Çözüm süreci mi, seçim süreci mi?
Mustafa Ünal 01 Ocak 1970
Çok değil, 10 gün önce atılacak ‘somut adımları’ konuşuyorduk. Kanlı 6-7 Ekim olaylarına rağmen Ankara’da hava iyimserdi.
Hükümet Sözcüsü, Adalet Bakanlığı’nın Öcalan’ın sekretaryası için çalışma yaptığını duyurmuştu. İsimleri tartışmaya başlamıştık. Bir Başbakan Yardımcısı ise Öcalan’ın durumunun iyileştirilmesinden söz etmişti. Benzer çıkışı İçişleri Bakanı da yapmıştı. Müzakere sürecine start vermek için gün sayarken bir anda hava değişti. Sebebi çok. Ama özellikle 10 saatlik MGK faktörü göz ardı edilemez.
Kamuoyu daha çok iktidarın isteği doğrultusunda “paralel”i tartıştı. Kırmızı Kitap’a yoğunlaştı. KCK, PKK ve Güneydoğu sorununun ağırlıklı olarak konuşulduğunu tahmin etmek zor değildi. Nasıl konuşulmasın? Zira tablo çok vahim... Devlet, meydanı terör örgütüne bıraktı. Acı ama gerçek. Bizzat Başbakan’ın başdanışmanı “Kamu düzeni devletin değil PKK’nın elinde.” dedi. Bu itirafa da gerek yok. Gerçeğin herkes farkında. Güvenlik güçleri sokakta dolaşamaz hale geldi. Bir astsubay sivil kıyafetiyle şehit edildi. Cumhurbaşkanı’nın bir cümlesi MGK’daki havaya ışık tutuyor aslında. Paris’ten dönerken gazetecilere “Sabrın sınırı var.” dedi ve ekledi: “O sınır aşılırsa olabilecekleri aklımın ucundan bile geçirmek istemiyorum.” Nedir o sınır? Kaç kişinin ölmesi? Daha fazla şehit mi? Sokaktaki insana göre sınır mınır kalmadı.
Bölge nicedir yangın yeri. Bayrak indirilmekte, yollar kesilmekte, okullar yakılmakta, heykel dikilmekte... Sınır aşıldıktan sonra Cumhurbaşkanı’nın aklından ucundan bile geçirmek istemediği olacakları tahmin etmek zor değil. Bu kısa cümle, uzun MGK’nın özeti gibi. Olabilecekler de konuşulmuş herhalde. Çözüm süreci mi? Birkaç gündür iki tarafın açıklamaları bıçak gibi. İp çok inceldi. Koptu kopacak. HDP’li Sırrı Süreyya Önder, “Bir daha Öcalan’a saygısızlık yapmayı aklınızdan geçirmeyin.” dedi. Bu sözlerin muhatabı hükümet. Önder, sürecin devam etmesi için şartlarını sıraladı: Sekretarya, komisyon ve üçüncü göz.
Üçüncü gözden kasıt, bir başka ülke. Adını koymak zor değil. Kuvvetle muhtemel tarafların daha önce üzerinde anlaştığı maddeler. Bir takvim de söz konusu olmalı. Bir ara İmralı “15 Ekim” diye tarih vermişti. Kâğıt üzerindeki mutabakat maddeleri şu ana kadar ‘eylem planına’ dönüşmedi. Somut adım da zor. HDP, MGK bildirisindeki “legal görünümlü illegal yapı ve oluşumlar” vurgusunu üstüne aldı. İktidardan gelen sert mesajları olası bir kapatma davasının işareti diye yorumladı. Haksız değil. Dün ürkütücü bir olay yaşandı. HDP’nin Ankara İl Başkanlığı’nda bir yönetici bıçaklı saldırıya uğradı. HDP’liler saldırıyı iktidarın, partilerini hedef alan açıklamalarına bağladı.
Bu şartlarda çözüm konusunda iyimser olmak mümkün mü? Değil. Başından beri süreci desteklemekle birlikte ihtiyatı elden bırakmamaya çalıştım. Usul de esas da sorunluydu. Peki, bundan sonra ne olacak? Önümüzde seçim var. Ufukta sandık göründü. AKP’nin seçimi yaz ortası yerine bahara yani iki ay öne alması muhtemel. Nisanın sonu, mayısın başı gibi. Buna göre hazırlık içinde. AKP’nin önceliği ‘çözüm süreci’ değil ‘seçim süreci’. Başından beri sürece hep böyle yaklaştı. Hesabını sandığa göre yaptı. Seçimi düşünerek bir ileri iki geri adım attı. ‘Milliyetçi oylara’ her seçimde talip oldu. Yine farklı değil. Ancak bu kez işi o kadar kolay değil. Nehrin tam ortasında çünkü. Geri dönmesi de güç. Devam etmesi de. Her iki seçeneğin de siyasi bedeli var.