Bu hukuksuzluk Türkiye'yi batıracak
Mümtaz’er Türköne 01 Ocak 1970
Üzerinde yükseldikleri zemini tahrip ediyorlar, kendi kuyularını kazıyorlar. Hukuku yok ederken kendi meşruiyetleri de yok oluyor.
Yüzde 50'nin geri kalana zulmetme yetkisi hiçbir demokraside yok. Hukuksuzluk, toplumun, siyasetin ve ekonominin muhtaç olduğu istikrarı, güveni ve öngörülebilir olmayı ortadan kaldırıyor. Türkiye'nin kanı çekiliyor, intikam operasyonları ile canına kastediliyor. Dünyaya rezil-rüsva oluyoruz. Bu kadar hukuksuzlukla mülk yönetilmez. Geriye hiçbir şey kalmıyor. Kazandığını zannedenler de kaybediyor.
Her rakamın bir ruhu vardır. Erdoğan'ın kendisine düşman etmek için her şeyi yaptığı yüzde 50'nin kimyası da ruhu da değişti. Toplumu iki kutba ayırıp, sonra bu kutupları birbirine düşman ederek birine yaslanma stratejisinin işlemesi için bir ön şart vardı: Mağdur edilen, zulme uğrayan, dışlanan, yoksul bırakılan kesimlerin sesi ve temsilcisi olmak. Bugün Erdoğan, elindeki devlet gücünü içindeki hukuku boşaltarak her alanda pervasızca kullanabilir, herkese meydan okuyabilir; sadece geleneksel mağdur rolünü artık sürdüremez. Erdoğan'ın yüzde 50'si bundan sonra mağdurlar tarafı değil, tam tersine o rakipsiz bir muktedir ve öfkesiyle, kibriyle tam bir mağrur. 2010 referandumunun tozu-dumanı kalktıktan sonra Erdoğan seri manevralar yaptı. Keskin bir şekilde böldüğü toplumun bir kutbundan öbür kutbuna geçti. Geçerken de önüne geleni kırdı-geçirdi. Daha ötesi dün yere serdiği muktedirleri yeniden ayağa kaldırıp onlarla aynı safta, mağdurların yer aldığı kutba karşı acımasız bir savaşa girişti. Sembolik bir misal: Dün Ergenekon'un savcısı olan adam bugün onların avukatı, üstelik kurtarıcısı. "Dün Erdoğan'ın yanındaydınız, bugün neden karşı çıkıyorsunuz?" diye soranlar, Erdoğan'ın bugün, dün durduğu yerde durmadığını, tam karşı kutupta, ele geçirdiği gücü eski destekçilerine karşı zalimce kullandığını görmüyor mu? Dünün mağduru, artık bugünün zorbası rolünde.
Erdoğan partisini, bürokrasisini, medyasını bir kutuptan ötekine zor da olsa taşıdı, ancak mağdur rolünü ve mağdur kitleleri temsil iddiasını taşıyamıyor. Kaybettiği daha fazla şey var.
Cemaatlere açtığı savaşla, Müslümanları temsil iddiasını da kaybetti. Bu savaşta inanç ve itikada dair bir argüman getiremiyor, sadece "darbe" gibi siyasî bir bahane oluşturuyor. Kullanabildiği edebiyat, laik kesimlerin Cumhuriyet tarihi boyunca sakız ettiği "sahte din adamları", "din maskesi takanlar"ın ötesine geçemiyor. Müslümanlar Türkiye'de cami yapmakta ve yaptırmakta hiç sıkıntı çekmediler; şimdi ihale haraçları ile yaptırılan camilere minnet duymalarını onlardan kimse bekleyemez. Erdoğan bir din siyaseti yapmıyor, sadece en berbat haliyle dini siyasetine alet ediyor. Muhataralı "Taşhiye davası" üzerinden taarruza geçmesi, bu açığa işaret ediyor. İslamcılığın geçmişte istisnai yegane şiddet ekolünü üretmiş Kumandan'ı ile, Haliç Kongre Merkezi'nde görüşmesinin de bu çerçeveye giren bir anlamı olmalı. Erdoğan, siyasî macerasının başında çekirdek kadrosunda yer alan ekibini -Star Grubu'ndan atılan gazeteciler gibi- kurda kuşa yem ederken, etrafı eski dava adamları ile değil kaşarlanmış profesyonellerle çevreleniyor.
Erdoğan'ın bir kutuptan diğerine geçişi, kendisi için de hasarlı bir süreç. Öncelikle kemik tabanının çok azına karşı kutupta yer bulabilir.
Hukuk, aynı zamanda güvenli bir piyasanın teminatı. Hukuka karşı savaş yürütebilmek için AB'ye meydan okurken piyasanın da altını üstüne getiriyor. Sermaye kesimi Erdoğan'ı susturabilmek için büyük fedakarlıklara katlanabilir. Enerji gelirleri üzerine, Arap şeyhlikleri gibi Rusya'da işleyen diktatörlüğün bir benzerini ikizi olma çabası da Rus ekonomisinin enkazı altında kalmaya razı olmak demek. Kısaca dün ekonomik istikrarın en büyük teminatı görülen Erdoğan, yeni konumlandığı kutupta cari açıktan daha büyük bir tehlike oluşturuyor. Ekonominin bu yükü taşıyacak takati yok.
Mesele basının susturulmasından ibaret değil, Türkiye batıyor.