Hayrettin Hoca’nın iktidarla imtihanı
Ahmet Kurucan 01 Ocak 1970
17 Aralık sürecinin başlangıcından bu yana saygımı hep muhafaza ettim Hayrettin Karaman’a. Bazen açıkça isim vererek bazen de isim vermeden yazılarına cevabî veya izahî mahiyette görüşlerle mukabelede bulundum.
Yolsuzluğa maslahat kılıfı giydirilen fetvalarda da, devlet memurlarının tasfiyesinin İslamî meşruiyeti adına öne sürülen ‘zarar-ı âmmı def için zarar-ı hâss ihtiyar olunur’ fetvalarında da seviyeyi koruyarak mukabil yazılar yazdım. Şimdi de tavrımı değiştirme niyetinde değilim.
Hoca’nın ‘AK Parti’nin ahlakla imtihanı’ yazısı kamuoyuna bir bomba gibi düştü. Hemen herkes heyecanlandı. Ne oldu dedi birden bire kendi kendine ve çokları bu duruma sevindi. Keşke daha önce söyleseydi bunları; sonuçları çok değişik olurdu gibi yorumlarda bulunuldu.
Bu arada Twitter ve Facebook ortamında kendini bilmez insanların seviyesiz laf çarpıtmalarını hiç kaale almıyorum. Hoca’nın da aldığını ve alacağını zannetmiyorum. Ama Hoca, Hilmi Yavuz’un “Hoca’nın fetvası eksik” yazısı ile Temkin Durağı programında Ali Bulaç ile A. Turan Alkan’ın çok ama çok seviyeli eleştirel tahlillerinden etkilenmiş olabilir. Bir tahmin ama büyük bir ihtimal Hoca bunlardan alınmış olmalı ki dün ilave bir yazı yazdı. Yazı çok kışkırtıcı bir dile sahip. Başlığını okumak bile insana bir fikir veriyor: “Bu sakızı daha ne kadar çiğneyeceksiniz?”
Mesele hakikati görebilmek
Türkiye ile yaşadığım ülke arasındaki 7 saatlik zaman farkı bazen gündemi anında takip etmeme mani oluyor. Sabah kalktığımda haber sitelerinde Hoca’nın yazısının manşete çekildiğini gördüm. Okudum ve üzüldüm. Keşke bu yazıyı Hoca hiç kaleme almasaydı dedim. Üç gün önceki yerinde dursaydı diye iç geçirdim ve ilk tepkimi Twitter’da şöyle verdim. “H.Karaman’ın yazısını okudum. ‘Türkiye’de yaşamıyor mu’ veya ‘at gözlüğü’ ya da ‘taraftarlığın bu kadarı’ ilk aklıma gelen şeyler.”
Şimdi de farklı düşünmüyorum. Hayrettin Karaman gibi yaşı 80’e dayanmış bir insanın, 77 milyonun gözü önünde cereyan eden hadiselerin farkında olmaması mümkün değil diye düşünüyorum. Yoksa yazdıklarına bir anlam verebilmek için Türkiye’de yaşamama, at gözlüğü ve tarafgirlik tezleri devreye girmeli. Zira Hoca’nın hem hukuk hem de genel müktesebatı, yaşananları onaylamasına imkân tanımaz ve tanımamalı. Aksi bir durum, Hoca’nın kendini ve geçmişini inkâr manası taşır.
Her neyse… Hoca’nın ilk yazısında da ele alınacak çok şeyler var var ama Hilmi Yavuz’un cevabî yazısı başka söze hacet bırakmıyor. Onun için ben dün yayımlanan “Bu sakızı daha ne kadar çiğneyeceksiniz?” yazısı hakkında serd-i kelamda bulunacağım.
Önce genel kanaatimi söyleyeyim: Hoca, yazısını doğrular ve yanlışlar üzerine bina etmiş ve görmediği ya da izahı olmadığı için görmek istemediği şeyleri de hiç nazara almamış. İsterseniz teker teker ele alalım.
Doğrudur: “Yasaklar konusunda yol alındı.” Ama bu doğrunun ilavesi de olmalı; yasaklar konusunda alınan yol 2010 referandumu ve 2011 seçimlerinden sonra içine girilen otoriterleşme döneminde geriye alındı. Bugün itibarıyla eski Türkiye’yi bırakın otoriter devletlerin sistemlerini aratmayacak bir konuma geldik son dönemde çıkartılan kanunlarla. Haklılığını evrensel hukukî normlardan değil geçici gücünden alan zihniyetin çıkarttığı kanunların hakim olduğu bir kanun devleti. Bunu görmüyor musunuz Hocam?
Doğrudur: “Yoksulluk konusunda daha çok yapılacak şey var.” Ama ya yapılanlar yeterli mi? Daha iyisi yapılamaz mıydı diye sormak gerekmez mi? Eleştirel düşünceye sahip ekonomi ve siyaset yazarlarının sütunlarını sadece bir hafta okuyan insanlar bile yapılması gerektiği halde yapılmayan hatta engellenen nice uygulamalardan bahsediyorlar. Meclis çatısı altında yapılan bütçe konuşmalarına bakın isterseniz. Ekonomiden sorumlu devlet bakanının, Maliye bakanının içeriden yaptığı açıklamaları dinleyin arzu ederseniz. Çok net bir tablo ile karşı karşıya geleceksiniz. Rant ekonomisi eleştirinin merkezindeki temel kavram. Gerisi uzmanların işi.
