Türban tartışması
Mahir KAYNAK 23 Ocak 2008
Türban sorununda kimin haklı kimin haksız olduğuyla ilgilenmiyorum. Çünkü herkes savunduğu şey için, kendine göre, haklı gerekçeler bulabilir. Kaldı ki sorun dine dayalı olduğu ve bu konuda herhangi bir iddiam olmadığı için bu tartışmaya katılamam. Ancak olayın daha önemli yanının siyasi olduğunu düşünüyorum ve neyin amaçlandığını çözmeye çalışıyorum.
Laik kesimin cumhuriyetin temel ilkelerinin değiştirilmek istendiği iddiası doğrudur ama böyle bir değişimin gerekli olup olmadığı, herhangi bir ilkenin tüm zamanlar için geçerli olmasının mümkün olup olmadığı tartışılmamaktadır. Söz konusu ilkeler bir tercih mi yoksa bir mecburiyet miydi? Osmanlı dağılırken onun dünya görüşü sürdürülebilir miydi? Bir imparatorluğun ideolojisi ulus devlette geçerli olabilir miydi? Ulus devlet kendi tercihimiz miydi yoksa yenilen bir devletin zorunlu dönüşümünden mi ibaretti?
Birinci Dünya Savaşında uğranılan yenilginin bedeli olarak sadece topraklarımızın önemli bir bölümün barış müzakerelerinin yapıldığı masada bırakmadık. Orada yüzyıllardır sahip olduğumuz kimliğimizi de bıraktık. Bu bir mecburiyetti ve ülkemiz yapılması mümkün olanın en iyisini yaptı. Galip gelen alacağının azamisini almaya çalışır, yenilen vermesi gerekeni asgaride tutar.
Yeni kurulan devlet ulus devlet olmak zorundaydı. Geçmişteki ideoloji ve düşünce yapısı sürdürülemezdi ve yeni ideolojimiz bu şartlar altında oluştu. Yani dünyadaki şartlar ve zamanın ruhu bizden ne istiyorsa onu yapmıştık, herhangi yanlışlık ve hata yoktu.
Bugün karşılaştığımız sorunlar dünyadaki şartların değişmesinden kaynaklanıyor ve geçmişte şartlar bizi nasıl dönüştürdüyse bugün de yeni bir dünya görüşünü benimsememiz zorunlu hale geliyor. Bu nedenle türbanı diğer değişimlerden ayırıp tek başına tartışmak yanlış olur. Bütünü görüp bu değişimde kendi irademizin etkili olmasını sağlamamız gerekir.
Geçmişte birbirinin aynısı olmayan, farklı inanç ve soylardan gelen insanları homojen bir kitle haline getirmeye çalıştık ve yıllarca bu farklılıkların üstünü örttük. Şimdi yok edemediğimiz bu farklılıklar gün yüzüne çıkıyor ve Kürt sorunu, Alevi talepleri, başörtüsü kavgası haline dönüşüyor. Geçmişte ulus devlet olmamızı büyük güçler de istiyor ve destekliyordu. Böylece yeni siyasi sınırlarımız aynı zamanda ekonomik, sosyal, kültürel sınırlara dönüşüyor ve bıraktığımız yerlerle tüm ilişkilerimiz sona eriyordu. Bu durumu bir hedef saydık ama bunun dışarının da talepleri olduğunu dile getirmedik. Bir güç bizi parçalara ayırmış ve kurduğu yapının bekçiliğine de bizi tayin etmişti. Siyasi sınırlarımızın bir adım ötesi bize tamamen yabancıydı ve bu durumun değişmesine en çok biz karşı çıktık.
Türbanın uçlarına yapışarak çekiştirmek yerine dünyadaki değişen şartların gereklerine göre nasıl ve ne kadar değişeceğimize karar vermeli ve bu değişimin bir geri dönüş olmayabileceği bilinmelidir. Yani ülkemiz değişmek isteyenlerle istemeyenlerin bir çatışma alanı olmaktan çıkarılmalı, değişim ve dönüşüm tüm güçlerin ortak eseri olmalıdır.