Etyen Mahçupyan ve duvar saati
Nazlı Ilıcak 01 Ocak 1970
Etyen Mahçupyan’ın Başbakanlık Başdanışmanı olduktan sonra dengesi sarsıldı. Bir gün “AK Parti tabanı yolsuzluklardan rahatsız; yolsuzlukların olmadığı söylenemez” mealinde sözler sarf ediyor; sonra U dönüşü yapıyor. Diyor ki: “17 Aralık operasyonunun bir bölümünde gerçekler olabilir ama bunların şişirilmesi ihtimali de çok yüksek… Rıza Sarraf’ın hedef alınmasıyla Türkiye dünyaya şikâyet edilmiştir.”
Sonra tekrar dönüyor. Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e verdiği röportajda, “Yolsuzluk ilelebet gizlenemez. Yolsuzluk dosyalarını kapatma çabası, AK Parti’ye ileride daha yüksek maliyet çıkarabilir” şeklinde konuşuyor.
Sonunda göreceksiniz ne İsa’ya ne Musa’ya yaranacak.
Yolsuzluklarla ilgili tespitlerine daha önceki yazılarımda temas etmiştim ama bir konuya daha değinmek istiyorum: 24 Kasım’da, Akşam’daki yazısında, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndaki bir toplantıya atıfta bulunarak, Cemaat’in KPSS sorularını çaldığını ve kendisine yakın isimlere servis ettiğini ileri sürdü. Bu iddiasını da 8 Ocak tarihinde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nda konuşan bir iş kadınına dayandırdı. Kadın o toplantıda söz almış ve meramını şu cümlelerle ifade etmiş: “Dershanelerden çok memnunuz. Ancak geçenlerde çocuğumun lisedeki öğretmeni, bu yıl Hizmet dershanelerinin eskisi gibi avantajlı olmayacağını söylemiş; başarı garanti değil demiş.”
Makul şüpheliler gözaltında, makbul şüpheliler dışarıda.
Etyen Mahçupyan bu sözleri KPSS sorularının Cemaat tarafından çalındığı ama alınan tedbirler sebebiyle artık bunun eskisi kadar kolay olmadığı şeklinde değerlendiriyor. O toplantıda bulunanlardan hiçbiri (Zaman yazarı Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne ve Şahin Alpay ile Anayasa Hukukçusu Ergun Özbudun) aktarılan konuşmayı, Etyen Mahçupyan gibi yorumlamıyor. Kadının yakınması, devletin Cemaat’e yakın dershaneleri fişlemesinden ve bu dershanelerde okuyan çocukların önlerinin kesilmesi ihtimalinden kaynaklanıyor. Bir tek Mahçupyan, dershanelerde yaşanan sıkıntının dile getirilmesini, KPSS sorularının çalınması şeklinde algılamış.
Türkiye’de hukuksuzluk, haksızlık diz boyu ve tabii ki zulüm!!! AK Partili milletvekillerinin ya da teşkilâtın sesi çıkmıyor. Bunun sebebi, biat kültüründen gelmeleri olabilir. “Ululemr’e itaat” ilkesini benimsemiş görünüyorlar. Anlaşılıyor ki, hırsızlık da olsa gözlerini yumacaklar, rüşvet de verilse görmezden gelecekler. Ama Etyen Mahçupyan farklı. O aydın bir insan. Bu yüzden zaman zaman vicdanı isyan ediyor. Sonra iktidara aidiyetini hatırlayarak, bir başka tarafa savruluyor. Ona bakınca, bir duvar saatinin sarkacını görüyorum… Bir o yana bir bu yana...
Rönesans’ı yaşıyoruz
“Türkiye, Rönesans’ını yaşıyor.” Bu güzel haberi, Alev Alatlı’dan aldık. Hep karamsar sözler duyacak değiliz ya… Alatlı, içimizi ferahlattı! Diyor ki: “Dini kodları yerleştirmek, bugünün çılgın dünyasında devrimciliktir. Erdoğan, Türkiye’nin şansıdır. Rönesans’ı yaşıyoruz.”
Rönesans, Batı ile klasik antikite arasında (Antik Yunan filozof ve bilim adamlarının çalışmalarının tercüme edilerek okunması, dogmalardan arınarak, deneysel düşüncenin canlandırılması) bağın tekrar kurulmasını sağlayan bir dönem. Alev Alatlı, muhtemelen, Osmanlıca’ya ve eski Türkçe’ye dönülmesini, Antik Yunan filozof ve bilim adamlarının eserlerinin okunması ve öğrenilmesine benzeterek, Rönesans kelimesini kullanıyor. Ama Rönesans’ta, insanlar, kilisenin dogmalarından kurtularak, Antik Yunan filozoflarıyla aşina olarak düşüncelerini özgürleştirdiler. Bizim sırtımıza ise dogmalarla örülmüş ideolojik bir elbise geçirilmeye çalışılıyor. Her türlü özgür düşünce, giderek tehdit ve tehlike olarak görülüyor. Rönesans, “Her söylenilene inanma, sorgula” diyordu. Yeni Türkiye’de, “Erdoğan’ın her söylediğine inan; biat et. Ancak o zaman makbul vatandaş olursun” tavsiyesi yapılıyor.
