« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

26 Eyl

2007

Patrona Halil İsyanı

01 Ocak 1970

İsyan Nasıl Çıktı?

Yapılan teşvik üzerine isyanı tertip eden Patrona Halil ve avanesi yedi sekiz aydan beri hazırlık yapıyorlardı; hatta 1143 Rebîulevveli'nin on ikisinde (25 Eylül 1730) Mevlud alayı esnasında ihtilâl çıkarmak istedilerse de halkın kendilerine iltihak etmemesi korkusuyla bunu tehir etmişlerdi; sonbaharda ise devlet erkânı henüz sayfiyede olduklarından bu mevsim kendilerinin isyanını kolaylaştırmıştı.

1143 Rebîulevveli'nin on beşinci perşembe günü —ki o gün Bab-ı âli tatildi— yeniçeri ocağına kayıtlılardan on yedi kişi ittifak ederek Sultan Bayezid Camii'nin Kaşıkçılar kapısı tarafında ellerinde yalın kılıç, bayrak açıp üç dört koldan hareketle:
"—Şer' ile dâvamız vardır; Ümmet-i Muhammed'den olanlar dükkânlarını kapayıp bayrak altına gelsin" diye bağırarak Bedestan taraflarına doğru çarşıya girip divan yoluyla yeni odalardaki Et meydanına doğru yürüdüler; dükkânlarını kapayanlar bunların arkalarına takıldılar ve yeni odaların kapısı açılarak içeriye girdiler ve evvelâ yeniçeri ocağı kethüdasının odası olan Birinci Ağa bölüğü kazanını çıkardılar; bundan sonra İstanbul'daki tellak Arnavutlardan ve on yedinci ağa bölüğü yeniçerilerinden olan isyan elebaşılarından Patrona Halil bir alay adamla Ağa kapısına (Süleymaniyedeki yeniçeri ağası dairesine) gittiler, yeniçeri ağası Hasan Ağa üç yüz kadar kuvvetle karşı çıktıysa da bir iş göremeyerek kaçtı. Bu halden cesaretleri artan Patrona ve arkadaşları, Ağa kapısındaki mahbusları çıkararak kendilerine iltihak ettirdikten başka kârhaneli denilen ağa kapısı sanat erbabını da kendilerine uydurdular; bundan sonra adamlar göndererek Yemiş iskelesi tarafındaki Baba Cafer, Rumeli Hisarı, Galata zindanı ve Tersanede ve taş gemilerindeki mahbusları da salıvermek suretiyle cemiyetlerini büyüttüler.

Elde ettikleri başarıdan memnun olan Patrona ve avenesi Ağa kapısından sonra cebeci kışlasına gidip onları da ele aldılar ve bu arada Sipah çarşısı ve Bit pazarında, buldukları silâhları yağma ederek saraçhaneyi kapattılar.

İsyanın Duyularak Vaziyetin Görüşülmesi

III. Ahmet'in sefere hareket etmek üzere Üsküdar'da, bulunması sebebiyle İstanbul kaymakamlığında vezir-i âzamın büyük damadı Kaymak Mustafa Paşa tayin edilmişti; isyan çıktığı sırada kaymakam paşa Çengelköyü yakınında Bağ-ı Ferah adı verilen yalısında bulunmakta idi; hadiseyi haber ahr almaz derhal İstanbul tarafına geçerek uzun çarşı taraflarına gelip dükkânları açın diye tenbih ettikten sonra Üsküdar'a geçip vaziyeti vezir-i azama bildirdi; bu sırada kıyafetini tebdil eden yeniçeri ağası gelip işi anlatması üzerine pâdişâhın sancağ-ı şerifle Üsküdar'dan saraya avdetine ve meselenin görüşülmesine karar verildi. Bunun üzerine isyan hadisesi pâdişâha anlatıldı; Sultan Ahmed şehzadeleri ile bir çekdiriye binerek saraya geçti; Üsküdar'daki devlet erkânı ve ulema da saraya geldiler.

