Bağdat, Halep ve Paris
Ali Yurttagül 01 Ocak 1970
Evet, 7 Ocak kara bir gün, Fransa için, Avrupa için, dünya, insanlık ve basın özgürlüğü için kara bir gün.
Avrupa’da yaşayan Müslümanlar için bu kara gün uzun ve izler bırakan bir gün olacak. Evet, “Charlie Hebdo”yu öldüren, 12 insanın canına kıyan katillerin bunu İslam adına yapmış olmaları Müslümanları, İslam’ı terörün ortağı veya sorumlusu yapmaz. Avrupa’nın ana akım medyasına kısa bir göz atmak kafaların, yorumların bu konuda berrak olduğunu görmek için yeterlidir. Buna rağmen sivri iğne ile mizah yapan bir dergiye, İslam adına yapılan bu saldırı, “terörün dini ve milliyeti olmaz” gibi basit analizlerle de geçiştirilemez. İRA ne kadar Kuzey İrlanda, ETA ne kadar Bask ve İspanya kaynaklı, PKK ne kadar Kürt meselesi ile ilişki içerisinde ise IŞİD, El-Kaide, El-Nusra ve 7 Ocak saldırısı da o kadar İslam dünyası, İslam algısı ile ilişkili bir olay. Bu algıyı Avrupa’da İslamofobi ve ırkçılık “terörü tetikliyor” diyerek de geçiştiremezsiniz. Zira IŞİD ve 7 Ocak saldırısı Fransa veya Avrupa kaynaklı olmadığı gibi, tüm boyutları ile bizim, yani Müslümanların ve Ortadoğu’nun bir sorunu. Hedefinde biz, Müslümanlar var.
Paris’in merkezinde yaşanan bu saldırıya benzer, hatta daha kanlı katliamları Suriye, Irak, Libya, Yemen, Pakistan her gün yaşıyor. Yüzlerce insan öldürülüyor, çocuklara kadar uzanıyor katliamlar. Paris’te yaşanan saldırı Suriye ve Irak’ta süren savaşın Paris sokaklarına yansımasından ibaret. Bu saldırıyı Bağdat ve Halep’ten farklı kılan, sadece seçilmiş hedefin Paris olması değil, “Charlie Hebdo” ile bir algı operasyonu ve 11 Eylül çizgisinde oluşudur. Sonuçlarının da 11 Eylül sonrası ile benzerlik taşıyacağından emin olabilirsiniz. En ağır faturayı Avrupa’nın Müslümanları sırtlanmak zorunda kalacaklar, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Şüphe altında olacaklar, dünya görüşleri, yaşamları ne olursa olsun, terörün potansiyel kaynağı olarak algılanacaklar. Güvenlik güçlerinin gözünü üzerlerinde hissedecek, zaten zor iş pazarında terör şüphesinin de faturasını ödeyecekler. Hassas sektörlerden dışlanacaklar, isimleri Ali, Ahmad, Hüseyin olduğu için. Yeni güvenlik tedbirleri gündeme geleceği gibi, bu tedbirlerden en fazla etkilenecek sosyal grubun Müslümanlar olacağından emin olabilirsiniz. Tüm soğukkanlı telkinlere rağmen siyasi kadrolar “Charlie Hebdo” saldırısından sonra bir şey olmamış gibi günlük yaşama dönemezler. “Charlie Hebdo” saldırısı “Pegida” ve “Front National” gibi ırkçı ve İslam karşıtı hareketlerin değirmenine su, seçimlerde görünür olacak. Nefret söylemi daha duyulur hale gelecek. Avrupa demokratlarını, insan hakları savunucularını zor günler bekliyor.
Suriye ve Irak politikasında sorunun yeniden değerlendirileceğini izleyeceğiz. Suriye’de 200 bin insanın ölümünden sorumlu Esed rejimi bu saldırıdan en kârlı çıkan güç olacak. Zira gündemi artık Esed sorunu değil, sadece terör sorunu belirleyecek. Batı müttefik arayışında Esed ile işbirliğine kapıları açacak. Bu bir “Ehven-i Şer” seçimi şüphesiz, alternatifi şimdilik pek yok.
“Charlie Hebdo” saldırısı insanlığa, Müslümanlığa ve değerlerimize karşı bir saldırıdır. Bunu böyle görmez, “bizimle ilişkisi yok” gibi bir yaklaşımla deve kuşu tutumu sergilerseniz, çözümün değil sorunun parçası olursunuz. Bize karşı, evimizde sürdürülen bir savaş bu, nefretin hoşgörüyü, bağnazlığın basın ve düşünce özgürlüğünü hedef aldığı bir savaş.
Bu savaşta Türkiye ve Türkiye aydınları en büyük sorumluluğu taşıyor. Müslüman kültür ve inancın etkin olduğu ülkemizde, şiddet, terör ve nefret söylemine yer vermeyen, hoşgörü, basın ve düşünce özgürlüğünün yaşandığı bir ülke olursak, algı savaşını sadece Türkiye’de değil Müslümanlar açısından dünyada da kazanmış oluruz. Bu olanak AB ile üyelik müzakereleri yürüten Türkiye için var. Avrupa’da ırkçılık ve İslamofobi’ye işaret ederek hedef çarptırma zamanı değil, bölgemizdeki felakete, teröre karşı sorumluluk yüklenme zamanı. Bu savaş ve şiddet kültürüne verebileceğimiz sadece bir cevabımız var: Barış, hoşgörü, eşitlik, basın ve düşünce özgürlüğü.