« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Ara

2014

‘Adil düzen’den başlayıp ‘adi düzen’de bitmek

Yavuz Baydar 01 Ocak 1970

Bu pazar yine içiniz kararmasın diyeceğim ama gidişat öyle iç karartıcı ki, dertleşme duygusu daha ağır basıyor. Kaderimiz maalesef bu.

'Normal' ülkelerin insanları gündelik hayatlarında, işyerlerinde, evde kahvede lokantada hayata dair şeyleri daha önemli bulurken, biz hırçınlaştırılmış politikanın esiriyiz.

Ucu pervasızca dikta düzenine açılan bir yolda, kurgusu sinsice yapılmış bir harita üzerinden ilerliyoruz. Tek dini bırakalım bir yana, tek mezhep sultası üzerine inşa edilen bir yapıda, tek kişi daha yıllarca hayatlar üzerinde tahakküm ve korkuya dayalı bir sistem oluşturmakta.

DÜŞÜNCENİN ÖNÜNE SET ÇEKECEK 'BAYAĞILAŞMA'

Sadece tek mezhep, tek parti ve tek lider üzerine kurulacak bir düzenle, Türkiye'nin 90 küsur yıllık meşum ve makus otoriterlik geleneğinde devamlılık sağlanmış olmayacak, aynı zamanda her türlü bağımsız düşüncenin de gelişiminin, ses duyurmasının önüne set çekecek bir 'bayağılaşma', 'adileşme' ('vulgarizasyon') kültürü de yeşertilecek.

Amaç, muhalefete nefes aldırmamayı marifet sayan pek çok Orta Asya, Kafkasya ve Uzak Doğu ülkesinde olduğu gibi, cüzdandan başka bir şey düşünmesi istenmeyen, paraya odaklı, avantacı ve itaatkar, itirazı unutmuş, tepedeki kişiye 'tapınan', okumayan, ezberci ve bağnaz, dış dünyaya kuşkuyla bakan, bön bön ucuz TV eğlencesi seyreden, güdülmeyi kabullenmiş tek tip yurttaş profili üretmek.

'Yüce mühendis' Erdoğan, bu kararlı projede, sessiz çoğunluğun gözleri önünde, adım üstüne adım atarken, selefi askerlerin ve onların onyıllardır işbirlikçisi olmuş, önceki sivil yöneticilerin dilini aynen transfer etmiş, özdeşleşmiş, var gücüyle aydınlara yükleniyor:

AYDINLARI 'HAİN' İLAN ETMEK

'Milletimizin ve medeniyetimizin en çok ihtiyaç duyduğu şey aydın diktasına, vesayetine, yabancılaşmış aydınına bir projektör tutabilmektir.'

Farklı düşündüğü, görüşünü barışçıl yollardan dile getirdiği, akıntıya karşı durmayı haysiyet meselesi saydığı, hakkaniyetli tavırlara önem verdiği, lafını sakınmadığı, aykırı olma cesareti gösterdiği, gereğinde alarm zilleri çaldığı için aydınları düşman - klasik tabirle 'hain' - ilan etmek, Erdoğan'a da yakışıyor doğrusu.

Bir yönetici olarak açık toplum ve iktidarın paylaşıldığı bir sivil yönetim kurma sevdasına ne kadar uzaksanız, kendini beğenmişliğe, nankörlüğe, hoyratlığa da o kadar yakınsınız demektir.

Böyle durumlarda en kolay yol, kerameti kendinden menkul, tek 'vasfı' iktidara biat olan, cehalet timsali 'aydınımsı'ları etrafınızda toplarken diğerlerini kurguladığınız toplum projesi için baş tehdit ilan etmektir. Hedef kılmak için damgalamaktır.

Ama gerçek değişmeyecek. Bu ülkede, hangi kesimden olursa olsun, bağımsız düşünceyi bayrak edinmiş insanlar, seslerini hep çıkaracak.

Erken yaşta kaybettiğimiz İngiliz düşünür, tarihçi Tony Judt'un 2010'da ölümünden kısa süre önceki sözleri önemlidir:

“Bu yüzyılı ben, kısmen aşırı ekonomik özgürlükler nedeniyle, kısmen de iklim değişikliği ve 'davranışı öngörülemeyen devletler' yüzünden istikrarsızlığın büyüdüğü bir dönem olarak görüyorum. Bizler (yani, aydınlar) kendimizi, asli görevi daha iyi bir toplum düzeni hayat etmek değil, kötüleşenleri önlemek olan bir konum içinde bulacağız gibi geliyor... Sanırım bizler kendimize bundan böyle mevcut anayasal ve yasal hakları, insan haklarını, özgürlük normlarını vs nasıl savunacağız, diye sormak zorunda kalacağız.”

YÖNETEN VE YÖNETİLENLER ARASINDAKİ BOŞLUK

'Demokrasiler kolayca çürüyebiliyor. Orwell'in dille ilgili fikrine atıfta bulunacağım: Dile dayalı olarak, söylem olarak çürüyorlar. Aydınlara ve bulabildiğimiz bütün iyi gazetecilere ihtiyaç duymamızın sebebi tam da budur: Demokrasinin iki ucu arasında, yöneten ve yönetilenler arasında gitgide büyüyen boşluğu onlar doldurabilir.'

Bu sözler Rusya, Macaristan, Türkiye gibi ülkelerde sandıktan sadece otokrasi üreten liderlerin o kritik boşluğun dolmasını neden istemediğini de açıklıyor bize.

Değerli yazar Ahmet Kurucan, Zaman'da 'AK Parti iktidarı ne kattı dindarlığımıza' başlıklı yazısında şu ilginç anekdotu anlatıyordu: 'Bir arkadaşım geldi beni ziyarete.... Sordum “Ne var ne yok” diye. Verdiği cevap şu oldu: “Ağabey! İyi ki bu süreç oldu. Dua etmesini öğrendik.” Üzerinde durup düşünülecek çok derin bir cevap bu. Dua etmesini bilmiyor muyduk biz? Şimdiki dualarımıza bakınca demek ki bilmiyormuşuz? İhtimal dua ve duanın asıl Sahibine teveccühte dün ile bugün arasında fark var, ona bu sözü söyletiyor.'

ELDEN GELECEK ÇOK ŞEY VAR

Ve şu sonucu çıkartıyor:

'Üzüldüğümüz tek şey; bu sürece dindar daha doğrusu dindarlığı farklı tanımlayan ve dindar gözüken insanların sebebiyet vermesi. Heyhat. Elden ne gelir?'

Elden gelecek çok şey var.

Özellikle dindar kesimlerin söyleyeceği çok şey var. Şuradan başlamak mümkün: 'Bizi tek başına, aklına estiği gibi, hesap vermeden, gizli saklı işler çevirerek, korkutarak, döverek, ezerek, meydan okuyarak, dışlayarak yönetemezsin. Yönetemeyeceksin!'

Ziyaret -> Toplam : 125,19 M - Bugn : 78349

ulkucudunya@ulkucudunya.com