Âsilerin İstekleri

İsyanı idare edenler Patrona Halil ve Muslubeşe, Küçük Muslu, Kutucu Hacı Hüseyin, Çınar Ahmed, Ali Usta, Karayılan, Emir Ali, Turşucu İsmal isimlerindeki şahıslardı, isyan devlet ricalini şaşırtmış, devlet kethüdası gevşek davranmış, sadrâzam telâş etmişti. Soğuk kanlı iradesine hâkim birisi bu işi başarmaya muktedir olduğu halde o gece lafla geçmişti. Halbuki isyan gecesi isyan edenlerin yanındaki kalabalık evlerine dağıldığından miktarları ancak kırk elli kişiye inmişti; saraydan bir miktar Bostancı ve sair hademeler ile baskın yapılsa cemiyetleri alt üst olacak iken lüzumsuz müzakerelerle vakit geçirildi ve iş işten geçti. Sarayda yapılan görüşmede Sancağ-ı şerifin çıkarılıp çıkarılmaması müzakere olundu; yeniçeri ağası hariçten kimse gelemez ve fayda vermez dediyse de vezir-i âzamın reyi üzerine çıkarılması muvafık görülerek sarayın Orta kapısı üzerine konuldu; sancağ-ı şerif etrafına adam toplatmak istendi; aynı zamanda âsîler tarafına haber gönderilip maksatları soruldu; bostancı hasekisi maiyyetiyle Et meydanına varıp ne istediklerini sordu. Âsîler:
— "Pâdişâhımızdan her veçhile hoşnuduz; lâkin devletlerine zarar ve hıyanetleri olan dört kişiyi iki saate kadar bize teslim etsin" dediler, sonra da haseki ile toplamı otuz yedi kişinin isimlerini havi bir defteri pâdişâha gönderdiler; keyfiyet pâdişâha arz edildi; sancağ-ı şerif etrafına toplanmak isteyen halk âsiler tarafından yolların kapatılmasından dolayı Ayasofya'dan ileri gidemediler; ve orada da ikindiye kadar bekledikten sonra dağıldılar. Bir kısım İstanbul halkı Sancağ-ı şerifin çıktığından bile haberdar olmamışlardı.

Bu hal üzerine saraydaki devlet erkânı ümitsizliğe düşmüşlerdi; nihayet Sancağ-ı şerifin çıkarılmasından bir netice alınmayınca akşama yakın Sancağ-ı şerif Orta kapı üzerinden alınarak yerine konuldu ve sarayda bulunan devlet ricali o geceyi sarayda geçirdiler.

Pâdişâhtan kendilerine teslimi istenenler, sadrâzam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ile damatları kaptan-ı derya ve İstanbul kaymakamı Kaymak Mustafa ile sadaret kethüdası Mehmed Paşalar ve bir de şeyhülislâm Abdullah Efendi idi; bunlardan başka ayrıca gönderilen defterde de otuz yedi kişinin isimleri vardı.

Sarayda kalındığının ertesi günü şeyhülislâm Abdullah Efendi erkenden kalkarak saraya getirtilmiş olan eski İstanbul kadısı Zülâlî Hasan Efendi ile görüştü. Bunun bazı hallerden dargın olarak hemşehrisi olan Arnavutları tahrik eylemesinden şüphelenen sadrâzam İbrahim Paşa, Hasan Efendi'yi Florya'daki çiftliğinden aldırarak saraya getirtmişti. İşte şeyhülislâm bunun —"Senelerce fetvada (şeyhülislâmlıkta) kalarak hepinize hizmet ettim, bu yaşta kanımın dökülmemesi için sizden yardım isterim" diye yalvarıp ağlaması üzerine oradaki ulema bu hususta kendisine kat'iyyen ziyan gelmeyeceğine dair teminat verdiler; asıl iş, Zülâlî Hasan Efendi'nin elinde idi.

Şeyhülislâm Abdullah Efendi bu görüşme esnasında isyandan evvel kendisine gönderilen kâğıttaki "Biz Mahmudü'l-hısal bir pâdişâh isteriz" kaydını açıklayarak "Âsîlerin maksatları Şehzade Mahmud'u hükümdar yapmaktır, niçin uzun düşünürsünüz" demiş ve ulemayı teşvik etmişti.

