Bir film öyküsü: Otorite, itaat ve zulüm
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Nakledeceğim senaryonun, günümüz Türkiye’sinin daha iyi anlaşılmasına hizmet edeceğine inanıyorum.
1979 yapımı siyah-beyaz bir film… Yönetmeni Fransız Henri Verneuil, başroldeki oyuncusu Yves Montand. Film, Kennedy cinayetini esas alıyor fakat olay Amerika’da geçmiyor. Hayali bir ülkenin cumhurbaşkanı öldürülüyor ve başsavcı, bir soruşturma yürütüyor. Soruşturma sırasında şüpheli Daslow hakkında bilgi toplamak isterken, yolu tıbbi araştırmalar konusunda uzman bir üniversiteye düşüyor. Üniversitedeki uzmanlar ona camın arkasından bir deney seyrettiriyorlar. Bu deney, gazete ilanıyla toplanan kişiler üzerinde gerçekleştiriliyor. Deneklere 6 dolar veriliyor.
***
Üniversitede çalışan beyaz gömlekli 2 profesör, 2 erkek deneğe amaçlarını şöyle açıklıyor:“Psikolojik teoriye göre, yaptığı hatanın cezasını çekeceğini bilen birey, hata yapmamaya gayret eder. Cezanın hafıza üzerindeki etkisini ölçeceğiz.”
Kura çekilip, kimin öğrenci, kimin de öğretmen olacağı belirleniyor. Despaul öğretmen, Rivoli ise öğrenci kimliğine bürünüyor. Profesör anlatmaya devam ediyor: “Sizlerden biri hatırlamaya zorlanacak öğrenci, diğeriniz ise öğrencisine giderek artan cezalar veren ve onu hafızasını daha etkili olarak kullanmaya zorlayan öğretmen olacak.”
Despaul, bir masada yerini alıyor; Rivoli’yi ise elektrik tellerinin bağlı olduğu bir sandalyeye oturtuyorlar. Ellerini de kelepçeliyorlar. Profesör deneyi “öğretmene” izah ediyor: “Burada 30 kelimeden oluşan bir liste var. Her kelimenin karşısında da bir sıfat. Gökyüzü-mavi, hayvan-vahşi, rüzgâr-şiddetli vs… Siz bu 30 kelimeyi Rivoli’ye okuyacaksınız. Daha sonra, sadece sıfatı okuyacaksınız ve o söylediğiniz sıfatın hangi kelimeye ait olduğunu hatırlamaya çalışacak. Rivoli’nin her yanlış cevabına cezasını vereceksiniz. Bu düğmeleri ileriye iterek, elektrik şokuna maruz kalmasını sağlayacaksınız. İlk hatasında 15 volt, ikincisinde 30 volt, üçüncüsünde 45 volt ve bu şekilde 450 volta kadar devam edeceksiniz. Deneyin kontrolü Profesör Flavius’da olacak.”
Despaul okumaya başlıyor: “Gökyüzü-mavi, hayvan-vahşi, rüzgâr-şiddetli, balık-ızgara, limon-sarı, yumurta–sert…”
Ve test başlıyor…
- Mavi.
- Gökyüzü-mavi…
- Doğru. İkinci kelime “Vahşi.”
- Vahşi, doğa.
- Hayır yanlış; doğru cevap “Hayvan” olacaktı. 15 volt veriyorum… Bir sonraki kelime “Şiddetli.”
- Bir saniye, biliyorum… Fırtına! Şiddetli, fırtına…
- Yanlış, cevap rüzgâr olacaktı… 30 volt… Cevap vermeden önce düşünün. Bu elektrik şoklarını göndermek hoşuma gitmiyor. Bir sonraki kelime “Serin.”
- Serin, hava olabilir mi acaba?
Bu deneyi, camın arkasından görünmeden izleyen başsavcı, yanındaki profesöre soruyor:“Elektrik şoklarının öğrencinin hafızasını gerçekten canlandıracağına inanıyor musunuz?”
Aldığı cevapla gerçek hedef ortaya çıkıyor:
- Burada test ettiğimiz şey öğrencinin hafızası değil. Test ettiğimiz şey, Despaul’ün itaat etme kapasitesi. Otoriteye boyun eğişi. Despaul için otoriteyi, Prof. Flavius, ben ve beyaz önlüklerimiz temsil ediyor. Herhangi bir yanlış yapmamış olan bir kurbanı cezalandırmaya zorluyoruz onu. Mantıksız ve zalim emirlerimizi uygularken, ne kadar ileri gidebileceğini görmek istiyoruz.
Başsavcı: “450 volta kadar devam etmesi mi gerekiyor?”
- Orasını bilmiyorum. Ama belli bir zaman sonra Bay Despaul, görevini yerine getirerek otoriteye itaat etme arzusu ile kurbanına acı çektirmenin yarattığı endişe arasında kalıyor. Dayanılmaz bir iç çatışma yaşıyor.
Deney sürüyor; öğretmen kimliğindeki Despaul’ün yanında bulunan beyaz gömlekli profesör onu teşvik ediyor:
- Tereddüde kapılmayın, devam edin.
Despaul, kurbanına yani Rivoli’ye adeta yalvarıyor:
“Cevap vermeden önce lütfen konsantre olun; çünkü 200 volta gelmek üzereyiz. Bir sonraki kelime beyaz.”
Bu arada Despaul, Rivoli’ye “Beyaz” ile eşleşmesi gereken kelimeyi fısıldıyor. Zira vicdanı bu kadar ağır bir yükü kaldıramayacak durumda.
