Neden ve nereye kadar AKP?
Avni Özgürel 29 Ocak 2008
Önce iki anlamlı günü hatırlatmak istiyorum. İlki 23 Nisan 1920. Yer: Ankara... Müdafayı Hukuk cemiyetlerince seçilen 115 mebus, Mustafa Kemal'in isteği üzerine özellikle cuma gününe denk getirilen merasimle BMM çatısı altında bir araya geldi. Hacı Bayram Camii'nde kılınan cuma namazını takiben okunan hatim duası sonrasında eller üzerinde taşınan Sancak-ı Şerif ve Hilye-i Şerif'le meclis binasına gelindi... Aynı anda yine Mustafa Kemal'in yayımladığı genelgeye uyularak yurdun dört bir köşesindeki tüm camilerde sala verildi, hatm-ı şerif, Buhari ve mevlid okundu... Oturum açıldığında kürsünün ardındaki levhada 'İşlerinizde meşveret ediniz' ayeti yazılıydı...
Hatırlatmak istediğim ikinci özel gün 7 Şubat 1923. Yer: Balıkesir, Zağnos Paşa Camii... Milli Mücadele'nin kazanıldığı, herkesin zihninde' Bundan sonra ne olacak' sorusunun olduğu, cumhuriyetin ilanının sekiz ay öncesi. BMM Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal, metni üzerinde büyük din âlimi Hasan Basri Çantay'la birlikte çalıştığı cuma hutbesi için kürsüdedir. Besmeleyle başlar sözlerine. Hutbenin üçüncü cümlesi şudur:
'Kanun-ı esasi Kur'an-ı azim ü şandır'
Bu iki günün havasını aktarmaktan maksadım Cumhuriyet'in modernleşme projesi tatbike konulduğunda doğan tereddüdün ve kabaran itirazların durup dururken meydana gelmediğine işaret etmek içindir...
O günlerin ortamında karşı çıkışların, muhalefetin nasıl susturulduğu sır değil... Ancak aradan bunca yıl geçtikten sonra da modernleşme projesiyle ilgili bir değerlendirme yapılırken 'dayatma' sözcüğünü kullanan kişi, sözünün önü ardı dinlenmeye gerek görülmeksizin Atatürk aleyhtarlığıyla suçlanır. Oysa yapılanların mahiyetiyle değil yöntemiyle alakalıdır bu hüküm ve cümle âlem bilir ki doğrudur...
Cumhuriyet'in ilanı yanlış mıdır, saltanat devam etmeli miydi? Hayır... Türkiye'nin İngiltere'dekine benzer bir yapı içinde saltanat makamının muhafaza etmesi romantik bir düşünce olarak bugün dinlenebilir görünse de, akıl, ne 1920'lerin ne sonrasının şartlarında bunun gerçekçi bir fikir olmadığını kabul eder. Aynı durum devrimler süreci için de geçerlidir... Hilafetin kaldırılması meselesine gelindiğinde de 6 Mart 1924 tarihli 431 sayılı yasanın birinci maddesinde kaldırılanın sadece makam olduğu açıkça ifade edilir: 'Halife halledilmiştir. Hilafet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.'
Bu düşünce kanunun BMM'de müzakeresi sırasında mebusluğu yanında fıkıh âlimi olan Seyyid Hoca tarafından yapılan konuşmada ifade edildikten başka, konu üzerinde son konuşmayı yapan İsmet İnönü'nün 'Tereddüdün hilafetin ilgası noktasında değil, dini açıdan ve kararın halk tarafından nasıl karşılanacağı meselesinden kaynaklandığı, oysa İslami kurallar aynen korunacağı için böyle bir endişeye mahal bulunmadığı' ifadesinde de vurgulanmıştır...
Bunları anlatmaktan maksadım, bugün yaşadığımız sancının temelinde halkın Cumhuriyet'in modernleşme projesine itirazının değil, değişimin devlet katından halk katına tebliğ anlayışıyla indirmesinin yattığıdır. Ve şimdi, din eğitimi, türban meselesi, Kürt sorunu vs. dahil pek çok konuda Atatürk'ün liberal düşüncelerinin isyanlar sebebiyle alınmış olan inzibati tedbirler yüzünden hayata geçirilemeyişinin sancısını çekmekte olduğumuzdur.. Bunun kanıtı da yapılan bütün anketlerde 'Şer'i bir düzene geçilmesinden yana mısınız' sorusuna toplumun ezici bir çoğunluğun 'Hayır' cevabı vermiş olmasıdır...
AKP'ye vücut veren düşüncenin arka planını bilemem, ama kanımca Tayyip Erdoğan çevresinde kenetlenen kadronun zihinlerinde ne olursa olsun bu noktada tarihin kendilerine yüklediği misyonu ifa ettikleri söylenebilir diye düşünüyorum.
Türkiye med ü cezir yaşamaktan yorgun...
Ve sorun, ne İslam, ne laiklik, ne Atatürk.
Mesele yola çıkarken şartların farklı olmasından dolayı tutulamayan orta yolu yakalamak.