Saraydaki Son Durum

Sadrâzam Damat İbrahim Paşa sabah olduktan sonra ulemanın bulundukları mahalle gelerek "ben ölüm eri olmuşumdur; lâkin velinimetimin hal'edilmemesine çare düşünelim" diyerek Müftü efendiye: — "Padişahımız seni, kaptanı ve kethüdayı azl ve nefyinizi emir buyurdular" dedi ve yeniden şeyhülislâm kaptan-ı derya ve kethüda tayin edildi, halbuki âsiler dışarıda başka tayinler yapmışlardı. Saraydan âsilerin yanına gönderilen İmamzâde Seyyid Mehmed Efendi adında bir memur, arzularının çoğunun yapıldığını ve ulemadan hiç kimsenin katline muvafakat edilmediğini ve istenilen kimselerin de sürgün edilmekle iktifa edilmesini pâdişâh ağzından olarak teklif ettiyse de kabul edilmeyerek istediklerinin kendilerine diri olarak tesliminde ısrar ettiler.

Bu âsiler arasında Sultan Selim semtinde oturan ve bu kargaşalıkta külah kapmak isteyen hariç müderrislerinden Deli İbrahim adında bir yobaz da vardı. Söz sahibi olup âsilere kendisini sevdirmişti. Âsiler bunun İstanbul kadısı ve Zülâlî Hasan Efendi'nin Anadolu kazaskeri olmasını ve kendilerinin tayin ettikleri ocak ağalarının kabulünü istediler.

Damatların Katli

Üçüncü Ahmet, âsilere teslim edilmesi istenilen İbrahim, Mustafa ve Mehmed Paşaları kurtaramayacağını anlayınca kendisini hal'den kurtarmak kaygusuna düştü; âsîlerin yaptıkları tayinleri kabul etti. Damadı İbrahim Paşa ile diğer ikisinin diri diri âsîler eline teslim edilmeleri muvafık görülmediğinden pâdişâhın mührü İbrahim Paşa'dan alındıktan sonra kapı arasına gönderilip daha evvel oraya gönderilen iki damadı ile beraber boğularak cesetleri Alay köşkü duvarından dışarı atılmak istendiyse de sonra bundan vazgeçilerek bir öküz arabasıyla At meydanına yollandı ve eski şeyhülislâm Abdullah Efendi ile İbrahim Paşa ve damatlarına intisap edenler birer tarafa sürgün edilip bu arada eski İstanbul kadısı müverrih Raşid Efendi de İstanköy adasına sürüldü. Eski şeyhülislâm Bozcaada'ya gönderilmişti. Sadaret makamı, Ayşe Sultan zevci Silâhtar Mehmet Paşa'ya verildi.

III. Ahmet'in Saltanattan Çekilmesi

Bu hadiselerin neticeninin pâdişâhın hal'ine kadar varacağı malûmdu; hatta, pâdişâh tarafından âsilere gönderilmek istenen Ayasofya vâizi
İspirizâde Ahmed Efendi, Sultan Ahmed'e açık olarak:
—"Pâdişâhım, siz saltanattan çekilmedikçe bu kıyamın dağılması
muhaldir" demiş ve bu söz pâdişâha tesir etmişti. Nitekim sarayda boğulan üç vezirin cesedi At meydanı'na getirildikten sonra âsîler saltanat değişimi hakkındaki maksatlarını yavaş yavaş meydana koyarak:
—"Kusur kalan cümle şöyle dursun; Sultan İbrahim nice oldu? bunun bize cevabını versin" dediler. Bundan başka şekil ve şemaili herkesçe malûm olan İbrahim Paşa'nın cesedini bildikleri halde:
—"Pâdişâhımız İbrahim Paşa'yı saklayıp kürkçü Manol'ı ona feda eylemiş. Halife olan bir pâdişâha böyle yalan yakışır mı?" diye merhumun cesedini bir hammal beygirine yükleyip Bab-ı hümâyun önüne bıraktılar. Ceset beygirle naklolunduğu sırada attan düştüğünden boğazından bir iple atın kuyruğuna bağlayarak yerde sürüklenmek suretiyle Bab-ı hümâyun önüne götürdüler. İbrahim Paşa'nın cesedini Bab-ı hümâyun önüne bırakan güruh, Pâdişâhın nerede olduğunu kapıcılardan sorup Alay Köşkü'nde olduğunu öğrenince o tarafa gidip bazı münasebetsiz sözler söyleyip cesedin İbrahim Paşa'nın olmadığını beyan etmeleri üzerine Sultan Ahmed Alay Köşkü penceresini açıp:
—"O değilse yarın asıl kendisini verelim" diyerek pencereyi kapatmış ve âsîlerin maksatlarını anladığından derhal hasodaya gelip saltanattan çekilmeye karar vermiştir. Bunun üzerine pâdişâh, şeyhülislâm ile Rumeli ve Anadolu kazaskerini davet ederek:
—"Bu kadar zamandan beri İbrahim Paşa'nın şahsı herkesçe malûm iken âsîlerin bundan kasıtları benim saltanatımı istemedikleri aşikârdır; benim dahi tabiatimde saltanata ve hilâfete fütur gelmiştir; hatta Üsküdar'da iken bir iki defa şehzade Mahmud hazretlerini serir-i saltanata iclâs hatırımdan geçmişti; şimdi düşüncem tekrar geldi; kan dökülmesini bertaraf etmek için kendi rızamla şehzadeyi saltanata getirmektir; ancak benim de şahsıma ve evladlarımın hayatlarına dokunulmayacağına dair sizlerden biriniz At meydanı'na âsîlerin yanına gidip arzumu söylesin" dediğinden Ayasofya şeyhi İspirîzâde ile âsilerin istemeleri üzerine Anadolu kazaskeri olan Zülâlî Hasan Efendi At meydanına giderek keyfiyeti âsilere söylemeleriyle onlar bu feragatten memnun kalarak padişaha ve evladlarına katiyyen bir suiniyetleri olmadığına ve olamayacağına mushaf üzerine yemin ettiler.

