« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Kas

2014

AKP’ye verilecek her oy Mehmetçiğin ensesine sıkılan kurşun olacaktır

Adnan İslâmoğulları 01 Ocak 1970

Açılım süreci ile birlikte İmralı’da VİP mahkûm olarak ikâmet eden Öcalan’ın Nevruz mektubunun Diyarbakır meydanında okunmasından bir gün evvel Ahmet Türk, “Biz artık bu terörist damgasından kurtulmalıyız, bu damga artık silinmeli” demişti...
Öcalan’ın Nevruz mektubu Diyarbakır meydanında okunduğunda, yandaş medyadaki psikolojik harp müfrezesi tetikçi köşe yazarları, hep bir ağızdan Öcalan güzellemeleriyle donattılar köşelerini. Sanki mektup, ellerinde on binlerce insanın kanı damlayan bir bebek kâtilinin mektubu değildi de Rahibe Terasa’nın mektubuydu.
Nevruzdan sonra Kongre-gel Başkanı Remzi Kartal da “Terörist lafının ömrü tükenmiş olmalı” dedi...
Açılım sürecinin karanlıklar Prensi Beşir Atalay, “Apo Kürtlerin lideridir” diyerek, Bülent Arınç, “Dağa çıkışlar nitelik kazandı” diyerek, Yalçın Akdoğan, “Apo olan biteni doğru okuyor” diyerek, AKP hükümeti adına katkı sundular algı savaşına.
Bir Öcalan-PKK lobisi Ankara siyâsetinin kılcal damarlarında ve Babıali’nin gizli-açık bütün hücrelerinde yoğun mesâi yapıyordu.
PKK’nın silahlı güçlerinin çekildiğine dâir yalan haberler, manipülatif haberler, Güneydoğu yaylalarında açan çiçekler ve bölgeye akın eden yerli turist haberleri süslüyordu yandaş medyanın manşetlerini.
Seçimler öncesinde telâffuz edilen, “Terör örgütüyle görüşen şerefsizdir” sözleri yenildi, yutuldu gargara yapıldı. İmralı-Ankara-Kandil hattında yoğun ziyaretçi trafiği, MİT Müsteşarı’na varıncaya kadar devletin İmralı ziyaretleri sanki bir savaşın sonunu getirecek bir barış anlaşmasının diplomatik zaferi gibi pazarlanıyor, aslında yapılmamış bir savaşa sahte bir barış giydirilmeye çalışılıyordu.
Bu ciddi ve bilerek uygulanmış bir terminoloji hatasıydı, doğru olan şuydu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve dağlarda yuvalanmış birkaç bin PKK’lı haydut ile arasında bir ‘savaş’tan değil, olsa olsa tek taraflı bir ‘kıtal’den söz edilebilirdi, Devlet o dağlarda bir tek PKK’lı sağ bırakmaksızın terörün kökünü kazırdı.
Tam bu süreçte, birdenbire Ayn el-Arap isimli bir kıytırık Suriye kasabası Kobani’ye dönüşüverdi. Kobani’de Hz. Adem’den bu yana Kürtler yaşarmış da insanlığın bundan haberi yokmuş ve Antropologlar Kobani’yi ve buradaki Kürtleri yeni keşfetmişler, Discovery Channel da bölgede bulunan bu arkaik Kürtlerle alâkalı programlar yapıyormuş gibi gündeme oturdu.
IŞİD’in saldırılarıyla eğer Kobani düşerse dünyanın zembereği bozulur, dünya şirâzesinden çıkarmış gibi bir propagandaya mâruz kaldı Türkiye.
Batı basını, PKK’nın Suriye kolu PYD’yi IŞİD’e karşı savaşan kahramanlara dönüştürdü. Silah yardımı yaptı. PYD’nin terörist olmadığını söylemeye başladı.
PKK’nın üzerindeki terörist damgası Kobani’de uydurulan kahramanlık menkıbeleriyle meşrûlaştırılmaya çalışıyordu. PKK artık terörist değil, ‘kâ’l û belâ’dan beridir kendi toprakları olan Kobani’yi savunan kahramanlardı(!).
Erdoğan ve Davutoğlu’nun “PYD’nin terörist olduğu”na dâir çâresiz ve güçsüz çıkışları işi yaramıyor, Türkiye Kobani’de oluşturulan bu algıya mahkûm ediliyordu. Orta Doğu’da kendisinden habersiz “yaprak dahi kımıldamadığını” söyleyen Davutoğlu, Ankara’da yerinden sökülüp Kobani’ye dikilen ağaçları bile ancak uzaktan seyredebiliyordu.
Türkiye, İmralı’nın, Kandil’in, PKK’nın, KCK’nın ve tabii Batı’nın baskılarıyla ve her şeyden de önemlisi AKP iktidarının îhânetleriyle Anayasal eşitliğe, yani Kürtlerin kurucu unsur olarak Anayasal teminata kavuşacağı bir gündeme doğru sürükleniyordu. Kobani’de savaşmak yerine, alışverişe çıkan silahsız askerleri arkalarından vurmayı tercih eden PKK’nın baskı ve tehditlerine boyun eğen bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve bürokrasisinin sürüklendiği bir gündem bu.
Tarihten ve tarih bilincinden, sosyolojiden, sanattan, edebiyattan, şehirden, medeniyetten zerre kadar hissesi olmayan bir kitle, silahlı örgütlerinin tehditleriyle Türkiye Cumhuriyeti’ne ‘kurucu unsur’ olarak ortaklık hesabında.
Türkiye Cumhuriyeti Devletine ‘kurucu unsur’ olmak bu kadar kolay değil, bu kadar ucuz değil.
Elindeki tek koz silahsız insanların enselerine doğrultabildikleri namlular olanlar, devletin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Öğrendiklerinde ise iş işten geçmiş ve her şeylerini kaybetmiş olacaklar. Türkiye coğrafyası bütün hainlerini gömecek kadar geniş...
Önümüzdeki seçimlerde AKP’ye verilecek her oy, o namludan çıkacak bir kahpe kurşun anlamına gelecek...

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 24741

ulkucudunya@ulkucudunya.com