PKK İle Pazarlık: Çıkmaz Sokak
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Nasreddin Hoca evin bodrumunda tespihini kaybetmiş… Bakmış ki ev zifiri karanlık, tespihi o karanlıkta aramak zor, tespihini sokakta aramaya başlamış… Hoca’nın yerde bir şey aradığını gören komşuları sormuşlar:
- Hayırdır Hoca, ne arıyorsun?
- Evde tespihimi kaybettim de, onu arıyorum.
- İlahi Hoca, evde neden aramıyorsun? Tespihi burada kaybetmemişsin ki?
- Ne yapayım komşular? Orası çok karanlık, burada aramak kolayıma geliyor!
***
İşte, Türkiye’nin Kürt Sorunu’nu çözmek için izlediği Demokratik Açılım ve Çözüm süreçleri de Nasreddin Hoca’nın tespih aramasına benziyor. Türkiye de, Hoca gibi, çözümü bulabileceği yerde değil, kendince kolay gelen, kestirme yollarda arıyor.
Çözüm için yapılması gereken ekonomik, siyasi, idari ve hukuki reformları yapmak kendisine zor gelen devlet, bunun yerine terör örgütü ile anlaşarak tüm bu sorunları çözebileceğini düşünüyor… Elbette fena halde yanılıyor… Yapılması gerekenleri savsaklamak zaman kaybettiriyor, sorunu daha kalıcı hale getiriyor. Terör örgütünü sözle ikna edebileceğini düşünmek ise şiddet ve terörü cesaretlendiriyor, ortada yer alan insanları dahi terörle sonuç alabileceğine inandırıp örgütün kucağına itiyor…
YAPILMASI GEREKENLER: EKONOMİ
Yapılması gerekenler tartışıldığında en çok Kuzey İrlanda ve IRA örneklerinin verildiğini gördük. Bazı yazarlar Türkiye’nin de Kuzey İrlanda’da olduğu gibi IRA ile görüşerek meseleyi çözebileceğini iddia ettiler. Oysa ki İngiltere böyle bir yolu asla izlemedi. Görüşmeler Sinn Fein ile yapıldı ve son derece sofistike ve uzun bir süreç şeklinde gerçekleştirildi. Bunların dışında süreç ekonomik, siyasi ve hukuki reform ve önlemlerle desteklendi.
Önlemlerden en önemlisi ekonomik açılımdı. Kuzey İrlanda’daki durumu düzeltebilmek için on milyarlarca sterlinlik destek paketleri açıldı. Ekonomi daha üretken hale getirilmeye çalışıldı. Bunun sonucunda Kuzey İrlanda kişi başına gelir açısından Kuzey Doğu İngiltere ve Galler’i geçti, 1990’lı yıllarda adeta ekonomik bir patlama yaşadı. Barış süreci boyunca Kuzey İrlanda ekonomisi İngiltere’nin geri falanından daha hızlı büyüdü. 2000’li yıllarda büyüme yavaşladıysa da hiç durmadı. Örneğin 2005’de Kuzey İrlanda ekonomisi İngiltere’nin geri kalanından neredeyse iki misli daha hızlı büyüdü (% 3,2). Bu sayede ev fiyatları Londra’daki artış hızını dahi geçti.
Kuzey İrlanda ekonomisindeki iyileşmenin iyi tarafı istihdama da yansımasıdır… 1986’da % 17,2 olan işsizlik oranı günümüzde % 7,2’ye kadar gerilemiştir. Gençler arasında işsizlik ve uzun dönemli işsizlik de hızla düşmüştür.
Birleşik Krallık Hayırlı Cuma Anlaşması’nı yatırıma dönüştürmeyi başarmış ve çok sayıda büyük firmayı bölgeye çekmeyi başarmıştır. Tarımda ve turizmde de büyük patlamalar yaşanmıştır. Tüm bunlara rağmen Londra Hükümeti Kuzey İrlanda ekonomisinin % 20’sini sübvanse etmeye devam etmiştir. Birleşik Krallığın Kuzey İrlanda ekonomisine en büyük yatırımı ise ekonomiyi bilgi ve teknoloji yoğun hale getirmesidir.