I. Mahmut'un Cülusu

Âsîlerin teminatı geldikten sonra III. Ahmet 1143 Rebîulevvelinin on dokuzuncu pazartesi gecesi alaturka saat üç buçukta (2 Ekim 1730) biraderi II. Mustafa'nın büyük oğlu Şehzade Mahmud'ı Mâbeyn kapısı yanına kendi oturduğu yere getirtip alnından öpmüş ve Mahmud da amcasının elini öptükten sonra hayır dua ederek evvela kendisi ve arkasından şehzadeleri biat etmişlerdir. Sultan Ahmed saltanatı yeğeni Mahmud'a teslim ederken:
— "Vezirine teslim olma; daima ahvalini tecessüs eyle ve beş on sene birini vezarette müstakil istihdam eyleme ve halem-i düruğlarına asla îtimad etme; merhamet sahibi ol ve sahaveti elden koma; gayet tasarruf üzere ol; halen hazinelerde olan malı zayi etme, işi kendin gör, ele ittimad eyleme; işte benim ahvalim sana nasihat için kâfidir; Oğlum; devlet işlerini baban Feyzullah Efendi'ye ve ben vezir-i azama bıraktığımızdan bu haller başımıza geldi; sen bizzat idareyi ele al" diye vesayada bulunmuştur.

I. Mahmut, II. Sultan Mustafa'nın ilk oğlu olarak 3 Muharrem 1108 (2 Ağustos 1696) perşembe günü doğduğuna göre cülusı esnasında otuz beş yaşına basmıştı.

III. Ahmet, 23 Ramazan 1084 (Ocak 1674)'de babası III. Mehmet'in Lehistan seferi esnasında Hacıoğlu Pazarında, doğmuş ve 1115 H. (1703 M.) senesinde biraderi II. Mustafa'nın yerine hükümdar olmuş ve yirmi yedi sene saltanat sürdükten sonra rızasıyla çekilip 3 Safer 1149 (13 Haziran 1736) tarihinde 63 yaşında vefat etmiştir.

III. Ahmet ince ruhlu, hassas, açık fikirli, tenperver, zevk u safaya düşkündü. Güzel sanatlardan olan yazıda fevkalâde muvaffak olan III. Ahmet'in Necib mahlasıyla bazı manzumeleri vardır.

