PKK İle Anlaşmak Mümkün mü?
Sedat Laçiner 01 Ocak 1970
Bugünlerde Çözüm Süreci’ni eleştirmek, eksik yönlerini ortaya koymak en büyük vatan hainliği ile denk sayılıyor… Sürecin eksiklerini veya yanlışlarını saydığınızda çözüm istememekle, hatta ‘kan akmasını beklemek’le suçlanabiliyorsunuz…
Oysa ki terörün sona ermesi ve PKK’nın temsil ettiği kişilerin sisteme meşru bir aktör olarak eklenmesi Türkiye için hayati bir konu ve bu konuda en büyük yardım hataların tespitinden ve giderilmesinden geçer.
Başka bir deyişle, Süreci iyi niyetli bir şekilde sorgulayan insanlara teşekkür etmek ve belirtilen yanlışları gidermek gerekir.
Şunu açıkça söyleyeyim, BDP ile, İmralı ile veya PKK ile görüşülmesine karşı değilim. Sorununuz varsa muhatabıyla görüşürsünüz… Bunda şaşıracak bir durum yok. İnsanlar konuşa konuşa anlaşır…
Ve her görüşme özü itibariyle bir pazarlıktır, her iki tarafın da verecekleri ve alacakları vardır…
Buraya kadar anlaşılmayacak bir şey olduğunu sanmıyorum. Sorun bunu nasıl yapacağınızdır. En az bunun kadar önemli olan bir diğer husus ise yol emniyetini sağlayıp sağlamadığınızdır… Eğer başlattığınız süreç başkalarının insafına bağlıysa o süreçten hayır gelmez… Aynı şekilde, süreç yapıyorum diye en sonda vereceklerinizi en başta verdiyseniz, örneğin sokakları fiilen örgütün kontrolüne terk ettiyseniz o sürecin sonu iyi bitmez…
Kısacası, iyi niyetle yukarıda saydıklarımızı yapmaya başlarsanız, bir sorunu çözeyim derken daha beter bir hale getirirsiniz…
Bu bağlamda, AK Parti yönetiminin ve Hükümet’in önemli oranda yanıltıldığını düşünüyorum… Haklı olarak geleceğini Çözüm Süreci’ne bağlayan AK Parti ve Hükümet, hem yönlendiriliyor, hem de bazı konularda acele ettiriliyor… Bu durum dışarıda gelişen ve Türkiye’yi tehdit eden gelişmelerle birleşince daha bir tehlikeli hale geliyor…
Başarılı hiçbir çatışma çözümü örneğinde süreç bir tarafın insafına bırakılmamıştır… Oysa ki 6-7 Ekim olayları da göstermiştir ki süreç büyük oranda örgütün eylem yapmamasına, yani insafına kalmıştır. Kamu düzeninin tesisi dahi örgütten beklenmektedir... Kırsalda silah bırakması umulan örgüt şehirlerde silahın gücüyle örgütlenmesini tabana yaymaktadır...
Aynı şekilde, tarafların çözüm sürecine, yani taviz vermeye hazır hale gelebilmesi için barışın getirisi çatışmanın götürüsünden daha fazla olmalı, taraflar çatışma ile sonuca ulaşamamalıdırlar… Oysa ki, PKK hala terörü ve şiddeti bir kaldıraç gibi kullanabilmektedir.