Denebilir ki, Türkiye de Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi’ne çok büyük yatırımlar yapıyor. Bu cümle ilk başta doğru gibi görünebilir… Gerçekten AK Parti döneminde bölgeye yapılan yatırımlar Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan yatırımların en büyüğüdür. Ancak yatırımların üretkenliği arttırmadığı ve işsizliği düşürmediği bir diğer acı gerçektir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde işsizlik oranı % 15’e yakındır. Batman, Siirt ve Şırnak’ta işsizlik % 20’yi aşmakta, Diyarbakır’da ise % 18’i aşmaktadır… Üstelik, Kuzey İrlanda’dan farklı olarak başta kadınlar olmak üzere bölgede çalışma talebinde bulunanların oranı da çok azdır… Gençler arasında işsizlik oranı ise bölgede % 30’u bulmakta, bazı yerler aşmaktadır…
Terör mağduru bölgelerdeki kamu yatırımları daha çok ulaşım sektörüne odaklanmıştır. Verilen tarım ve diğer alanlardaki teşvikler toplumu üretken olmaktan çok hazırdan beslenmeye yöneltmektedir. Zaten en büyük sorun da budur: Üretken olamamak…
Türkiye, tüm gayretlerine rağmen terör mağduru bölgelerde ekonomiyi harekete geçirememiştir. Açılan onca okula rağmen eğitim kalitesi ilerlememiş, hatta pek çok konuda gerileme yaşanmıştır. Bölgede gençlerin gelecek ümitleri hala başka yerlere göç etmekten geçmektedir…
Devletin yatırımları yetersiz ve etkisiz kaldığı gibi, Kuzey İrlanda’dan farklı olarak Türkiye bölgeye yerli ve yabancı yatırımcı çekmeyi de başaramamıştır. Özetle bu ekonomik koşullar sürdüğü sürece Kürt Sorunu da onu çözmeye dönük açılımlar da bitmez…
SİYASİ REFORMLAR
Türkiye temel insan hakları ve özgürlükleri alanında dahi ciddi sorunlar yaşamaya devam etmektedir. Ne yazık ki bu hak ve özgürlükler hala terör örgütü ile pazarlık masasındadır. Oysa bir hukuk devleti vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini pazarlık konusu yapmaz, kişilerin etnik kökenine, dinine veya cinsiyetine bakmaksızın herkese bunları Anayasa güvencesi altında verir.
Açılım ve Çözüm Süreci boyunca bu hak ve özgürlükler PKK ile bir tür pazarlık konusu haline gelmiş, hal böyle olunca da sadece Kürtçü siyasi talepler ön plana çıkmıştır. Oysa ki Kürt Sorunu, diğer pek çok siyasi sorun gibi devletin vatandaşına vermesi gereken hak ve özgürlüklerin kısıtlanması sonucunda ortaya çıkmıştır. Gelinen noktada sadece Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde değil, ülkenin geri kalanında da daha fazla demokrasi talebi artmış ve Gezi’de görüldüğü üzere talepler ciddi sokak olaylarına dönüşmeye başlamıştır.
Başka bir deyişle Türkiye, hak ve özgürlükleri pazarlık konusu yapamayacağını bilmeli ve tüm ülkede tek taraflı olarak siyasi reform gerçekleştirmelidir. Aksi takdirde hem Kürt Sorunu, hem de diğer muhalif hareketler derinleşir ve çözüm zemini de zora girer.
HUKUKİ REFORMLAR
Siyasi reformlar ile yakından ilişkili olan hukuk alanındaki düzenlemeler ve bundan daha önemlisi hukukun sokakta uygulanması hayati bir önemdedir. Kırmız Kitap gibi fiili Anayasaların tekrar gündeme geldiği, ‘makul şüphe’ veya ‘legal görünümlü illegal yapılar’ gibi keyfi iddialarla kişi ve grupları suçlu hale getirmeler Türkiye’nin gidişatı açısından endişe vericidir.
Hiçbir hukuk devletinde halkın onaylamadığı, yasama organının çıkarmadığı Kırmızı Kitaplar olmaz. Mahkemelerin kararlarına dayanılmadan kişiler ve gruplar suçlu ilan edilemez. Aynı şekilde kolluk güçleri ve mahkemeler ‘makul şüphe’ adı altında aklına esince kişileri gözaltına alıp, tutuklayamaz… Hiçbir hukuk devletinde ‘legal görünümlü illegal yapılar’ diye bir şey olamaz. Bir yapı ya legaldir, yani yasaldır, ya da yasadışıdır. Bunun somut, kanıtlanabilir delilleri olur ve bu durum sadece mahkemelerce tespit edilir…
Dolayısıyla, Türkiye’nin hukuk alanında geldiği nokta üzerinde düşünülmesi gereken bir yerdir… Anayasa ve yasalarda ciddi iyileştirme ihtiyacı hali hazırda dururken, bunlardan daha geriye götürebilecek adımlardan kaçınılmalıdır.
