Kalabalığı tekmeleyenler
Gültekin Avcı 01 Ocak 1970
Yayın yasağı gözü ve kulağı bağlar, zihinleri ve vicdanları değil.
Yolsuzluk ve hırsızlarınız âlemşümul bir boyut kazanmış neyi kimden saklıyorsunuz?
Her toplum namusunu teslim edeceği bir lider arar.
Türkiye’nin de içinde olduğu doğu toplumlarında genetik bir özlem ve ihtiraslı bir arayıştır bu.
“İşte bu” denilen liderin putlaştırılması da, bu ihtiraslı arayışın acı meyvesi.
Sanatçılar da putlaştırılmıştır çoğu zaman.
Washington Irwing’e göre, Shakespeare bir İtalyan azizine dönmüştür.
Hayranları türbesine o kadar çok mum yakmışlar ki, dumandan tanınmaz hale gelmiş bir puta dönmüş.
Siyasi liderlerin putlaştırılması ve günahlarına bile hikmet biçilmesi daha ağır bir histeridir.
Sorun şudur:
Namusunuzu emanet ettiğiniz lider de namussuz çıkarsa ne olacak?
Bu sorunun cevabını her ülkenin kendi toplum yapısı ve ahlaki değerleri belirler.
Batı’da ise lider ve kahraman değil toplumun hak ve hukukuna bekçi aranır.
Batı’da lideri ve yönetimi toplumun gerisine iten demokratik hukuk kültürü uzun asırların tortusu.
İngiltere savaş ve buhran dönemlerinde bile hak ve özgürlükleri muhafaza edebilen bir ülke.
2. Dünya Savaşı’nda Churchill’e delilik isnat eden gazeteler vardı.
Ve bu gazetelerin haklarında hiçbir adli veya idari soruşturma yapılmamıştı.
Lakin 1. Dünya Savaşı’nda Fransa’da Clemenceau bir diktatörden farksızdı denebilir.
İngiltere’de özgürlüklerin basın ve parlamentoda kötüye kullanılması ihtimaline karşı Krallık ve Anglikan kilisesi farklı bir denge oluşturuyordu.
Din ve iman kavramları yozlaşıyor
Clemenceau ise anarşiye bir adım kala ülkenin menfaatlerini bireylerin menfaatlerinden üstün tuttuğunu söylüyordu.
Clemenceau’nun düşüncesi ve tercihi, kuşkusuz tartışılır o dönemin şartlarında bile.
Ya Türkiye’deki gibi 2014’lerde ülkenizin itibarı ve menfaatleri de her geçen gün dibe vurduğu halde hak ve özgürlükler askıya alınıyorsa?
Veya hak ve özgürlükler, bir yolsuz güruhun menfaatleri ve hukuktan kaçması için tarumar ediliyorsa ne denir?
O günlerin Batı diktatoryaları ile postmodern bile olsa bugünün Türkiye’si gibi doğu diktatoryaları arasında ciddi farklar var.
1. Dünya Savaşı sırası ve sonrasındaki Batı diktatoryaları birer ilke diktatoryasıydı.
Doğu diktatoryaları ise tam bir keyfilik ve menfaat diktatoryası.
Türkiye’de demokrasi ve hukukun bir türlü makes bulmaması, böyle bir kültür ve medeniyet farkından doğuyor.
Kültür ve ahlak seviyesi alçaldıkça, din ve iman kavramları da yozlaşmaya başlıyor.
Şeyhi mürit uçurur dendiği gibi liderleri de onu seçen halk tanrılaştırır ve mumyalar.
Kimi öldükten sonra tanrılaştırılır, kimi yaşarken.
Lenin tanrılaştırılmayı hiç sevmez ve istemezdi.
Lakin Vladimir İlyiç ölür ölmez, Petrograd’ın adı Leningrad olarak değiştirildi.
Hırsız yöneticileri bu toplum üretir
Stalin ise canlı canlı tanrılaştırdı kendini.
Hepsi önce halka sonra güç ve tahakküme dayanır.
Mussolini’yi bacağından asanlar, yıllarca yaltakçılığını yapanlardır.
Sonuçta diktatörler, kendilerini bir hayvan terbiyecisi gibi görürler.
Tarih muhasebesinde kimi toplumlar layıktır bu terbiyeye, kimileri mazlum.
Kalabalıklar kendisine benzemeyen bir çocuk doğurduğunda onu beşikte öldürmeye kalkar.
Öldürürse ne ala.
Öldüremezse ortaya türlü suretler çıkar.
Mevlana ve Yunus’ları da bu toplum üretir, hırsız ve yolsuz yöneticileri de.
Batı’da da böyle.
Tolstoy ve Hugo’yu da toplum üretir, zorbalıkla kendisine diz çöktüren Hitler ve Salazar’ı da.
Tarihi üreten formül bu, fertle toplum arasındaki dram.
Acı bir çelişkinin hikâyesidir bu.
Ama toplumların yürümesi ve gelişmesi de kalabalıkla çelişen insanların meydan okumalarıyla olur.
Marks gibi kimi kalabalığı tekmeler uykudan uyanması için.
Franko gibi kimi büyülü ninniler söyler, asla uyanmaması için.
Türkiye’deki gibi kimi kalabalığı tekmeler, kendisine daha çok tapılması için.