Recep amcanın ayakkabısı: Yoksulluk derinlerdedir!
Ali Çolak 01 Ocak 1970
Şimdi hepimiz durmuş, Ermenekli madenci babası Recep amcanın karalastik ayakkabısına bakıyoruz.
Gazeteler yazıyor, kameralar zoom yapıyor, internette vah, yazık tweet’leri! Bir şaşkınlık, bir acımadır gidiyor. Bu da o bitip tükenmez dıştan bakışın dik alası değil mi! Uçları yırtık karalastik ayakkabılar, canından bir canı yitiren yaşlı ve yorgun adamın umurunda değil. Karalastik onun eski, büyük çaresizliği, hayatının doğal parçası. Valilik yenisini göndermiş, “Alsan bir türlü, almasan bir…” deyip geçirmiş ayağına. Ayakkabıyı düşünecek hali yok.
Biz, daha erken dönemde, “Orada bir köy var uzakta / Gitmesek de görmesek de / O köy bizim köyümüzdür” diyerek, o köyleri ve insanlarını orada, öylece bırakmanın yükünü omuzlarımızdan atmıştık. Onlarsa hep ordaydı, diz boyu yokluk içinde yaşayıp gidiyorlardı da, biz duymuyor, görmüyorduk. Yalnız Ermenek’in yoksul madenci köyünde değil, Batı’nın en batısında Acıpayam’ın, Nazilli’nin, Kiraz’ın, Eşme’nin dağ köylerinde de karalastikli Recep amcalar, renkli naylon ayakkabılı Ayşe analar yaşıyordu.
Karalastik, naylon ayakkabı dağ köylerindeki yoksulluğun diğer adıdır. Eskiyince yamanır, giyilir yine. Şaşıracak bir şey yoktur. Şartlar değişir, kişi başına düşen milli gelir artar, teşvikler çıkar fakat bütün bunlar şehirlerde, il ve ilçe teşkilatlarında, düz ovalarda paylaşılır da dağları aşıp o köylere ulaşamaz. Köylünün malı para etmez, emeği değerlenmez, şartları değişmez. Hep uzaktan bakmaya yazgılıdır o. Hükümetler değişir, bir iktidar gider öbürü gelir, askerler gider demokrasi gelir, o gider başka bir şey… hep aynı! Recep amcaların, Ayşe anaların köyleri hep uzak ve yoksuldur. Bizse, her şeyden habersiz, yalnız depremlere, felaketlere, yangınlara gideriz oralara. Görünce şaşırır, mikrofon uzatırız, fotoğraf çeker, haber yaparız. ‘Devlet’ görüp şefkate gelir. Bir çift ayakkabı gönderir. Sonra gider, bir daha uğramaz.
Nitekim, facia yaşandı da Ayşe ana ile Recep amcanın oğullarının gömülü kaldığı maden ocağına devlet gitti. Beyaz gömlekli bakanlar gitti. Mercedesler gitti, bariyer gitti, koruma gitti. Canlı yayınlar, gazeteler, ajanslar gitti. Sonra döndüler, dönecekler. Hepsi dönecek! Recep amca, o lastik ayakkabısı ve yetim torunlarının çaresizliğiyle orada yaşayacak; yorgun bacakları gövdesini sürükleyebildiği kadar. Fakat tasalanmayın, yırtık lastik ayakkabılar giydi diye ölmüyor insan.
Şimdi Recep amcaya vahlanıyoruz ya, çok değil, bir hafta sonra unutacağız. Sonra başka şehirlerden başka acı haberler gelecek. Bu kara siyaset, bu eş dost kayırmacılığı, emek sömürüsü, gelir dağılımındaki adaletsizlik; insana bu kör bakış sürdükçe, Recep amcaların, Ayşe anaların kederi bitmeyecek. Albert Camus, “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, orada insanların nasıl öldüğüne bakın.” demişti. Şöyle de denebilir: Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, orada yoksulların nasıl yaşadığına bakın!
Bütün bir ülke durmuş, Recep amcanın yırtık karalastiklerine bakıyor. Hep böyle olur. Dışa bakarız, görünene, başa ve ayağa! Oysa acı, yoksulluk derinlerdedir, biz üstünü kazmaktayız meselenin.