Sözde eylemsizlik döneminde dahi örgüt silahın ucunu göstererek vergi adı altında haraç toplayabilmektedir. Yolların kapatılması, terör örgütünün sembollerinin serbestçe taşınabilmesi, sözde mahkemelerin kurulması, iş araç-gereçlerinin yakılması, insan kaçırılması, teröristlerin silahlı heykellerinin dikilmesi ve diğer örnekler aslında terör olaylarından farklı değildir. Örgüt, çatışmaya girmediği dönemlerde dahi çatışma ve silah tehdidiyle sokakları baskı altında tutmaktadır. Kızdırıldığı vakit ise asker ve polisleri şehit edecek kadar ileri gidebilmektedir. Üstelik tüm bunlar örgüte zarar değil, yarar sağlamaktadır. Bu algı sadece PKK’da ve destekçilerinde değil, tüm toplumda oluşmuştur. Türk olsun, Kürt olsun, kamuoyu PKK’nın ve Öcalan’ın silah zoruyla, adım adım istediklerini aldığını düşünmektedir…
Özetle, PKK görüşmelerin bir tarafı olarak kendisini görüşmeye ve barışa mahkûm saymamaktadır ki görüşmeler istenildiği şekilde sonuçlansın…
PKK’NIN TALEPLERİ
Görüşmelerin başarı ihtimalini ölçmek için tarafların masadaki taleplerine bakmak faydalı olacaktır. Uluslararası Kriz Grubu’nun (UKG) en son raporu bu konuda bizlere yol gösterebilir. UKG’nun raporuna göre PKK’nın talepleri özetle şunlar:
- Hasta tutuklu ve hükümlüler serbest bırakılsın,
- Ana dilde eğitim serbest olsun,
- Mağdurlara tazminat ödensin,
- Silah bırakanlar kamuda çalışabilsin,
- Korucu sistemi kaldırılsın,
- Faili meçhullere karışanlar cezalandırılsın,
- Öcalan önce ev hapsine çıkarılsın, sürecin sonunda serbest kalsın,
- Valiler seçimle gelsin,
- Bölgesel parlamento kurulsun,
- Bölge zenginliğinden yerel yönetim pay alsın,
- Yerel yönetim eğitim, sağlık, kültür ve turizmde yetkili olsun,
- Anayasadan ‘Türk’ kelimesi kaldırılsın,
- Jandarma İstihbarat ve JİTEM kaldırılsın,
- Şehirlerde yerel polis ve öz savunma güçleri düzeni sağlasın.
Elbette örgütün daha fazla isteği var. Ancak UKG’nin çok sayıda kişi ile hazırladığı bu liste de önemli ölçüde talepleri yansıtıyor…
Bu listeye baktığım zaman, bir de PKK’nın özelliklerini aklıma getirdiğim zaman listenin önce özerklik, ardından bağımsızlığa giden bir yol olduğunu rahatça görebiliyorum. Bunu da garipsemiyorum. PKK, yeryüzünde bugüne kadar gelmiş geçmiş en keskin Kürt milliyetçisi harekettir. Böyle bir hareket bağımsızlık istemeyecek de kim isteyecek?
Dolayısıyla PKK ile masaya oturuyorsanız, taleplerini de iyi bileceksiniz… Buna şaşırmıyorum, ancak şunu da çok iyi biliyorum ki sürece PKK, hâkim olur ise yukarıda bahsi geçen ‘bölgesel parlamento’ kısa sürede bağımsızlık talep eden, egemen devlet özelliklerine sahip bir parlamentoya döner. O konudaki isteklerin sonu gelmez… Eğitim, sağlık ve kültür ile başlayan taleplere kısa sürede dış ilişkiler ve savunma da eklenir. Kuzey Irak Kürdistanı bu konuda iyi bir örnektir. Kaldı ki PKK, Barzani’ye göre bu konularda daha doyumsuz bir harekettir.
PKK’nın talepleri içinde uzlaşılması en zor olanları ise Anayasa’dan ‘Türk’ kelimesinin çıkarılması ve şehirlerde yerel polis ve öz savunma güçlerinin oluşturulması, kamu düzenini sadece bu güçlerin sağlamasıdır… PKK, Anayasa’ya Kürt kelimesini de ekletmekten ziyade Anayasa’dan ‘Türk’ kelimesini çıkartmak istemektedir. Bu ise karşı tarafta Türk Sorunu oluşturabilecek bir adımdır. Türk Sorunu ise Kürt Sorunu’ndan daha karmaşık bir sorundur.
