Götürülmek
Mahir KAYNAK 23 Ocak 2008
Öngörmediğiniz bir yere ulaşırsanız oraya gitmiş değil götürülmüş olursunuz. Geçmişte darbe yapanların ülkemizin vardığı yeri öngördüğü söylenemez. Onlar bazı şeylerden şikayet ettiler ve bunları ortadan kaldırmak istediler. Ancak varılan nokta, herkes gibi, onlar için de bir sürpriz oldu. Buna dayanarak seçimle gelenlerin istedikleri hedefe ulaştıkları da söylenemez. Onlar da hazırladıkları ortamı kullananların hışmına uğrarlar ve yerlerini, kendilerinin hazırlamadığı, ortağı olmadıkları güçlere bırakıp giderler. Bir işi doğru yapıp yapmamak polemiklerde sağlanan üstünlük, bir süre iktidarda kalmak değil ülkeyi öngörülebilir bir konuma getirmektir.
Şu anda bir yere gidiyor muyuz yoksa götürülüyor muyuz sorusuna cevap veremeyiz. Yaptıklarımızın sonuçları hedeflerimize uygunsa gitmiş, bambaşka ise götürülmüş oluruz.
İtiraz edeceğinizi bildiğim bir düşüncemi söyleyeceğim. Bir ülkede iktidarla muhalefetin hedefi birbirinden farklıysa, büyük bir ihtimalle, her iki tarafın da öngörmediği bir sonuca ulaşılır. Buradan iktidar ve muhalefetin, yaygın kanaatin aksine, aynı hedefe yönelmesi gerektiğini, konumlarını, dünya şartlarının gereklerine göre aralarında uzlaşarak belirlemeleri gerektiğini söylüyorum. Bunun tipik bir örneği SSCB’nin değişmez sandığımız ideolojisinin, neredeyse tüm güçlerin ittifakıyla terk edilmiş olmasıdır. ABD’de bir ara farklılaşan hedeflerin giderek tekleşmeye başladığı gözleniyor. İngiltere önce politikaların, daha sonra ona uygun iktidarların belirlendiği tipik bir ülkedir. Eğer böyle olmasaydı, görünür hiçbir sebep yokken, Tony Blair’in başbakanlığı bırakmasını nasıl açıklarız?
Türkiye arabaları atların önüne koyuyor ve önce hedefleri belirleyip daha sonra buna uyan bir siyasi yapı oluşturmuyor. Birileri Müslüman gibi yaşamak istediğini diğerleri bunun devrimlere aykırı olduğunu ileri sürüyor. Bu durum bir ev sahibi olmadan içindeki mobilyalar üzerine yapılan kavgayı hatırlatıyor.
Şu anda ülkemizdeki tartışmaların hiçbiri anlamlı değil. Zaten yanlış yolda olduğumuz tartışmaları haklılık ve haksızlık üzerine yapmamızdan anlaşılıyor. Dünya bir mahkeme değildir ve haklı olan değil akıllı olan davasını kazanır.
Eğer taraflardan biri her istediğini gerçekleştirirse ne için mücadele edilecek? Buna tarihin sonu deniyor ama gerçekleşmesi mümkün değil. Varılan her hedef bir aşmadır nihai hedefe varılmaz ancak yönelinir. Bu nedenle istenenlerin tamamının gerçekleşmemesi verilen ödünlerden değil yaşamın doğasından kaynaklanır.
Tartışılması gereken dünyadaki mücadelenin kimler arasında olduğu ve niçin yapıldığı, ülkemizin konumu ve buna uyan siyasi yapılanmanın nasıl olacağıdır. Bu yapı bazıları için cazip olmayabilir ama kendi doğrularında ısrar etmek yok olmak anlamına gelebilir. Var olmayanın hiçbir iddiası olamaz. Kendilerini herhangi bir kategoride tanımlayanlar kendi dışlarındaki herkesi öteki saydıklarını ve onlarla mücadele etmek zorunda olduklarını biliyorlar mı?