Yazmış olduğu dört Kur'an-ı kerimden birisini Ravza-i Mutahhara'ya hediye etmiştir. Bab-ı hümayun karşısında yaptırdığı tarihî çeşmenin yazısı ile Drağman camii tekke kapısı üzerindeki kitabe III. Ahmet'in kendi yazısıdır. Saltanatı zamanında yenilik hareketleri için ilk adım atılmıştır, İstanbul'da biri Topkapı Sarayı içinde ve diğeri Yenicamide (Valide Camii) olmak üzere iki kütüphane yaptırdığı gibi Ayasofya'da Bab-ı hümayun karşısındaki güzel mimarî eserlerimizden olan meşhur çeşme de onun tarafından yaptırılmıştır. Onun zamanında revaç bulan Boğaziçi ve Kâğıthane eğlenceleri kısa bir fasıladan sonra yine devam etmiştir. İstanbul'un su ihtiyacını temin için yaptırmış olduğu büyük bende "Derya-yı sîm" ismi verilmişti. III. Ahmet'in kabri Yenicami türbesindedir. 1119 senesinde III. Ahmet zamanında Osmanlı şehzadesi olduğu iddiasıyla birisi ortaya çıkmışsa da Sakız'da yakalanıp katledilmiştir.

Âsilerin Azıtmaları

Damat İbrahim Paşa sadaretinde Kâğıthane suyunun iki tarafı bir taraftan Sütlüce Karaağacı ve diğer taraftan Bahariye mevkiine kadar iki sıra yalı ve köşk bahçeleriyle süslenmişti; buralarda pâdişâhtan başka vezir ve devlet ricalinin büyük masraflarla, bezenmiş yalı ve bahçeleri vardı; yazın buraları istanbul'un en neşeli eğlence yerleri olurdu. Padişah bir mevsimi Sadâbad, Karaağaç ve Eyüp'te Valide Sultan yalısında geçirir, daha sonra yâ Tersane bahçesine veyahut Damat İbrahim Paşa'nın Beşiktaş'ta Çırağan'daki yalısına giderdi.

Sadabâd ismi verilen Kâğıthane âlemleri halkın gözüne batmış ve İbrahim Paşa'nın kadınlara karşı fazlaca temayülü mübalâğalı dedikodulara sebep olmuş olduğundan, Kâğıthane, ve Alibey köyü ve Karaağaç taraflarındaki eğlencelere karşı bir husumet belirmişti. İşte bu sebeple Üçüncü Ahmet'in saltanattan çekilerek I. Mahmut'un hükümdar olması üzerine bu mevkilere karşı kinlerini meydana koyan Patronacılar ve avam sınıfı İstanbul kadısı divane-meşreb İbrahim Efendi'nin teşvikiyle yüz yirmiyi mütecaviz yalı ve köşkün yakılmasını istemişlerse de genç pâdişâh bu işin önlenmesine çare olmadığını görerek:
—"Yakılmasına rıza-yı hümâyunum yoktur, düşmanlarımıza ve Hıristiyan âlemine karşı gülünç oluruz; ancak yıkılmasına müsaade ettim" diye hatt-ı hümâyun göndermek suretiyle yakılmasına müsaade etmemiştir; bunun üzerine pâdişâhın Eyüp'te kılıç kuşanma esnasında:
—"Sadâbâd'da köşkü olanlar bilsinler; bugünden sonra üç güne kadar köşk sahipleri köşklerini yıksınlar" diye köşklerin yıkılması tellâllarla ilân edildi; fakat köşk sahiplerinden evvel ayak takımı hücum ederek ne kadar bina varsa hepsini yıktıkları gibi yetişmiş ağaçları bile keserek üç gün içinde o cennet gibi yerleri harabe haline getirdiler; İstanbul kadısı divane İbrahim
Efendi de bu suretle icraatta bulunmuş oldu.

Âsîler böylece bir az müddet daha atıp tuttuktan sonra bu halin neticesinin iyi olmayacağını düşünerek şeyhülislâma varıp pâdişâhın kendilerini cezalandırmasından korktuklarını beyan ettiklerinden çadırlarını meydandan kaldırıp bundan sonra işlere karışmayacaklarını taahhüd ederlerse kusurlarının affedileceğini şeyhülislâmın tekeffül etmesi üzerine yeniçeriler ve cebecilerle âsi reisleri olan serden geçti ağaları çadırlarını kaldırarak At meydanı'nı boşalttılar, bu suretle ortalığa emniyet geldi ve âsîler tarafından yağmaya uğrayan ve duvarları delinerek eşyaları alınan esnaf, dükkânlarını açtı; bu isyan hâdisesi on üç gün sürdükten sonra sona erdi (25 Rebîulevvel 1143 /11 Ekim 1730).