Yerel polis konusu ise kamu düzeninin PKK’ya terkedilmesi anlamına gelmektedir. İlginçtir, PKK bu konuda doğrudan Taşnak örneğini izlemektedir. Taşnaklar da Osmanlı İmparatorluğu’ndan Ermeniler için öz (self) savunma güçleri talep etmişti ve sonunda neler olduğunu hepimiz iyi biliyoruz…
Örgütün ‘yerel polis ve öz savunma gücü’ dediği PKK’nın Yurtsever Devrimci Gençlik Harekâtı (YDG-H) adlı birimi. Daha çok gençlerden oluşan bu birim örgütün talimatıyla kamu düzenini Emniyet mensuplarından ve Jandarma’dan devralmak için çalışmalara başladı. Çözüm Süreci boyunca YDG-H, örgütün şehirlerdeki öz savunma gücü olarak çalıştı… Eğer örgütün talepleri kabul edilirse bundan sonra kamu düzenini örgüt 6-7 Ekim olaylarında sokaklarda aktif olan bu güçlerle sağlamış olacak…
TALEPLER KARŞILANABİLECEK Mİ?
Özetleyecek olursak PKK bağımsızlık veya özerklik adı altında, ülkenin bazı bölgelerinde devletin egemenlik (hükümranlık) haklarını devralmak istiyor. Hatta bununla da yetinmiyor, devletin genelinde de geniş ve kuvvetli söz hakkı istiyor…
Peki, bu talepler karşılanabilir mi derseniz, bu süreçten ne beklediğinize göre değişir? Dediğim gibi, Türkiye federasyon da olabilir, konfederasyon da olabilir, özerklik de olabilir, hiç temenni etmeyiz ancak farklı devletler olarak da yoluna devam edebilir vs… Hiçbir devlet dünyanın ilk gününden bu güne kadar var olamamıştır, hiçbir devlet de sonsuza dek bugünkü haliyle var olamayacaktır. Mesele bu süreçten ne beklediğiniz ve neyi vermeye hazır olduğunuzla ilgilidir… kaldı ki Kürtlerin büyük çoğunluğunun saydığımız seçeneklerden birine onayı varsa orada insanları zorla bir devlet altında tutmak da hem zor olur, hem de insancıl olmaz. Ancak, bir kitleyi çözüm için bir şiddet örgütüne terk etmek de aynı şekilde hem yanlıştır, hem de insancıl olmaz. Bu bağlamda, örgüt Kürtlerin çoğunluğunu temsil etmemektedir. Ancak silahı olanı muhatap aldığımızda sessiz çoğunluk susar ve siner… Bugünkü ortam buna benzemektedir. Ortada ciddi bir sindirilmişlik sorunu vardır. Devletin temel egemenlik yetkileri aşındıkça ve şiddet o alanları doldurdukça çözüm için gerçekleştirilecek süreçler de anlamını yitirmeye başlar.
Son olarak, ister tek bir devlet kalın, isterseniz barış içinde ikiye bölünmek isteyin, her ikisi içinde kanunların zorlayıcı gücünü sokakta hissettirmeniz şarttır.
Eğer mahkemeleriniz adil kararlar alamıyorsa; kolluk güçleriniz kanun adamları olarak mahkemelerin kararlarını sokaklarda uygulayamıyorsa, o ülkede bir arada kalmak bir yana kansız bir bölünme dahi gerçekleştirilemez.
Bu konuda Hindistan ve Pakistan’ın bölünmesi iyi bir örnektir. Güya taraflar bölünme hususunda anlaşmışlardır, ancak bölünme esnasında yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiştir…
Bu nedenle kamu düzeninin bozulması her türlü terörden de, her türlü bölünmeden de daha kötüdür... Kaosun ve anarşinin olduğu yerde doğrunun kıymeti kalmaz…