Adam boşuna gelir mi?
HASAN ÜNAL 29 Ocak 2008
YUNANİSTAN Başbakanı Karamanlis’in Türkiye ziyareti sırasında kullandığı üslup, Türkiye’den taleplerine dair açık ifadeleri ve bu talepler yerine getirilmezse neler yapacağı konusunda söyledikleri ile bizimkilerin verdikleri cevaplar arasında büyük farklılıklar olduğu açıktı.
Bu farklılıkları görmek için konunun uzmanı olmak da gerekmiyordu. Karamanlis adeta alacaklarını tahsil etmeye gelmiş birisi gibi konuşurken, ona cevap vermesi gereken Türk muhatapları borcunu ödeyememenin verdiği eziklikle konuşur gibiydiler.
Karamanlis neden gelmişti?
YABANCI ajanslar bu gezinin sembolik tarafları üzerinde durdular. Yunan başbakanlarının Ankara’yı ziyaretlerinin nadiren vuku bulduğu gerçeğini vurguladılar. Hakikaten de Karamanlis’den önce Ankara’ya gelen Yunan Başbakanı’nın gezisi 1959 yılında gerçekleşmişti. O da bugünkü Costas Karamanlis’in amcası Constantinos Karamanlis’den başkası değildi.
Başbakan Erdoğan’ın bugünkü Karamanlis’i Türkiye’ye defalarca davet ettiğini biliyoruz. Hatta Erdoğan 3 Kasım 2002 seçimlerinden hemen sonra ve başbakan olmadan önce ilk yurt dışı gezisini Atina’ya yapmış; Yunan Başbakanı Simitis ile büyükelçilerin katılmadığı uzun bir görüşme yapmıştı. O zaman Simitis’i de Türkiye’ye davet etmiş olması muhtemeldir.
Zaman zaman Yunan dışişleri bakanları Ankara’yı ziyaret etseler de, Yunan başbakanlarının Türkiye’ye gelmesi çok sık olmuyor. Daha önceki davetlere Costas Karamanlis kaçamak cevaplar vermiş ve Türkiye’den beklentilerinin karşılanması halinde böyle bir gezinin anlamlı olacağını ifade etmişti.
Talepleri karşılanmış olmalı
KARAMANLİS’İN gezisi sırasında da ifade ettiği gibi, Yunanistan’ın Türkiye’den taleplerini üç ana grupta toplamak mümkün. Birincisi Kıbrıs paketi. İkincisi Patrikhane ve İstanbul Rum azınlığı ile ilgili beklentiler. Üçüncüsü de Ege sorunları.
Kıbrıs konusunda Karamanlis gayet açık talepler ortaya koydu. 8 Temmuz 2006 yılında Talat’ın BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi İbrahim Gambari ile 8 Temmuz 2006 tarihinde imzaladığı anlaşma çerçevesinde sorunun çözülmesi gerektiğini söyledi. O belge üzerine inşa edilecek bir Kıbrıs anlaşmasının Annan Planı’nın da epeyce gerisine gideceği açık. Kaldı ki, Annan Planı 2004 yılında uygulamaya girmiş olsaydı, bugün itibariyle Ada’nın Rumlaştırılması yolunda Rum-Yunan ikilisi büyük mesafe kat etmiş olacaktı.
Zaten son zamanlarda KKTC içinde Avro’ya geçiş ve AB Müktesebatı’nın kuzeyde uygulanması yolunda girişimler yapılıyor. KKTC AB üyesi değil. Aday ülke olmadığı gibi, AB tarafından veya AB üyesi her hangi bir devlet tarafından dahi tanınan bir devlet değil. O halde AB müktesebatını hangi hukuki zemin üzerinde uygulamaya koyabilir? Öyle anlaşılıyor ki, KKTC hükümetinin yaptığı iş, AB’nin KKTC’ye Rumlar üzerinden vermekte olduğu bir miktar mali yardım için çıkarılan ‘Yeşil Hat Tüzüğü’ çerçevesinde bir uyum. O da açıkçası KKTC’nin AB’ye uyumlu hale gelmesini değil, Rum devletiyle uyumlaştırılmasını ifade eder.
AB Rum tarafını Ada’nın tümünün temsilen üye yaparken KKTC topraklarını Rum devletinin yeterince etkin denetim ve otorite kuramadığı alanlar olarak tarif etmiş ve o topraklarda AB müktesebatının uygulanmayacağına karar vermişti. Şimdi AKP hükümeti ile birlikte hareket eden KKTC yönetimi AB ve Rumlar önündeki bu engeli kendiliklerinden ortadan kaldırmış oluyorlar.
Patrikhane işi
PATRİKHANE işi iyice zıvanadan çıktı. Patrikhane konusunda son yıllarda AB belgelerine konulan talepler, bu kurumun Lozan’da belirlendiği gibi bir Türk kurumu olmaktan çıkarıyor. Patrikhane’nin ‘Ekümenik’ olarak Türkiye tarafından tanınmasından başlayıp, Papaz Okulu’nun açılmasına ve Vakıflar Kanunu yoluyla Patrikhane’nin en eski tarihlerden gelen Rum vakıf mülklerini talep etmesine kadar bir dizi talep.
Bu talepler üzerinde AKP hükümetinin ciddiyetle çalıştığına şüphe yok. Nitekim Karamanlis bu taleplerden bahsederken, ‘üzerinde çalışıyoruz’ tarzında verilen cevaplar bunu gösteriyor. Bir önceki cumhurbaşkanı tarafından Lozan’a aykırı olduğu gerekçesiyle Meclis’e geri gönderilen Vakıflar Kanunu şu anda Meclis gündeminde ve muhtemelen aynen kabul edilerek geçecek. Bütün bunların sonunda Patrikhane Vatikan gibi bir statüye kavuşmakla kalmayacak; aynı zamanda muazzam mülkler ve paralar da elde etmiş olacak.
Ege konusunda da Karamanlis’in Ankara’daki konuşmalarında ısrarla vurguladığı gibi, heyetler arasında yapılan müzakerelerden bir sonuç çıkmaması halinde -ki, çıkmayacaktır; çünkü hiç kimse Atina’nın taleplerini karşılayacak bir anlaşmaya imza koyamaz- meselenin Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesi söz konusu olacak. Orada da Yunanistan’ın kazanması ihtimali aksine ihtimalden yüksek. Demek ki, Karamanlis boşuna gelmemiş... Bizimkiler epeyce çalışma yapıyorlar. O da bir tür teftişe gelmiş gibi...