Türkiye’nin İsrail-Filistin, Mısır, Irak ve Suriye politikalarının gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye, tüm bu alanlarda dünyanın en haklı ülkesi dahi olsa hayaller ve gerçekler arasında büyük bir uçurum olduğu görülüyor. Bunun en iyi denemesi ise Mavi Marmara Krizi’dir.
MAVİ MARMARA: İŞE YARADI MI?
One-minute çıkışından sonra Mavi Marmara’da Türkiye, İsrail’e bir kez daha meydan okumuş ancak bundan herhangi bir sonuç alamamıştır. Tam tersine saldırıda 9 Türk İsrailli komandolarca katledilmiş, İsrail ise bunun karşılığında pek az bedel ödemiştir. En önemlisiMavi Marmara ve sonrasındaki girişimler Gazze’de güç dengesini değiştirmemiştir.
Türkiye, Mavi Marmara sonrasında da İsrail’e karşı sert ve ofensif tarzını sürdürmüş, ne var ki bu tutumu ile sadece kitlelerin duygularına hitap edebilmiş, buna karşın reel politikada hiçbir değişiklik yaşanmamıştır. Hatta bu tutumu Türkiye’ye ABD ve Avrupa ile ilişkilerinde bazı bedeller de ödetmiştir. Türkiye’nin diplomaside yaşadığı enerji kaybı da ayrı bir maliyettir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu noktada İsrail’i haklı bulmuyoruz. Hatta okurlarım bilir, yıllardır en sert İsrail eleştirilerini yapan akademisyenlerden biriyim. Ne var ki dış ilişkilerde sorunları haklı olup olmamanız değil, gücünüzü en iyi şekilde kullanmanız ve karşı tarafı belli eylemlere zorlamanız çözer. İsrail’in sert retoriklerle veya küçük düşürmelerle yol gelmeyeceği 1948’den bu yana en basit uluslararası ilişkiler gerçeklerinden biridir. Aynı şekilde İsrail’in insan hakları ihlallerinin ve gayri hukuki işgallerinin arkasında ABD ve Musevi lobilerinin bulunduğu da tartışmasız bir gerçektir. Bunu Almanya da bilir, Rusya da. Bu bağlamda sorunun çözümü hiç kimse bilmiyormuş gibi İsrail’in doğasını dünyaya haykırmak değildir. Esas sorun Ortadoğu’da Müslüman nüfuslu ülkeler ile İsrail arasındaki güç dengesizliği, Müslüman ülkelerin birlikte hareket edememeleri, Türkiye gibi Filistin’i savunan ülkelerin iktisadi, siyasi ve sosyal gerilikleridir. Tüm bu sorunlar aynen yerinde durup dururken, hiçbir yapısal değişikliğe gitmeden İsrail’e kuru kuruya meydan okumak şu ana kadar tecrübe edildiği üzere yarar değil, zarar getirmiştir. Türkiye de siyasi alanda sert bir söylem takip ederken, ekonomik alanda İsrail ile ilişkilerini kesecek gücü dahi kendisinde bulamamıştır. 2014 itibariyle Türkiye-İsrail ticaret hacmi yıllık 5 milyar doların üzerindedir ve bu rakam İslam ülkelerinin pek çoğu ile yapılan ticaretten daha fazladır.
Kısacası, İsrail’in politikalarını beğenmeyen devletin mücadelesi söylemden biraz daha fazlası olmak zorundadır. Ayrıca sert söylem, hatta karşı tarafa hakaret olarak algılanabilecek sözler eleştirilenden çok eleştiri sahibine zarar verebilmektedir. Türkiye’nin dış politika söyleminde orta yolu bulması bu nedenle önemlidir. Sert ve uzlaşmaz bir ülke görüntüsü Türkiye’nin onlarca yıldır oluşturmaya çalıştığı ağırbaşlı, bilge, uyumlu ve işbirliğine açık devlet imajına zarar verebilir.
Türkiye eleştirilerini daha yumuşak bir tonda ama daha etkili araçlarla yine yapabilir. Ancak bunun için öncelikle medya, hukuk, lobiler ve diğer alanlardaki eksiklerin tamamlanması gerekir.
AYNI MASAYA OTURAMAMAK
Benzeri değerlendirmeleri Mısır’daki Sisi darbe yönetimi ile ilişkiler için de yapabiliriz. Mısır’daki darbe ve sonrasında gelişen olaylar insanlık adına utanç vericiydi. Seçilmiş bir liderin askeri bir darbeyle devrilmesine rağmen tüm dünyanın darbeyi adeta alkışlaması da ilginçti. ABD, Avrupa Birliği, Rusya, Çin, İran, Suudi Arabistan ve daha pek çok devlet darbeye gerçek anlamda ses çıkarmadı ve Mısır ile ilişkilerini devam ettirdi. Buna karşın Türkiye, Mısır devleti ile olan ilişkilerini kopardı ve Mısır’ın yeni devlet başkanına çok ağır sözler söyledi. Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’de Sisi ile aynı masaya dahi oturmayacağını söyleyip BM Genel Sekreteri’nin liderler için verdiği akşam yemeği davetine katılmadı.