Meydanın boşalması ve âsîlerin fenalıkları bertaraf olmakla beraber bunları idare eden serden geçti ağaları hükümet işlerine müdahaleden el çekmiyorlardı; bazısı istemediği devlet adamını sürdürüyor ve bazısı da istediğini sürgünden getirtiyordu; hatta İran seferlerindeki hizmeti ile tanınmış olan Bosnalı Rüstem Paşa, İstanbul'da bulunduğu sırada âsî reisi Patrona Halil kendisini davet ile sadrâzam yaptırmak istemiş ise de Rüstem Paşa, harp ve darbden başka bir şey bilmediğini ve devlet işlerini anlamadığını beyan ettiğinden kendisi vezirlikle Revan seraskerliğine tayin edilmiştir; yine bunun gibi bu âsî reisleri günün birinde cezalarını görmekten korkarak kendilerini himaye etmek üzere Bursa'da oturmakta olan eski Kırım hanlarından Kaplan Giray'ı üçüncü defa Kırım Ham tayin ettirmek için vezir-i âzamı tazyik ve tehdid edip söylenen mahzurları dinlemeyerek zorla Kırım hanlığına tayin ettirmişlerdir (1143 Rebîulâhır / 1730 Kasım). Yine âsîler, zeamet, tımar, tevliyet işlerine de burunlarını sokarak bunları istediklerine verdirdiler. Bunlardan başka Patrona Halil'in tazyikiyle kendisine veresiye et vermiş olan bir kasap yazıcısı Boğdan voyvodalığına tayin edilmek istenmişti.

Patrona ve Avenesinin Akıbetleri

Bu isyanda faaliyette bulunanlar ve ekseriyeti teşkil edenler tellak ve kaldırımcı Arnavutlardı.

Patrona Halil her istediğini yaptırıyordu; arkadaşı olup ocaktan kovulmuş olan Muslubeşe ihtilâl zamanında fırsatı kaçırmayarak ileri atılmak suretiyle bir ayda ocağın en yüksek zabitliği olan kul kethüdalığına çıkmıştı. Âsilerin İstanbul kadısı yaptırdıkları müderris Deli İbrahim, bir ay kadar yeni odalarda yetmiş dokuzuncu cemaat ortasını mahkeme yapmış ve sonra Sofular hamamı tarafında bir mahalle nakletmiş ve o sırada bir çocuğu doğduğundan yeni padişahın validesine lohusa şerbeti yollayarak bir şeyler koparmak istemişti. Hükümet tarafından bunların her dediklerinin yapılması, kendilerinin cür'et ve cesaretlerini arttırmıştı.

I. Mahmut, bu hale bir son vermek ve hükümet otoritesini iade etmek istedi; el altından bunları men'edecek adam aradı; Mısır'daki isyanları bastırmakta mehareti olup eski Mısır valisi Mehmed Paşa'nın kethüdalığında bulunarak sonra İstanbul'a gelen İbrahim Ağa'yı ele aldı ve kendisine kapıcılar kethüdalığı tevcih etti ve daha sonra diğer mahrem bazı devlet adamlarıyla müzakereye başladı; ocaklardan el olmayınca bunların temizlenmesi mümkün olamayacağından isyan ihtidasında Patrona Halil'in mensup olduğu on yedinci ortanın kumandanı olup vaka esnasında saklanan Pehlivan Halil Ağa, bu mahrem cemiyete alındı; bundan başka zorbaların zorla Kırım Hanı yaptırdıkları Kaplan Giray -ki o sırada İstanbul'da idi— da meseleden haberdar edildi; daha sonra Pehlivan Halil Ağa vasıtasıyla Patrona ve avanesine muhalif bazı ocak zabitleri de ele alınarak bunlar vasıtasıyla ocağın ileri gelenlerine dağıtılmak üzere pâdişâh tarafından beş bin altın verildi. Ele başılardan ileri gelen yeniçeri ağası Saraç Mehmed, kul kethüdası Muslubeşe ile Patronanın evvelâ Ağa kapısında öldürülmeleri düşünülmüş ise de bunun Paşa kapısında (Bab-ı âlîde) olması muvafık görülmüştü fakat bazı mütalaalar nedeniyle orası da mahzurlu görüldüğünden işin sarayda halledilmesi kararlaştırılmıştır.

