Yeni Osmanlı mı, süper Türkiye mi?
İbrahim Karagül 29 Ocak 2008
Amerikan Yüzyılı'nın altın yılları sona erdi. “Tek Kutuplu Dünya Düzeni” sadece ve sadece on yıl sürebildi. Bu da, Soğuk Savaş'ın sonra ermesinden 11 Eylül saldırılarına kadar olan dönem oldu. ABD için, gerçek bir liderlikten ziyade hayallerle süslenmiş, abartılmış bir kibirle heba edilmiş, açgözlülük ve karşı konulmaz bir ihtirasla tüketilmiş bir dönem yaşandı.
11 Eylül yeni bir milat oldu. Her ne kadar Amerikan gücünü alabildiğine yeryüzüne yaysa da, o günden bu yana ABD'nin gücü sürekli eridi, erimeye devam ediyor. Çünkü bu dönemde ABD, dünyanın lideri olacak siyasi ve ahlaki olgunluğa, ekonomik güce ve askeri yeterliliğe sahip olamadığını gösterdi. En mahrem yanını deşifre etti. En büyük kaybı bu oldu ve Amerikan rüyası ağır darbe aldı.
Şimdi, en büyük tartışma konusu Amerikan ekonomisinin çöküşü... Durgunluk ya da gerileme değil, çöküş tartışılıyor. Sadece biz değil ABD, Avrupa ve Asya'nın ekonomi otoriteleri tartışıyor. Başkalarının kaynaklarıyla refah satın alma döneminin sonuna gelindi. Bu son, ABD'nin de sonunu gösteriyor. Bunun geçici bir sarsıntı olmadığı bilindiği için yeni bir ekonomik sistem, yeni bir finansal sistem ve bunların sonucu olarak da yeni bir siyasi sistem tartışması açıldı. Bütün yeniler içinde artık ABD tek başına öncü değil, olamayacak da. Soğuk Savaş döneminden kalma Amerikan rüyası ile yaşayanların anlaması zor olacak, onlar hala Asya'yı “Üçüncü Dünya” olarak değerlendirdikleri için algılayamayacak ama öğrenmek zorunda kalacaklar.
Birleşmiş Milletlerin yeniden yapılanması, bu yapılanma üzerinden yeni bir güçler dengesinin kurulması, ABD'nin liderliği Rusya, Çin, Almanya, Fransa, İngiltere, Hindistan, Japonya, Brezilya ve birkaç orta ölçekli ülke ile daha paylaşması, siyasi paylaşımın yanında ekonomik ve askeri açıdan da ABD'nin merkez olma özelliğini kaybetmesi konuşuluyor. “Yeni Yatla” paylaşımının adımları atılıyor.
New Yor Times gazetesinin hafta sonu eki bu hafta Amerika'nın çöküşünü sorguladı. Özetle: “2016'da ABD süper güç olma özelliğini yitirecek. Çöküş engellenemeyecek. Çin ve AB yeni süper güçler olarak öne çıkacak. Amerikan rüyasının yerini AB rüyası alacak. Enerji denklemi bazı ülkeleri öne çıkaracak. Batı'da AB, Doğu'da Çin yeni çekim merkezleri olacak. Asya NATO'su kurulacak. Bağımsız Kürdistan kurulacak. Türkiye Süper Avrupa'nın üyesi olarak önemli roller üstlenecek, ABD'den uzaklaşacak. Bir çeşit Osmanlı misyonu ile kendi bölgesinde etkin güç halini alacak….”