Başsavcı profesöre soruyor:
- Madem bu kadar vicdanı rahatsız, niçin durmuyor?
- Şimdi durursa, şu noktaya bile gelmekle hata ettiğini kabul etmesi gerekecek. Devam ederek, şimdiye kadar yaptıklarında haklı olduğunu kendisine göstermeye çalışıyor.
Deney devam ediyor…
- Beni duyuyor musunuz? Kelimemiz Beyaz…
-Dayanamıyorum artık, çok canım yanıyor, cevap vermeyeceğim.
Despaul, yanındaki beyaz gömlekli Profesör Flavius’a soruyor: “Ne yapacağız?”
- Yanlış cevap verdiğini farz ederek, 180 volt gönderin.
- Ben böyle düşünmüyorum, çok tehlikeli bir iş yapıyoruz.
- Bütün sorumluluğu ben alıyorum.
- Madem siz alıyorsunuz o zaman 180 volt göndereyim.
Camın arkasındaki başsavcıdan da itiraz sesi yükseliyor: “Bu kadar yeter! Bilim adına da olsa böyle bir şey yapmaya hakkınız yok.”
- Sakin olun Sayın Başsavcım. Aygıtların hiçbiri çalışmıyor. Despaul’ün oturduğu masayla, Rivoli’nin oturduğu koltuk arasında elektrik falan yok. Ama Despaul, bundan haberdar değil. Rivoli bizim adamımız ve rolünü çok iyi oynuyor... Ama Sayın Başsavcım 180 volta kadar tepki vermediniz.
***
Başsavcının şüpheli Daslow’a ilişkin bir soruşturma yürüttüğünü biliyoruz. Daslow’un videosunu seyretmek ve onun kaç volta kadar devam ettiğini öğrenmek istiyor.
- 405 volta kadar...
Profesörle başsavcı, Daslow’un videosunu birlikte izliyorlar.
Daslow: İyice odaklan, aksi takdirde 405 volt göndermek zorunda kalacağım. Biraz çaba göster. Kelimemiz ekose.
Bu arada, videoda 2 beyaz gömlekli profesör görünüyor. Aralarında münakaşa ediyorlar. Birinci profesör “Deneyi sonlandırmak zorundayız” diyor; ikinci profesör “Mümkün değil sonuçların yanlış çıkmasına müsaade edemeyiz. Devam etmeliyiz”diye ısrar ediyor. Birinci profesör “Deneğin kalbi buna dayanamayacak; durmasak bir felâketle karşılaşabiliriz” itirazını seslendiriyor. İkinci profesörden talimat geliyor: “405 voltu gönderin Bay Daslow.”
Daslow: “Hayatta olmaz; önce siz bir fikir birliğine varın. 6 dolarınızı iade edebilirim. Deney 405 voltta sona ermiştir.”
Hiyerarşik sistemdeki uyum kaybolup, otorite seviyesinde ihtilâf baş gösterdiği anda, denek bundan faydalanıyor ve itaat etmeyi reddediyor.
Profesör, başsavcıya, 3 ay sonra denekleri geri çağırıp, onlara hakikati anlattıklarını söylüyor. Gerçeği öğrenen Daslow’un tepkisini gene videodan seyrediyoruz:
- Bay Daslow, 3 ay önce bir deneyde yer almış ve birine 405 volta kadar elektrik şoku göndermiştiniz. Deney esnasında elektrik şoklarının gerçek olduğuna inanmış mıydınız?
- Evet
- Uyguladığınız işkencenin masum ve savunmasız kurbanınıza ne kadar acı çektirmiş olabileceğini hiş düşündünüz mü?
- Ne uyguladığım işkenceyi ne de kurbanımın masumiyetini düşündüm. Yanımda onu düşünmesi gereken bir yetkiliniz vardı. Ne söylediyse ben onu yaptım. Profesörlere işlerini anlatacak halim yok ya!
- Bay Daslow, ilânı üniversite değil de yüzlerce dolar ödül vadeden bir şahıs verseydi, bu durumda da kurbanınıza 405 volta kadar şok gönderir miydiniz?
- Hayır
- Ya ödül olarak 10.000 dolar verileceği söylenseydi?
- Beni anladığınızı sanmıyorum. Paranın miktarının bir önemi yok. Saygı duyduğum sürece, otoriteye itaat ederim. O kadar.
***
Başsavcı, şaşkınlık içinde hem deneyi hem de videoyu izlemiş, otoriteye itaat eğiliminin, idrak, izan ve vicdanı nasıl ortadan kaldırdığını şaşkınlıkla görmüştü. Ama zihninde bir soru daha vardı. Onu da profesöre yöneltti:
- Bir soykırımı ele alacak olursak, zalim bir hükümdar 5-6 milyon insanı öldürmeye karar verdiğinde, 1 milyon suç ortağına, katile ihtiyaç duyar. Diğerlerinin itaatini nasıl sağlıyor?
- Sorumlulukları dağıtarak. Zalim bir hükümdarın, zalim bir devlete ihtiyacı vardır. Bu yüzden 1 milyon küçük zalimi işe alır. Her biri de işlerini profesyonelce ve pişmanlık duymadan yapar. Çünkü suç 1 milyona bölününce hiç kimse suçlunun kim olduğunu hatırlamayacaktır. Bir tanesi kurbanları tutuklayacak, diğeri onları kamplara götürecek, bir başkası hapse atacak, en vahşi olanlar da son anda ortaya çıkacak. Bu itaat zincirine müdahil olan herkes için her şey gayet normal görünecek.