Rol modelken, korkulan ülke oldu
Lale Kemal 01 Ocak 1970
Fransa’nın kara mizahı konu edinen Charlie Hebdo dergisi, Hazreti Muhammed’i, yeni yıl sayısında da radikal İslamcı terör örgütü IŞİD’in lideri Bağdadi’yi hicvederek, zaten çoktandır pusuda bekleyen gözü dönmüş teröristlerin geçen çarşamba günkü saldırısının hedefi oldu.
İslamî terör örgütleriyle bağlantıları ortaya çıkan zanlıların saldırılarında, derginin ünlü yazar çizerlerinin yanı sıra Müslüman bir polis memuru dahil 12 kişi hayatını kaybetti. Katillerin, derginin bulunduğu binanın dışında vurdukları Müslüman polis memuru Ahmet Merabet’in ölmediğini fark edince bu kez başına ölümcül kurşunu sıkıp hayatını sonlandırmaları, terörün dinî değerlerle bağdaşmadığını yeniden gözler önüne serdi.
Fransa, şimdi yalnızca hiciv dergisinden öldürülenlere değil Ahmet için de saygı duruşunda bulunuyor. Sosyal medya, Ahmet’e atıfla, “Charlie benim inancımı, kültürümü alaya aldı ama ben onun ifade özgürlüğünü savunmak adına onu korurken öldüm.” içerikli mesajlarla dolu.
Charlie Hebdo, yalnızca Müslüman dünyasında hicvedilmesi tabu olan Hazreti Muhammed gibi İslam kutsal figürleri değil Hıristiyan dünyasında Katoliklerin lideri Papa Francis gibi isimleri ve Fransa’nın efsanevi lideri Charles De Gaulle gibi devlet büyüklerini de alaya alan, bir hayli acıtıcı hiciv yöntemiyle adını duyurmuş bir dergi.
Dindar ya da aşırı dinci denebilecek Hıristiyanlar, kutsal saydıkları dinî liderlerinin yalnızca Charlie Hebdo tarafından değil kimi Batılı yayın organlarında karikatürize edilmesine karşı şiddete başvurmazken İslamî kökenli aşırı dinci grupların, İslamî figürlerin hicvedilmesine yönelik tepkilerinin şiddete başvurma şeklinde olması tabii ki çok düşündürücü.
Doğdukları Batı toplumlarının demokratik geleneklerine dahi ayak uyduramayan Müslüman kökenli göçmenler ya da Müslüman ülke insanlarının, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, insan haklarının kutsallığı, ekonomik özgürlüğün demokratik gelişimden geçtiği gibi evrensel değerlerden yoksun bırakıldıklarını biliyoruz. Ahlak yoksunu diktatör liderlerin, salt kendi saltanatlarını sürdürmek adına dini kullanarak vatandaşları nasıl ezdiğini, onur kırıcı bir yaşama mahkûm ettikleri herkesin malumu.
Bir nebze ümit verici olan, Charlie Hebdo’ya yapılan katliamı, Arap dünyasının sert bir dille kınamış olması. Örneğin, Fransa’daki İslamî örgütler, Prof. Ahmet İnsel’in, bir televizyon kanalında söylediği gibi, “ama,”’sız hiciv dergisine katliamı kınadılar. Ama’sız derken, İnsel’in kastettiği, Charlie Hebdo’ya yapılan saldırıyı, Paris’teki Müslüman örgütlerin, Türkiye’dekinden farklı biçimde Batı’yı İslamofobi’ye yani İslam karşıtlığına karşı uyarma gibisinden katliamı bir nebze haklı çıkartacak nitelikte değil doğrudan sert eleştirmeleriydi.
Charlie Hebdo’ya yapılan saldırı, Türkiye’de artık sıkça rastladığımız basına, ifade özgürlüğüne yönelik baskıların uygar dünyada kabul edilemez olduğunu da hatırlatıyor.
Başta Fransa’nın başkenti Paris’te milyonlarca insan, basın özgürlüğünün pazarlık konusu yapılamayacağı, katliamın medya özgürlüğü açısından ülke tarihinin en karanlık günü olduğuna dair attıkları sloganlar eşliğinde sokağa döküldüler.
Fransız halkı, sokağa dökülüp hiciv dergisine saldırıyı basın özgürlüğüne darbe olarak nitelediği saatlerde Türkiye’de yaşanan bir olay, bir hayli düşündürücüydü. Zira Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, hiciv dergisine katliamdan bir gün önce biri Türkiye asıllı Hollandalı iki gazetecinin terör propagandası yapmaktan gözaltına alınmasını haklı çıkarıcı nitelikteki ifadeler kullanmakta sakınca görmüyordu.
İslam’ın demokrasi ile bağdaşabildiğinin modeli olarak bir zamanlar anılan Türkiye, bırakın model olmayı dünyanın, baskıcı yöntemlerini endişeyle izlediği bir ülke haline geldi.