Öngörülerin bir çoğu doğru. Ama eksik, bazıları yerine oturmuyor. Evet ABD hegemonyası çökecek. Ekonomi ile başlayacak bu süreç, siyasi ve askeri sonuçlarla ABD'yi bir çok bölgede geriletecek. Belki içe kapanma süreci yaşanacak. Belki dünyadaki Amerikan üslerinin büyük çoğunluğu boşaltılacak. Ama hepsi bu değil. Geçiş dönemin bazı ülkeleri tahmin edilemeyen kapılar açabilecek. Türkiye gibi…
AB için hazırlanan “Europe 2020 Alarm/ Global Systemic Rupture/Iran/USA-Release of global world crisis” adlı çalışmada benzer öngörüler vardı. Ekonomik, güvenlik ve siyasi açıdan dünyanın büyük bir krize doğru sürüklendiği, 1929'daki ekonomik çöküntünün benzerinin yaşanabileceği söyleniyordu. Yine AB otoriteleri bugün bunun tetikçisinin ABD olduğunu vurguluyor. Çöküşün büyük savaşlara yol açabileceği belirtiliyor. ABD ekonomik olarak hegemonyasını kaybederse siyasi olarak da kaybedecektir. Şimdi bunun işaretleri alınıyor.
Pazar sabahı CNN Türk'te Davos'tan yapılan bir yayın vardı. Türkiye'nin “patronları”nın krizi tartışma biçimlerine baktım. Şaşırtıcıydı... ABD'ye güven yerlerdeydi ve hemen hepsi dünyanın ekonomik ağırlığının Doğu'ya kaydığını söylüyordu. Sadece ekonomik değil, siyasi ağrılığı da Doğu'ya kayıyor. Burada yazılanlarla onların ağzından çıkan cümleler, dünya ekonomisini tartışan otoritelerin cümleleri ve krizin siyasal sonuçlarına ilişkin kanaatleri örtüşüyor. O zaman gerçekten de ciddi bir kırılma dönemini yaşamak üzere olduğumuzu iddia etmek abartılı olmayacaktır.
2016 öngörülerinde AB'nin yeri abartılmış gibi geldi bana. Avrupa şu bakış açısıyla, tutucu haliyle o noktaya biraz zor ulaşacaktır. Ve gerçekten Türkiye, o tarihte “Süper Avrupa”'nın yan unsuru olmayı muhtemelen reddedecektir.
“Agresif Osmanlıcılık” demeyelim ama Türkiye'nin çok belirgin biçimde öne çıkacağını not etmek gerekiyor. “Enerjiyi içeride heba etme aptallığı”ndan sıyrılabilirse, kendi bölgesinde bir çekim merkezi oluşturabilecektir. Yeni bir ekonomik çekim alanı, serbest bölge, siyasi ortaklıklar, acil müdahale/kriz gücü gibi somut projelere yönelirse, demokrasi ve özgürlüklere öncülük ederse, bölgesel kriz senaryolarını boşa çıkaracak liderlik rolü üslenebilir. Önümüzdeki on yılda bunu görebiliriz.
Türkiye o zaman ABD'nin ya da AB'nin gücünü bölgeye taşıyan, çıkarlarını güvenceye alan ülke olmaktan çıkacak, kendi bölgesini toparlayacak bir güç olacaktır. Doğu ile Batı arasındaki derin ayrışmanın fırsatlarını görecek, “cephe ülke” yerine “geçiş ülkesi” olacak, bundan ekonomik ve siyasi güç devşirecektir.
AB'den üç kat hızla büyüyen ekonomisi, dinamik nüfusu ve siyasi kültürünün sağladığı zengin tecrübeyle, istenmese de küresel aktörlerin arasında yerini alabilecektir. Türkiye'nin ufkunu AB ile kayıtlamak onu sınırlamaktır. Batı ekonomilerinin krizi ile Doğu ekonomilerindeki yükselişi arasında hızla büyüyen bir güç neden görmeyelim! Gerçi biz bunun için 2023 tarihini esas almıştık ancak her şey o kadar hızlı gelişiyor ki, on yıl böyle bir hedefe ulaşmak için uzun bir zaman artık.
Tabii bütün bunlar, “bu ülkeyi üç kuruşluk hesaplara kurban etmediğimiz zaman” mümkün olacaktır..