Türkiye’nin Mısır’a dönük eleştirilerinin önemli bir kısmı haklıdır. Ancak eleştirinin dozu uluslararası ilişkilerde rastladığımız türden değildir. Ayrıca Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e verdiği desteği kampanya haline getirmesi, iç siyasette dahi geniş bir şekilde kullanması Mısır’ın içişlerine müdahale olarak değerlendirilmiştir.
MISIR-YUNANİSTAN-RUM-İSRAİL BLOĞU
Gerçekten de Türkiye, 2010’dan sonra Mısır ve Suriye’nin içişlerine geçmişte görmediğimiz şekilde müdahale etmiş, bu ülkelerde adeta bir iç aktöre dönmüştür. İlginç olan ise Türkiye’nin muhalif veya rejimi değiştirmeye yönelen revizyonist grupları desteklemesi, Suriye’de işi silahlı grupları desteklemeye kadar götürmesidir. Türkiye’nin değişime verdiği kuvvetli destek sadece bu ülkelerde değil, tüm bölgede statükoyu korumak için çabalayan devletleri korkutmuştur. Örneğin Ürdün, Suudi Arabistan ve Lübnan gibi devletler Türkiye’nin bu tavrından rahatsız olmuşlar ve benzeri dış müdahalelerin kendi ülkelerine dönük de gerçekleşebileceğini düşünmeye başlamışlardır.
Günün sonunda Türkiye bu işten zararlı çıkmıştır. Mısır’da Sisi karşıtlığı onun müttefikleri olan Suudi Arabistan ve Katar hariç diğer Körfez ülkelerinin Türkiye’ye bakışlarını değiştirmiş ve Türkiye’nin bölge ile ilişkilerinde müttefiksiz kalmasına neden olmuştur.
Özellikle Mısır ve Suudi Arabistan gibi iki büyük ve Sünni ülke ile ilişkilerin bu kadar sorunlu bir noktaya gelmesi Türkiye’nin manevra alanını sıfıra kadar indirir. Mısır’sız, Suriye’siz, Suudi Arabistan’sız bir Ortadoğu politikası kurabilmek mucize gibi bir şeydir.
Ortadoğu politikasında olumsuz etkilerine ek olarak Mısır’ı kaybetmek Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de de zora sokar. Nitekim Mısır ile İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi arasında gözlenen yakınlaşma enerji politikalarından Doğu Akdeniz’in genel olarak paylaşımına kadar Türkiye’yi yalnızlaştırmakta ve zora sokmaktadır. Önceki gün biraraya gelen Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Mısır devlet başkanları daha yakın enerji işbirliğine karar vermişlerdir. İşbirliği doğrudan Türkiye’ye karşıdır ve daha da genişleyeceği açıktır.
KESKİN SİRKE KÜPÜNE ZARAR
Özetleyecek olursak, sert ve uzlaşmaz görünen dış politika söylemi etkili görünmemektedir. Eleştiriler dünyada yankı bulmamakta, tam aksine eleştirilenden çok eleştiri sahibi ülkeye, yani Türkiye’ye zarar vermektedir.
İkinci olarak Türkiye, kendi dış politika prensibi ve BM sisteminin özü olan içişlerine müdahale etmeme ilkesini zarara uğratırsa ileride aynı delikten başkaları da geçer ve Türkiye’nin içişlerine karışabilirler…
Üçüncüsü, Mısır, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, BAE, Ürdün, Mısır, Lübnan, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Rusya, İran ve Batı ile ilişkilerin aynı anda bozulması en çok Türkiye’nin çıkarlarına zarar verir. Haklı olmak iyidir, ancak bu haklılığı etkin bir şekilde savunmak ve haksızlıklara mahir bir şekilde dur diyebilmek çok daha önemlidir…
Dördüncüsü, Türkiye’nin dış politikası salt değerler üzerine değil ülkenin çıkarları üzerine olmalıdır. Değerler savunulmaya devam edilmeli, ancak burada dozaj iyi ayarlanmalıdır. Dış ilişkileri demokrasi ve insani değerler üzerine kurmak, buna uymayan devletler ile ilişkileri kesmek ise hiçbir devlet için mümkün değildir. Eğer meseleye böyle bakılırsa Türkiye’nin tüm Orta Asya, tüm Ortadoğu ve tüm Afrika devletleri ile ilişkilerini kesmesi, büyükelçilerini geri çağırması gerekir. Bu ise elbette mümkün değildir.
Beşincisi, Türkiye gücünün ötesinde hayalleri olan bir ülkedir. Ancak güç gelecekten ödünç alınamaz. Güç olmadan hayallerinizi gerçekleştirmeye çalışmak ise o devlete çok büyük zararlar verir. Türkiye, geleceğin Türkiyesine zarar vermek istemiyorsa daha sabırlı olmak zorundadır.
Altıncısı, ekonomik veya askeri gücünüz olsa dahi Türkiye'nin Filistin gibi konularda başarılı olabilmesi için diplomasi, kamuoyu ile ilişkiler, siyasi etki, lobicilik ve diğer alanlarda becerilerini arttırması, geleceğe yatırım yapması gerekir. Bugün sorunların can yakıcı düzeyde olması onları bugün çözecek güç ve beceride olduğunuz anlamına gelmez. Onlarca yılın açığını ise birkaç günde kapatmak mümkün değildir. Eğer Türkiye yarına yatırım yapmaz ise bu kısır döngü devam eder ve yarın da aynı beceri ve güç eksiklikleriyle başbaşa kalınır.