Diğer taraftan, Türkiye yasaların keyfe keder uygulandığı bir yerdir. Yasalardaki suçların karşılığı hâkimden hâkime, validen valiye vs. farklılık gösterebilmektedir. Örneğin sokaklarda terör örgütünü övmek, onun sembollerini taşımak suçtur. Ancak bu suçu işleyenler bazı yıllar ceza alırken, bazı yıllar görmezden gelinmektedirler. Aynı şekilde bu suçların karşılığı şehirden şehire, bölgeden bölgeye de farklılık gösterebilmektedir. Örneğin Çözüm Süreci boyunca terör ile ilgili neredeyse tüm yasalar fiilen askıya alınmış, kolluk güçleri Çözüm Süreci’ne zarar gelmesin diye adeta köşelerine çekilmişlerdir. Sokakları PKK’nın ele geçirdiği anlarda dahi hukuk askıda kalmaya devam etmiştir… Bu şekilde davranılarak Çözüm Süreci korunmaya çalışılmış, ancak bu sayede ülkenin yasalarına büyük zarar verilmiş, Türkiye hukuk devleti olmaktan çıkmıştır. Bir yasanın kötü olmasından daha kötü olanı o yasanın keyfi ve pazarlık aracı gibi kullanılmasıdır.
Türkiye iyi yasalar yapmak ve bunları uygulamak zorundadır. Polis ve Jandarma o yasaların, yani hukukun yaşamdaki zorlayıcı gücü haline dönüşmek durumundadır…
GÜVENLİK
Yukarıdaki diğer alanlarla ilgili bir diğer önlem alanı ise güvenliktir. Türkiye’nin sınırları Cumhuriyet’in kurulduğu günden bugüne delik deşik. Bu sınırlar ile hiçbir terör örgütü ile mücadele edilemez. Aynı şekilde Türkiye’nin istihbarat ve kolluk uygulamaları da ciddi reformlara ihtiyaç duyuyor...
Bazı yorumcular Türkiye’nin terör örgütüne karşı her türlü önlemi ve yöntemi denediğini iddia etse de bu doğru değil. Devlet, esasında PKK’ya karşı hiçbir dönemde etkili bir mücadele gösteremedi. Kullanılan araç ve yöntemler terörle mücadele için hiçbir şekilde uygun değildi.
Bu bağlamda, detaylarını başka bir yazıya bırakmak kaydıyla, ciddi bir güvenlik reformuna ihtiyaç olduğunu belirtmemiz gerekir.
SONUÇ
Özetle, Türkiye yukarıda bahsettiğimiz önlemleri almakta ve gelişmekte zorlanıyor. Belki de icracılar yapılması gerekenlere bakarak “bunları yapmak imkânsız. Biz bu önlemleri almaya kalkarsak belki de 50 yıl, 100 yıl beklememiz gerekir, en iyisi biz kestirmeden gidelim” diyorlar.
O kestirme ise elinde silahıyla PKK ile pazarlık yapmak, onun isteklerini vererek güya barışı satın almak… Şu ana kadar bu mantık Türkiye’yi daha kötü bir yere getirdi, bundan sonra da bu devam edecektir.
Gerekenleri yapmakta zorlanıyorsunuz diye hayat değişmiyor. Sosyal kanunları kestirmeden aşamazsınız, zamanı satın alamazsınız. Türkiye, bu şekilde davranarak, yani kolaycılığa saparak sadece kendisini kandırmış ve zaman kaybetmiş oluyor…
Şu anki ekonomik, siyasi, hukuki durum ve güvenlik açıkları ile PKK’yı bitirmek de, onunla makul bir süreci sürdürebilmek de olanaksızdır… Fıkramıza dönecek olur isek, kolay geliyor diye çözümü yanlış yerde aramayalım... Tesbihi nerede düşürdüysek oraya bakalım, aramak daha kolay diye olmayacak yerlerde bulmaya çalışmayalım...