Doğrudur: “Yolsuzlukla mücadele konusunda ise en yetkili ağızlar kesin konuşuyor ve ‘kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını’ ilan ediyorlar.” Pekala, burada sözle-eylem arasındaki mutabakata bakmak gerekmez mi Hocam? Bu sözlerin pratik hayata intikali adına bir yıldan beri ipe sürekli un seriliyor. Yolsuzluk dosyalarını araştıran yargı mensupları çil yavrusu gibi sağa-sola sürülüyor. Operasyonlarda görev alan emniyet mensupları nice keyfî uygulamalara maruz kalıyor. Mahkemelerde Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk dosyasına takipsizlik kararı veriliyor. Milletin iradesi hiçe sayılarak TBMM çatısı altında kurulan komisyon çalıştırılmamak için her şey yapılıyor. Meclis TV yayınları sonlandırılıyor. Şüpheliler, zanlılar ifade vermeye çağrılıyor; gelmiyor; dosyayı hazırlayanların ifadelerine müracaat edilmiyor. Ve daha neler neler… Pekâla “Yolsuzlukla mücadele konusunda ise en yetkili ağızlar kesin konuşuyor ve ‘kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını’ ilan ediyorlar.” derken bunları da görmek gerekmez mi? Adaleti engellemek uğruna kanunsuz uygulamalara imza atan insanları sizin tabirinizle ‘ıslah etmek’ adına dağarcığınızda sarf edilecek bir çift sözünüz bulunmaz mı Hocam?
Bir başka yazıda “Yolsuzluğa ‘hırsızlık’ demenin hem seküler kanun hem de İslam ceza hukukuna göre hata, yalan ve iftira olduğunu açıklayacağım. Elbette yolsuzluk da ayıptır, günahtır ve suçtur ama bu suç, hırsızlık suçu değildir.” diyorsunuz. Bu düşüncenizi nasıl temellendireceksiniz bilmiyorum ve bekliyorum. Delillerinizi görmeden de bir şey demem. Zannediyorum bütün kamuoyu da beklenti içindedir şimdi. Ama bu aşamada madem “Elbette yolsuzluk da ayıptır, günahtır ve suçtur.” deme cesaretini gösterdiniz; bari bunun arkasına “ayıp, günah ve suç olan yolsuzluğun” cezasını seküler kanun ve İslam ceza hukukuna göre söyleseydiniz. Belki yeni yazacağınız yazıda söylersiniz. Bekliyoruz Hocam!..
“İspat edilmemiş bir ithamı olmuş gibi göstererek tarihin belki en çirkin ve etkili algı operasyonunu yürütenlerin hedefinde Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve dolaylı olarak da AK Parti’nin bulunduğunu bilmeyen yok.” İthamı kim nasıl ispat edecek Hocam? İslam hukukuna göre davacı delilini sunar, ispat edemez ve davalı da inkâr ederse yemin eder değil mi? Bunu sizden, sizin kitaplarınızdan öğrendik biz. İyi de devletin yetkili istihbaratçıları, savcıları, polisleri, hakimleri delillerini ortaya koyuyorlar. Gerekli hukukî işlemi başlatıyorlar. Hatta sürecin ilerlemesine bağlı olarak önceleri montaj-dublaj edebiyatı ile inkâr edilen birçok şey bizatihî zanlıların ifadeleri ile ikrar ediliyor. Ama ne oluyorsa bundan sonra oluyor ve hukuk duruyor. Neden? İnanıyorum ki sizin iktidara yakın çevrelerden duyumunuza bağlı olarak sahih bilginiz vardır. Bizimle paylaşır mısınız Hocam?
Yeri gelmişken şunu da demeden geçemeyeceğim: Bu sözlerinizle ‘masumiyet kaidesine’ atıfta bulunuyorsunuz ve haklısınız. Fakat şunu da unutmamalı, söz konusu kaide sadece yolsuzluk soruşturmasına muhatap olan devletlûlar için mi geçerli? Ortada müşahhas bir delil olmadan başkalarına yapılan onca ‘ispat edilmemiş itham’lar, yalanlar, iftiralar için de aynı şeyleri söylemeniz gerekmez mi? Şu ana kadar söylediniz, yazdınız da bizim mi haberimiz olmadı Hocam?
Katılıyorum ve doğrudur Hocam “Şimdi onlara bir iki çift sözüm var.” diye başlayıp “ahlaksızlıktır, günahtır rezilliktir” diye bitirdiğiniz o uzun paragrafa. Özetini sunduğunuz prosedürü de kabulleniyorum ama o sürecin kanunsuz uygulamalarla işletilmediğini de lütfen görünüz. Sizin de dediğiniz gibi kimse bu yanlışları yapanlar, hukukun uygulanmasına, adaletin tahakkukuna mani olan kişiler, sahte delil oluşturanlar, şantaj aracı olarak kullananlar, usule aykırı olarak iş tutanlar ahlaksızdır, günahkârdır ve rezildir. İşte bu ahlaksızlar, işte bu günahkârlar ve işte bu reziller bir yıldır bu sakızı çiğnemektedir! İyi de bu sakızı çiğneyenler kim Hocam? Mesele işte bu gerçeği görebilmek…
Taha Akyol, Türkiye’nin Hukuk Serüveni kitabında Ahmet Cevdet Paşa’dan hareketle Muaviye döneminde Şam’da sahabe fıkıhçıları kalmadığı için geride kalan fıkıhçıların Kur’an’a sahabi kadar vâkıf olmadığını anlatır ve Muaviye’nin doğrusunu yanlışını ayırt edemediğini söyler ve sözlerini şöyle bağlar: “Kabaran siyasî güç hırsı, hiçbir zaman kendisini sınırlayacak hukuku sevmez.”
Bizimki de iş; koyunu kurda teslim etmiş zihniyetten adalet bekliyoruz.