Herkes ak kaşık, tek suçlu Gülen!
Hüseyin Gülerce ifadeye çağrıldı. Ama diğerlerinin aksine, gözaltına alınmadı. Bu ayrıcalığı belli ki gelişmeleri önceden sezip, tedbirini almasından kaynaklanıyor; yani gücün karşısında boyun eğmesinden. Haydi öyle yaptı, bari arkadaşlarının başına bunca felâket gelmişken, onları satmasaydı. İfade verdikten sonra, dışarıda kendisine soru yöneltenlere bakın ne diyor: “Şimdi bu Tahşiye olayı biraz farklı bir olay. Peşinen söyleyeyim, Zaman Gazetesi’ndeki arkadaşlarım, bilhassa Ekrem Bey meseleyi demokrasi, basın özgürlüğü tarafına çekiyor ama ortada hukuki bir mesele var. Evvela bunu anlamamız lazım… Bir tezgâh varsa, şimdi fikrimi soruyorsanız bana anlatılanlarla eldeki delillere göre bir tezgâh olma ihtimali var. Tezgâhtır diyemem, bu yargılamanın sonucunda çıkacak. Yargıya müdahale edemem. Başkaları da yargıya müdahale etmesinler. Yani işin içerisine basın özgürlüğünü katarak veyahut da gösteri yaparak veyahut da Türkiye çok ciddi bir dönemin içinden geçerken şov yaparak kimse meseleyi başka yere çekmesin.”
Tahşiyeciler’le ilgili yazıyı Hüseyin Gülerce de yazmış. Ama kendisini, işin içinden sıyırıyor, “Benim hiç haberim yoktu; bu yazıyı kimsenin talimatıyla kaleme almadım” diyor. Peki ya diğerleri? Sadece Hüseyin Gülerce mi sütten çıkmış ak kaşık? Tezgâh varsa, Gülerce de tezgâhın içinde olmalı. Fethullah Gülen’in “Bize tuzak kuruluyor aman dikkat” diye yaptığı bir konuşma, El Kaide’nin kolu olarak nitelendirilen Tahşiyeciler’e tuzak kurulduğunun işareti sayılıyor. Gülen, herkul.org sitesinde konuşmuş, operasyon gerçekleşmiş. Konuştuğu tarih 6 Nisan 2009. Operasyon tarihi 22 Ocak 2010. Aradan 8 ay geçmiş.Üstelik 2008’de Tahşiyeciler’in lideri Mehmet Doğan ve arkadaşlarının aleyhine bir ihbar yapılmış. Emniyetin soruşturması, Gülen’in konuşmasından önce başlamış. Madem Tahşiyeciler’e 2009’da tuzak kuruldu. 2010’da operasyon gerçekleşti… Aradan 4 sene geçtikten sonra mı bu tuzağı fark ettiniz? Şimdi herkes kaçakçısı, hırsızı, rüşvetçisi, katili, Ergenekoncusu, Balyozcusu, Cemaat masalına sarılıyor. Hüseyin Gülerce de dahil herkes sütten çıkmış ak kaşık… Bir tek Fethullah Gülen suçlu! Ama Gülen’in zekâsıyla da alay ediyorlar. Tahşiyeciler’e tertip kurmak istese, bunu kamuya açık bir sitede mi paylaşır ya da Tek Türkiye dizisinin Karanlık Kurulu’nda mı ifade eder? Madem polisler emrinde, onlara haber uçuruverir. Fakat operasyonu yapan polisler de değil talimatı Emniyet Genel Müdürü veriyor. O Emniyet Genel Müdürü şimdi AK Parti Milletvekili. (Oğuz Kağan Köksal.) O da çıkar, aynı Erdoğan gibi der ki,“Kandırıldım.” Nasıl olsa, yalana dolana, safsataya inanacak ya da kitleleri inandırmaya çalışacak bindirilmiş kıtalar var.
Goebbels’i anıyoruz
Kanal 7’den Ersoy Dede tehdit ediyor: “Bugün Ekrem gözaltına alınırken resme giren milletvekilleri de yargılanacak. Bu kadar kolay sıyrılamayacaklar.”
Hz. Ali’nin bir sözünü hatırladım: “Haksızlığa karşı susarsanız, hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz.”
Ama iş bu raddeyi geçti. Bırakınız susmayı, alenen hedef gösteriyorlar. Nazi Enformasyon Bakanı Goebbels’i anmakta fayda var: “Bana vicdansız bir medya temin et, sana bilinçsiz bir halk sunayım.”