Patrona'nın saraya gelmesinin temini Kırım hanına havale olunmuştu. 13 Cemaziyelevvel 1143 (24 Kasım 1730)'da şeyhülislâm Kırım Hanı ile Emirü'l-Hac olması bahanesiyle Muhsinzâde Abdullah Paşa ve Köprülüzade Hafız Ahmed Paşa ve Kaptan-ı derya Canımhoca Mehmed Paşa ve ulemadan büyük rütbeliler ve ocak ağaları vezir-i âzam sarayında toplanarak İran meselesini görüştüler; bu görüşmede zorbaların ileri gelenleri de vardı. Kırım Hanının teklifi üzerine bu meselenin düşünülerek bir neticeye varılması için müzakerenin başka bir güne bırakılmasına karar verildi.

Bu müzakereden sonra Patrona Halil ile Muslubeşe, arzularında müşkilât çıkardığından bahis ile sadr-ı azamdan şikâyet edip onun azliyle yerine Benli Mustafa Paşa'yı geçirmek istemişler ve keyfiyeti Anadolu Kazaskeri Zülâlî Hasan Efendi ile Kırım hanına da bildirmişlerdi. Kırım Hanı bu teklife zahiren muvafakat ederek bu hususta Patrona ile görüşmek istemişti; Patrona, Kırım hanıyla görüşmeye gelerek Kaplan Giray ona:
—"Murad ettiğiniz şey muvafık, pâdişâh dediğinizi yapıyor; hal böyle iken toplu harekette bulunarak zorbalıkla iş yapmak doğru değildir; inşâallah İran meselesi için yapılacak toplantıda Rumeli eyaleti ve vezirliğe nail olduktan sonra arzunuzu pâdişâh huzurunda söyleyin; biz de size müzaheret ederiz" deyip keyfiyeti bilvasıta pâdişâha arzederek meselenin bir an evvel halledilmesini tavsiye etmiştir.

Ertesi günü vezir-i âzam sarayında tekrar İran meselesi görüşülerek sefere devama karar verilip bu sırada kendisine vezirlikle Rumeli valiliği verilmek istenen Patrona Halil "burada kürk giymem" demesiyle Kırım Hanı, pâdişâh huzurunda kürk giysin diye ara bulduğundan heyet tamamıyla saraya gitmiştir. Patrona ve Muslu ve yeniçeri ağasını vezir-i âzam sarayında öldürmek üzere hazırlanmış olan Pehlivan Halil Ağa ve arkadaşları, işin sarayda halledilmesine karar verilmesi üzerine heyetten daha evvel saraya giderek gizlice Soğuk çeşme (Park kapısı) kapısından içeri alınmışlardır. Heyet sarayda Arslanhâne denilen odada oturup pâdişâhın çıkmasını beklerlerken Sultan Mahmud'un Kırım Hanı ile şeyhülislâmı Sofa Köşkü'ne davetini müteakip alınan tertibat üzerine sadrazam Mehmed Paşa, hazırlanmış olan Pehlivan Halil ile arkadaşlarına parola mucibince işareti vermesi üzerine bunlar derhal odaya girerek Patrona ile Muslubeşe ve yeniçeri ağasını derhal katlederek Babüssaâde dışında bekleyen diğer zorba serden geçti ağaları da hil'at giydirilecek diye içeriye alınarak birer birer temizlenmiştir, bu suretle ileri gelen zorbalardan on sekizinin ölüsü Bab-ı hümâyun karşısındaki III. Ahmet çeşmesinin önüne bırakıldı.

Patrona ve avanesi böylece temizlendikten sonra Rumeli valisi vezir Muhsinzade Abdullah Paşa yeniçeri ağalığına ve sadıkane hizmeti dolayısıyla Pehlivan Halil ağa kul kethüdalığına tayin olunup ocağa hitaben yazılan bir hatt-ı hümâyunla da yeni ağalarına itaat ve disiplinine riayet etmeleri tavsiye olundu ve Patrona ve avanesinin öldürülmesinde hizmeti görülmüş olan kapıcılar kethüdası İbrahim Ağa vezirlikle Halep valisi tayin edilmiş ve arkasından da sadrâzam olmuştur.

Ziyaret -> Toplam : 125,41 M - Bugn : 172589

ulkucudunya@ulkucudunya.com